03 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

zar ekonomisinin anayasası gereğince haksız rekabetle özendirici olmaktan çıkarıldı. Örneğin, Çukurova’da mısırın hasadına bir hafta kala Mersin ve İskenderun limanlarına gemilerle tonlarca mısır getirildi. Üstelik bunu üreticinin hakkını savunmakla yükümlü bazı Adana milletvekilleri gerçekleştirdi. Bu kötü örnekler bir yana, Adana’da birçok kurum yöneticisi, Adana ekonomisindeki çöküşün temel nedenlerinden biri olarak tarımın ihmal edilmesini, yanlış tarım politikalarını görüyorlardı. Yöre çiftçisi pamuk, buğday gibi katma değeri düşük ürünler üretirken araştırmageliştirme çalışmalarında çiftçiye öncü olması gereken hükümetler, üretilen ürünlerin hazır alıcısı olmaktan öte bir işlev yüklenmiyorlardı. Birçok toplum önderine göre, Adana ekonomisinin çökmesine neden olan etmenlerin başında sanayi toplumu olduğumuza ilişkin çığırtkanlıklarla tarım alanlarında yapılan talana koşut, amaç dışı kullanımın artması, bu arada özellikle sanayici rolündeki rantiyecilerin ülke yönetimini ele geçirmeleri sonucu, tarım hiçe sayılırken sanayiciye verildiği söylenen desteklerin yatırıma yeterince dönüşmemesi geliyordu. Adana’da elde edilen bir milyar Dolar tarımsal hasılanın endüstri ve sanayi yatırımlarına dönüşmemesi nedeniyle kent ekonomisi her yönden zarar görüyordu. 12 Eylül sürecinden tarımla birlikte sanayi de payını almıştı. Böylece, binlerce işçinin ekmek kapısı sanayi imparatorlukları birer birer çöktü. Aslında, Cumhuriyet döneminde İstanbul’dan sonra sanayileşen ikinci kent Adana’ydı. Ancak, 1980’den sonra büyük ölçekli sanayi yatırımı bağlamında bir tek çivi dahi çakılmadı. Sanayileşme, tekstil ve yağ sektörleri arasında sıkışıp kaldı. Yüzyılın sonunda yapılan değerlendirmelere göre Adana’da sanayide yaratılan katma değer içinde özel sektörün payı yüzde 96, kamu sektörünün payı ise yüzde sadece dörttü. Bunun da nedeni, devlet Adana’yı daima kendi kendine yeterli zengin bir il olarak görmüştü. Adana’ya ağır sanayi yatırımı yapmadığı için kentin sanayi yapısında yan sanayi ve dolayısıyla KOBİ’ler de gelişemedi. Adana sanayi sektörü 1970’li yıllara kadar görülen sanayileşme hamlelerini sonraki yıllarda sürdüremedi. Özellikle 1980’li yıllardan sonra yeni yatırıma ilgi çok azaldı. Bunda teşviklerin azalmasının ve uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle faizlerin yükselmesine bağlı olarak yatırım maliyetlerindeki artışın rolü büyüktü. 1980’lere bakıldığında Adana’da ciddi bir yatırımın yapılmadığı dikkat çekiyordu. Birkaç küçük yatırım dışında para hareketlerinin ya eski sanayi işletmelerinin kelepir durumda satın alınmasında ya da rant piyasasında olduğu görülüyordu. Bazı araştırmalar 2000’lerin başında Adanalının yatırımdan özenle kaçındığını, rantiyeciliğin rehavetine bayıldığını gösteriyor. Eldeki verilere bakılırsa Adana’da yılda bir milyar dolar tarımsal hasıla elde ediliyordu. Söz konusu dönemde yeni yatırım yapılmadığı için işte eldeki bu sermaye, reel ekonomik faaliyetler yerine ranta kaydırıldı. Adana’da oluşan yaklaşık 1.5 milyar dolarlık mali kaynak, döviz, vadeli mevduat, hisse senedi, hazine bonosu arasında dolaşıyordu. Adana böylece, Türkiye’de, rantiyelikte İstanbul’un ardından ikinci sırada yer aldı. Bütün bu gelişmelerin sonucunda tarım ve sanayi kenti olmaktan çıkan Adana bir ticaret ya da bir turizm kenti mi olmuştu acaba? Geriye dönüp bütün bu olan bitene bakıldığında o güzelim tekstil fabrikaları, bir Çukobirlik, bir ÇEAŞ acaba niçin yok edildi, diye sormak gerekiyor. Acaba bir ÇEAŞ mı küreselleşmeye aykırıydı, bir Çukobirlik mi, ya da tekstil fabrikaları mı? Yoksa hepsi birden mi? Artık çocuklar bile biliyor yerel sermayenin ulusal yapıyı beslediğini… Aslında tarımıyla sanayisiyle, ticaretiyle aslında Çukurova’ya yapılanı ülkeye yapılmış gibi değerlendirmek gerekiyor. Bu ülke yazının başında ulusal kaybın büyüklüğünü