04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orhan Veli Alıcı’nın ilk öykü toplamı Zümrüt Kelebeği “Zümrüt Kelebeği”, Anadolu insanının acılarını, emeğini, sevincini, öfkesini yansıtan öyküler anlatıyor. Orhan Veli Alıcı, edebiyat geleneğimizin birikimini yerinde ve dikkatle kullanarak bütün o birikimin içinde kendisine bir yer açmaya çabalıyor. Ele aldığı karakterler belirli duygu durumlarının yanında Anadolu insanının kimi yönlerini temsil de ediyorlar. r A. Coşkun ONGUN debiyat dünyasına Dervişin Sırrı ve Eşkıyaşk romanlarıyla giriş yapan genç yazar Orhan Veli Alıcı, bu kez taşranın uzak köylerinde, zorlu yamaçlarında, ıssız dağlarından toplayıp derlediği sarsıcı ve büyülü olayları, bolca betimlemelerin eşliğinde yazdığı edebi metinleriyle; Zümrüt Kelebeği ile merhaba diyor okurlarına. Anadolu’nun kuş uçar uçmasına da kervanların geçmez olduğu köylerinde süregelen yaşanmışlıklar, sıradan olduğu düşünülen hayatların derinine inildiğinde, insanların seslerine kulak verecek kadar zaman ayrıldığında, sıradanlığı aşan izlerle, insanı yüreğinden yakalayan olağanüstü düzeyde gizemli ve bir o kadar benliğinizi çarpan yaşam hikâyeleri, ruhumuzun kıyılarına çarparak tınısını bırakır geride. Zümrüt Ana’nın öyküsü, acının öteki yüzü olurken, onun elem ve ıstırap dolu hayatının ölümden sonra da mezarına konan bir zümrüt kelebeğiyle asıl olarak sonlanmadığı, aksine yeni bir boyuta kavuştuğu ya da hikâyesinin onun yokluğunda zaman olgusunun dışında metrekareleri geçmeyecek toprak parçasındaki ebedi mekânında dahi sürebileceğini gösteriyor bize yazar; su gibi akıp giden sözcükleriyle... ZAMANI YÖNETME HEVESİ İnsan, hayatı iki kavramla algılar. Bunlardan ilki zamandır. Zamanı yönetme hevesi, onunla kimi kez yarış hali beyhude çabayla sonuçlanır. Zaman daima galip geliyor gibi görünür, mücadele ile biten süreç, insan bilinci açısından trajik bir algıya varır. İnsanın hayatı tanımlamasına ve yaşamasına vesile olan ikinci olgu da mekândır. Hayata hükmedebilmenin tek yolu zamanı iyi yönetmek mekânı doğru belirlemektir. Bu iki olgunun da sapma göstermesi durumunda ölümden çok önce de trajediler başlayabilir. Ancak bunların hiçbiri ölüm kadar boşluk hissi yaratmaz geride kalanlarda. Bu yoksunluğu bir nebze de olsa hafifletmek için insanların mezar taşı icat ettikleri gerçeği ile karşılaşırız. Bir nevi yok oluş ya da sonsuzluğa varış olarak adlandırılabilecek bu süreçte zamanı yönetmek artık olanaksız hale gelir. Mekânın o anki adı da bir mezar taşıdır. İşte o an köyde yaşayan ve bir gece uykusu kaçan Reşit, dışarı çıkıp yıldızlara bakar... Koca bir âlem bize verilmedi ki, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I E der. Bu akan su, titreyen yıldızlar açan türlü çiçek hepimizin… Sonra da yaşadığımız günlerdeki sorunlara kimbilir belki de merhem olacak şu cümleyi kurar: Evvelden beri bir yaşarız, bizi komşumuza böyle düşman kılan şey de neydi? Her insan çoğu kez aynı acıların girdabında kaybolur. Çoğu insan benzeri sancıları çeker birbirlerinden habersizce. Gerek günlük şehir yaşantısının getirdiği stres ve gerilim gerekse de geçmişin birikimleriyle geleceğe yön verme çabamızın sonuçsuz kaldığı anlarda yaşadığımız depresif duygu durumları, alıp başımızı bir yerlere gitme dürtümüzü tetikler. Hepimiz hayatımızın belirli dönemlerinde bir süreliğine de olsa gitmek, kaybolmak, geri döndüğümüzde olacakların merakıyla yanıp tutuşmak isteriz. Tıpkı kitapta ayrı bir öyküye ad olan Gaip Mehmet gibi... DİK SÜLEYMAN Kitapta taşra öyküleri anlatılır da bu anlatımlar yalnızca insanla sınırlı kalmaz elbette. İnsana yoldaş olan onların nesilden nesile aktardıkları masallara ya da anlatılara konu olan bir kuş türü de Zümrüt Kelebeği’nde kelebekler gibi kendisine yer buluyor: Öyle bir kuş düşünün ki, gördüğünüzde bir eski zaman dervişiyle karşılaşmış kadar şaşırtsın sizi... Bu kuşun başındaki allı güzel taç, onun kadim vefasından dolayı kendisine layık görülmüş olsun. Aşkın başka bir boyutunu yaşarmışçasına sürdürsün kanatlarıyla havalandığı gökyüzü serüvenini. Aidiyeti yalnızca kendi benliğine değil, o benliği var edenlere de karşılık gelsin aynı anda. Anadolu’da Dik Süleyman derler işte bu kuşun adına. Siz yine de İbibik deyin adına. Hz. Süleyman’a dikleştiği, ona yardım etmesinin dışında karşı gelmeye cesaret ettiği için bu ismi yakıştırmışlardır. Hüthüt kuşudur bir diğer adı, kimi yerde Çavuş dedikleri de görülür. Onu gören buğday tenli köy çocukları, asla bir kuş görmüş gibi davranmazlar da sevinç halkası oluşturur gibi etrafında hayranlıkla ürkütmeden gezinirken asil duruşu, vakur uçuşunu izlerler. Sonra da koşarak eve gider, anne babalarına büyük bir heyecanla o gün Dik Süleyman gördüklerini müjdelerler. Uğur bilirler onu çünkü. Bazen bir dağ meltemiyle yemyeşil ovalarda bir yolculuğa çıkarsınız; Yitik ve Yalnız olur öykünüzün adı. Acıya isyanın dışavurumu olan bir cümle yoldaş kılar sizi. n Zümrüt Kelebeği/ Orhan Veli Alıcı/ Alakarga Yayınları/ 136 s. 1303 5 Ş U B A T 2 0 1 5 n S A Y F A 2 7 Türkiye’nin Tek Polisiye Yayınevi Geceleri de Okuyunuz!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle