Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hayrettin KARACA Y az aylarında sık sık karşılaştığımız orman yangınları hepimizin yüreği sızlatan bir yara gibidir. Yanan orman yok olan gelecek fikri ile örtüştürülürken, alevlerin yuttuğu zümrüt ormanların yerini alan kömür karası boşluk, adeta bu düşüncenin tastikleyici bir tezahürü gibidir. Yok oluş kendini sergilemiş, bizi çaresizlik ve hatta dehşet duyguları ile baş başa bırakmıştır. Orman yangınları söz konusu olduğunda neredeyse hemen herkesin hissiyatı bu yönde paralellik arz eder. Lafı daha fazla uzatmadan hemen belirteyim ki, orman yangınları aslında bir rahmettir. Bizim açımızdan bakıldığında yangınlarla ilgili en olumsuz boyut zaman meselesidir. Yanan bir ormanın tekrardan yenilendiğinin gözlenmesi bir ömür içine sığdırılamayabilir. Ancak, tarihi süreçte orman kendini yeniler. Bir ikinci olumsuz yan ise, yanan alanların imara açılması yani, ormanlık alanların daraltılması meselesidir ki, bunun da önüne geçmek son derece basittir. Bu yönde seçim yapmak ve karar almak yeterli olacaktır. Asıl mesele seçim yapmaktır ki, bunun için bilinçli yurttaş olmak kâfidir. Ormanlar sabote edilmese dahi, belli aralıklarla kendi kendilerini yakarlar. Bu doğanın kendini yenileme mekanizmasıdır ve bu dönüşüm ormanı daha sağlıklı kılar. 90’lı yıllardan önce Türkiye’de de ormancıların ormanın yenilenebilmesi için kontrollü yangın metodu uyguladıklarını biliyoruz. Ben şahsen Toroslar’da yaptığım doğa gezileri esnasında böyle uygulamalara şahit oldum. Yangından sonra oluşan organik unsur, yeni gelişecek olan filizlere besin kaynağı olurken, ormana yeni türlerin de gelmesine desteklik ederek, yenilenme döngüsünün baş aktörü olur. Yıllar önce Amerika’da yaptığım bir doğa gezisinde bunun en çarpıcı örneğini gözlemleme fırsatı buldum. Söz konusu bölge Yellowstone, ağaç gövdelerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığı üzere her 200 ile 400 sene arasındaki süreçlerde şiddetli yangınlar yaşamıştı. Son olarak 1988 yılında çok şiddetli bir yangına maruz kalmış, günlerce yanan bölge hektarlarca ormanlık alanı yok etmişti. Yangından sonra bölge bilinçli olarak olduğu gibi bırakılmıştı. Elde edilen sonuçlar çok çarpıcı idi. Bölgede kayden 160 yıldır bulunmayan 12 civarında yeni tür doğal olarak gelmişti. Yani biyolojik çeşitlilik artmıştı. İşte bu bir rahmettir. Yellowstone yangını yaptığı tahribat kadar pek çok şey de öğretmişti. Yangından sonra ölü ağaç gövdeleri düştüğü yerde bırakılmış, bu sayede arkadan geleceklere zengin bir besin kaynağı oluşturmuştu. Bölgenin yangın dolayısı ile yüksek ağaç gövdelerinden azade olması da yeni yeşeren filizlere güneş ışığından daha fazla yararlanma imkanı vermiştir. Bu gezi esnasında rastlamış olduğum bilgi tabelasında da aynen şunlar kaydedilmişti: "Yangınlardan sonra kömüre dönüşmüş ağaç gövdeleri vahşi yangının izlediği patikayı belirliyor. Bu bir ormanın ölümü gibi gözükebilir ancak yangından birkaç Yangından sonra ölü ağaç gövdelerini düştüğü yerde bırakın gün sonra yosunumsu bir tabakanın yanmamış bitkileri kapladığı ve yeni filizlerin yanık siyah çalıların arasından sürdüğü görülmüştür. İnsanlar ne zaman Yellowstone’u ziyaret etseler yangınlar tarafından yaratılmış bir çevre içinde gezinirler. Bu bölgedeki ormanlar ve yeşil örtü yüzyıllar boyunca geniş kapsamlı ve vahşi yangınlara maruz kalmıştır. Ağaç gövdelerindeki yaş halkaları en son 1988’de yaşanan yangınlar gibi, buranın her 200 ile 400 yıl arasında yangınla kömür olduğunu ispatlar. İnsan erişiminden uzak olmak kaydıyla, yangınlar uzun vadede ormanlar için sağlıklı bir olgudur. Yangından birkaç yıl sonra yöreyi ziyaret ederseniz, bölgenin sık otlar, çeşitli çiçekler ve çalılarla kaplanmış olduğunu görürsünüz. Güneş ışığına daha fazla maruz kalan alanda çam filizlerinin ölü ağaç gövdeleri arasından yeni ormanı oluşturmak için yükseldiğini göreceksiniz." Kısaca özetleyecek olursak, yangınlar da doğal sürecin bir parçasıdır ve dönüşüme hizmet eder. Yanmış ölü ağaçların gövdesi ise bu döngünün en temel taşıyıcı unsurlarından biridir. İşte yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığım üzere doğa tahribatı yangından ziyade yangından sonra ne yapıldığı ile daha ilintilidir. Hatta öyle ki, bu yangınlar sabote amaçlı yapılsalar dahi eğer alanı koruma altına alabilirsek geri kalan çalışmayı doğa en mükemmel şekilde yapacaktır. İşte benim en büyük üzüntüm, bu çalışmayı doğa adına biz üstlendiğimiz içindir. Basit bir tel ile çevirip bırakmak yerine, derhal greyderleri bölgeye sokup, bir sonraki nesile besin kaynağı olacak yanık gövdeleri toplarız. Hemen sonrasında da acil bir ağaçlandırma faaliyetine girişiriz ki, bu daha da acıklıdır. Tam bir yangın Çocuklar için toprak bilim okulu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Çocuklarda bilim kültürünü ve doğa duyarlılığını yaygınlaştırmayı amaçlayan Toprak bilim Okulu, Ankara Üniversitesi (AÜ) Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü’nde açıldı. AÜ Ziraat Fakültesi’nin "Bilim ve Toplum" projelerinin ilki olan bu okulda öncelikli hedef kitleyi oluşturan ilkokul dördüncü sınıf öğrencilerinin oynayarak, eğlenerek ve temas ederek toprağı öğrenmeleri bekleniyor. Öğrencilerin, en önemli doğal varlık olan toprağın yaşamdaki önemini kavrayan ve toprağa sahip çıkan genç insanlar olarak topluma kazandırılması hedefleniyor. Okulun içinde üç atölye bulunuyor. Taş Devri Atölyesi’nde, toprağın oluşumu ve yaşam için değeri işleniyor. Toprak Ana ve Canlılar Atölyesi’nde, toprağın bitkilerle ve hayvanlarla ilişkisi üzerinde duruluyor ve Türkiye toprakları tanıtılıyor. Toprak Koruma ve Tasarım Atölyesi erozyon, çölleşme ve kirlenme gibi sorunları ele alıyor. Toprak Bilim Okulu’nun görkemli bahçesinde ise çocuklar için çok sayıda sürpriz hazırlanmış bulunuyor. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin liderliğinde Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin işbirliğiyle hazırlanan proje TÜBİTAK tarafından destekleniyor. Projeye, UNICEF, Türkiye Milli Komitesi ile TEMA Vakfı da katkıda bulunuyor. Projenin Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve yerel yönetimlerin işbirliğiyle yürütülmesi planlanıyor. dan mal kaçırmadır bu! Ağaçlandırma faaliyeti başlı başına bilimsel bir konudur. Ancak ne yazıktır ki, önemi derecesinde ele alınmadığını üzülerek müşahede etmekteyim. Ağaçlandırmanın zaruri olduğu hallerde öncelikle dikkat edilmesi gereken husus bölgeye dikilecek türün ne olacağına doğru karar vermektir. Burada izlenmesi gereken en kestirme yol o bölgeye özgü bitkiler ile ağaçlandırma yapmaktır. Çok basit bir örnekle, yangından önce meşelik olan bir alanı çamla ağaçlandırmak, lokal ırkların üzerinde baskı yaratacağı gibi, genetik kirlenmeyi de beraberinde getirir. Bu ekolojik dengenin gözetilmemesi açısından belki de yangından daha tahripkârdır. Doğal çevre dendiği vakit onu sadece içerdiği bitki türleri olarak değil, aynı zamanda faunası ile de düşünmek icap eder. Bütün mesele doğal ekolojik zincirin farkına varmaktan geçer. Ağaçlandırma esnasında seçilen yanlış türler bu doğallığa ket vurmakla kalmayıp, kısa bir süre sonra sistemin çökmesine de sebep olur. Yanlış uygulamalardan bir diğeri de istilacı diye tabir ettiğimiz türlere yer verilmesidir. Bunun da örnekleri pek çoktur. İstilacı türler en nihayetinde bitki gen kaynaklarının tamamıyla yok olmasına kadar uzanan bir dizi tehlikeye sebep olurlar ki, bu da yangından sonra gelen gen zenginliğine kıyasla hakiki bir yok oluştur. Bu hususta Prof. Dr. Kani Işık hocamın Çevre Sorunları Biyolojik Çeşitlilik ve Orman Gen Kaynaklarımız isimli eserinde son derece açık bir şekilde belirttiği üzere özet bir alıntıya yer vermek isterim: "Bir yörenin ağaçlandırılmasında, güvenilir orijin denemeleri sonuçları elde edilinceye kadar, yalnızca lokal ırklardan elde edilen tohumlar kullanılmalıdır. Aksi halde Türkiye ormanları, bu hızla giden ağaçlandırma faaliyetleri karşısında, kısa süre sonra lokal ırkları ortadan kaldırılmış, onun yerine biyolojik uyum değerlerinin ne olduğu bilinmeyen ağaçlarla dolu genetik bir çöle ve biyolojik bir kaosa dönüşebilir." İşte yukarıda çok kısaca değinmeye çalıştığım gibi iyi niyetle dahi olsa bilinçsizce yapılmış bir ağaçlandırmanın yarardan çok zararları son derece vahim sonuçlar doğurabilir. Yangınları bile rahmetle andırabilir! Bir ağaçlandırma faaliyetinin başarılı sonuç vermesi için, orijin tohum denemelerinin yapılmış olması, yöreye özgü iklim, toprak ve topografya yapılarının belirlenmesi, genetik kirlenme ve yok oluşu önlemek adına genetik planlama yapılması ve tüm bunların uzun bir süreç içerdiği göz önüne alınırsa sağlıklı bir dokümantasyon sisteminin oluşturulması gerekmektedir. Sözlerimi önüme çıkan herkese yılmadan tekrar ettiğim gibi, "okumak ibadettir, okumamak vatana hıyanettir; daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır" diyerek noktalarken, esenlikler diliyorum. 20