vurgulamak amacıyla vurgulanan ülke değil, bütünüyle Türkiye’dir… Hor kullanıma karşın Çukurova toprağı yine bereketli Erhan AKÇA / Selim KAPUR (Çukurova Üniversitesi) ygarlıklar ile toprak varlığı arasındaki ilişki kadar belirgin çok az olgu bulunmaktadır. Nil’in oluşturduğu topraklar ve Mısır kültürü, Sarı Irmağın oluşturduğu topraklar ve Çin Kültürü, Fırat ve Dicle ile Mezopotamya kültürü hep birlikte anılmaktadır. Çukurova ise Ceyhan ve Seyhan’ın taşıdığı topraklar ile tarih boyunca bir kültür kavşağı olmuştur. Çukurova, geçmişte Roma’nın tahılı, şarabı ve zeytini, yakın geçmişte Avrupa’nın pamuğu ve günümüzde dünyanın bir çok yerine ulaşan sebzesi ve meyvesiyle, pamuğuyla ve mısırıyla var olmuş ve olmaktadır. Ama biz bu toprakları nasıl tanıyoruz, bereketli Çukurova diyoruz ama neden bereketli ve bu bereket nasıl sürdürülebilecek. Bunun yanıtı toprak kaynaklarını iyi tanımaktan geçmektedir. Çukurova ovası en basit tanımlamayla günümüzden yaklaşık 100.000 yıl önce Toroslar’dan başlıca Seyhan ve Ceyhan akarsularının taşıdığı materyallerle oluşmaya başlayan ve yaklaşık 2000 yıl önce şimdiki biçimini alan 550.000 hektar büyüklüğünde bir ovadır. Toroslar’dan jeolojik kökenli her türlü toprak oluşturan malzeme (volkanik kayaçlar, başkalaşmış kayaçlar, çökel kayaçlar ve tabii ki dağlarda oluşmuş topraklar) taşındığından ovada kumludan ağır killiye kadar değişim gösteren çeşitli topraklar yer almaktadır. Bu topraklar FAOIUSSISRIC (1998) sınıflamasına göre 5 farklı sınıfta sınıflandırılmaktadır. Ovada Arenosol (kumlu), Calcisol (kireçli), Cambisol (çeşitli kökenli), Fluvisol (akarsuların yakın zamanda taşıdığı), Vertisol (çok killi çatlayan topraklar) ve Luvisol (Kırmızı Akdeniz toprakları) yer almaktadır. Bu toprakların her biri ayrı bir yönetim ihtiyacı gerektirmektedir. Örneğin Calcisol topraklarda asidik reaksiyonlu gübreleme gerekirken Luvisollerde daha farklı besin programları gerekmektedir. A Vertisoller pamuk için uygunken Arenosoller yumru bitkiler ve karpuz tarımı için bulunmaz topraklardır. Ama buna karşın tam aksi uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Ovanın bir avantajı da eğimin düz ve düze yakın olması nedeniyle erozyonun çok yüksek olmaması ve arazi işlemenin kolay olmasıdır. Ancak killi topraklarda arazi işlenirken, toprak tavına dikkat edilmezse, bitki köklerinin gelişimi olumsuz yönde etkilenecek ve neredeyse tuğla sertliğinde suya geçirimsiz bir tabaka oluşacaktır. Bu soruna günümüzde ovada bir çok yerde rastlanılmaktadır. Ova toprakları çoğunlukla yeterli derinliğe sahiptir ancak denize yakın bölgelerde, denizden yüksekliğin 05 metre olduğu yerlerde, drenaj ve tuz sorunu bulunmaktadır. Ova topraklarının önemli bir eksikliği de, ki bunda sıcak iklimin de etkisi vardır, organik madde eksikliğidir. Peki, nedir organik madde, burada sayılamayacak kadar çok yararı olan bu toprak bileşeni en basit tanımla toprağın kanıdır. Ova topraklarının özellikleri dikkate alınmaksızın, yanlış kullanımına devam edildiğinde (taban suyunun yüksek olduğu yerlerde turunçgil ekimi ve yoğun tarım kimyasallarının kullanımı gibi), tarihte Hindistan’da İndus vadisinde, Mezopotamya’da bugünkü Irak topraklarında ve Güney Amerikanın bir çok yerinde tuzluluk ve besin kayıpları biçiminde oluşan arazi bozunumu/çölleşme, ova topraklarının geri dönülmez biçimde kaybına neden olacaktır. Bu olaylar sonrasında yerel halkın refahı azalacak ve araziler terk edilerek bir çok sosyoekonomik olumsuzluk ortaya çıkacaktır. Tüm bunlara karşın ova toprakları uygun kullanıldığında, daha doğrusu tarih boyunca yetiştirilegelen ve yerel kültürün bir parçası olmuş zeytin, pamuk, bağ vb ürünlerin yetiştirilmesi yeğlendiğinde, ova topraklarının verim gücü gelecek nesillere bozulmadan aktarılabilecek ve Çukurova bir zenginlik öyküsü olarak anlatılmaya devam edilecektir. 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle