04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mehmet Serdar’ın yeni deneme kitabı Nasıl Yaşıyoruz? Mehmet Serdar’ın kaleme aldığı “Nasıl Yaşıyoruz?”, günümüz dünyasındaki yaşama biçimi ve anlayışına evrensel insanlık kültürü penceresinden bakışlar sunuyor. Günlük hayatın küçük ayrıntıları insan hayatını tüketirken yaşamın temel öğeleri bir köşede duruyor. Kitap, okurunu hayatın girdaplarından kurtarıp gerçek değerlerine yaklaştırmayı amaçlıyor. r Uğur KÖKDEN ehmet Serdar’ın yeni bir deneme kitabı “Nasıl Yaşıyoruz?”, yazarın yedinci yapıtı. Ayrıca, bir de Kanlıca’da Akan Zaman başlıklı konuşmalar kitabı bulunuyor. On altı yılda sekiz yapıt! Her iki yıla bir kitap düşüyor. Kısa cümle ve kısa deneme! Bir açıdan, böyle bir sonuç, aynı zamanda ‘deneme’nin de bir gelişme noktası ve başarısı sayılır. Zaten yazarın kendisi de bu noktanın altını çiziyor: “Okuyarak, yazarak, deneyerek yaşıyoruz!” Ya da başka bir anlamda “Böyle yaşamalıyız!” Kuşkusuz, Serdar’ın denemeleri bir roman, bir uzun öykü, bir drama türünün örneği olmadığı için önce dergilerde okurlarıyla buluşup sonra da kitap olarak gün ışığına çıkıyor. Nasıl Yaşıyoruz? topluca yirmi yedi denemeden oluşuyor. Ortak konular açısından bakıldığı zaman, kabaca dört grupta toplanabilir: Bir bölümü, müzik ve sanat üstüne; “Piyano”, “Türk Beşleri”, Devlet ve Sanat” ve bir bölümüyle de “Taşlık Kafe.” Bir başkası da kent mimarisi; yaşadığımız kentin mimarisi: Gezi Parkı, Piyale Paşa Camii, herhalde Validebağ’ı da yazar umarız şu günlerde. Daha önce, Edirnekapı ve Fatih Camileri vardı. Yazar, İstanbul’u bu yönde tanıma/ bilme çabalarını uzun süredir sürdürüyor. Başka bir deyişle düzenli ve sistemli bir çalışma bu! Mimarlık/ mühendislik eksenli, imparatorluk dönemi hazinelerinin keşfi ya da “İstanbul tarihi”nin çağdaş bir dökümü! Yazar, “kent doyurulmaz bir rant güdüsünün ağır tahribatından kurtarılamıyor” S A Y F A 1 2 n 5 ve bir milyon dolayında çocuk işçimiz var. Kaldı ki söz konusu bu çocuk işçiliği artarak büyüyor. Çocukişçilerin yarıya yakını tarımda, dörtte biri sanayide ve yüzde otuz kadarı da hizmet sektöründe. Dahası her yüz çocuktan sekseni de “şiddet” görüyor. Ayrıca, kız çocukların yüzde 14’ü erken yaşta evlendiriliyor. Kaldı ki bu çocukların yüzde 8,5’i de okula gitmiyor. Peki, tüm böylesi sorunların çözümü için ne yapıldı ya da ne yapılıyor? Hiçbir şey! Yalnız 20 Kasım’da Dünya Çocuk Hakları Günü kutlandı, hepsi o kadar! Bu noktadan sonra soruların cevabı, “Yarışı Kazanmak” başlıklı denemede. Yazar, “işsizliği ortadan kaldıracak önlemler tuhaf bir biçimde işsizliğe yol açan nedenlerden oluşuyor” diyor. Çünkü teknolojinin gelişmesi, emeğin payını azaltıyor ve yatırım maliyetini artırıyor. Ayrıca “var olan gelişme yönü ve hızıyla da insan kendi doğal yaşam ortamını, öz varlığını ve uygarlığının temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya” (s. 135). Çünkü, istemeden de olsa doğa yok oluyor, küresel iklim değişikliklerine yol açılıyor. “DAHA ÇOK ANI KİTABI” O halde ne yapılmalı? Olmazsa olmaz koşul, üretimin geliştirilmesi ve bir üretim ekonomisine dayanmak! Dış alıma dayalı türden üretim siyaseti yerine, iş alanları yaratacak bir üretim siyaseti izlemek! Türkiye’de “sermaye” kıt bir kaynak olduğuna göre onu da şu günlerde, örneğin dünyanın zengin ülkelerine ihraç ediyoruz kesinlikle sıcak paraya dayalı sistemden uzaklaşmamız gerek. İşsizliği ortadan kaldırmak için nasıl her yıl kesinkes yüzde beş büyümek zorundaysak bunun için de inşaata/ tüketime/ ticarete/ dış alıma dayalı modelden uzaklaşıp dışa bağımlılığı azaltmak; devletin ekonomideki rolünü arttırmak ve yerli kaynaklara dayalı bir enerji üretimini benimsemek zorundayız. Şu anda, Türkiye’de böyle bir bilinç mevcut! Sanayinin finansmanı konusundaysa söz gelimi ülkenin önde gelen sanayicileri bile Türkiye sanayiine hizmet edecek bir “Ulusal Kalkınma Bankası”nı şart görüyor. Tıpkı, Üretim Kooperatifleri’nin gerekliliği gibi. Son olarak, “Kitap Kuyumcusu” Taşlık Sahaf Kafe’nin özgür tartışma ortamında gerçekleşen Salı Buluşmaları’ndan özellikle söz etmek gerek. Sahaf Kafe’nin kitap/ müzik/ resim/ tartışma ortamını seçen o çevre insanlarının hepsinin yaşamlarının olgunluk döneminde elbet anlatacağı, aktaracağı, paylaşacağı zengin bir deneyim birikimi olmalı. Herhalde bu nedenle de Nasıl Yaşıyoruz?’un son denemelerinden biri, orada gerçekleşmiş bir konuşmaya ayrılmış: “Yazar ve Okur.” Başka bir deyişle yazarla okurların karşılıklı konuşma biçimindeki o sonu gelmez tartışmasına. Yazarlar, bir yandan kendilerini anlayacak okurlar ararken Serdar’ın tartışma meraklısı okuruysa “daha çok anı kitabı” okumayı yeğlediğini söylüyor. O halde?.. Yazarlara da onun istediğini vermek düşmüyor mu? n Nasıl Yaşıyoruz?/ Mehmet Serdar/ Sözcükler Yayınları/ 208 s. K İ T A P S A Y I 1 3 0 3 M diyor ki bu düşünceye katılmamak elde değil. Bu arada, somut örneklere de yer veriyor. Kazlıçeşme’nin üç gökdeleni, Zincirlikuyu’daki Karayolları’nın arsasına yapılmış dev heyulâ ve Haliç’teki metro köprüsü gibi. Yazarın böylece vardığı demokrasi anlayışı da son kertede paylaşılabilir bir sonucu işaret ediyor: “Demek ki yönetimin seçimle gelmiş olması çevremizde işlerin iyi gitmesi için yeterli değil”(s. 51). Sonra yönetimle halk arasındaki gittikçe artan yabancılaşma! Dolayısıyla Serdar bütünüyle haklı: “İstediğimiz, onay verdiğimiz bir yaşam ortamı içinde değiliz.” Bir üçüncüsü, “Aylaklık”, “Başarı”, “Bill Gates” ve “Kişisel Gelişim” denemeleri grubu. Bir de kişinin değerleri dizisinden oluşan “Paradigma” var. Son olarak az alışılmış bir deneme topluluğu da Kanlıca’da Akan Zaman başlıklı ikili konuşmadaki soru cevaplı ortak “ürün.” Burada, üç öğe rol oynuyor görünüyor: Aynı alandaki başka örnekler (A. İlhan/ S. İleri konuşması, örneğin), konuşmanın gerçekleştirildiği coğrafya (Kanlıca, Anadolu yakası) ve ele alınan temalar: Zaman, doğa, resim ve “İstanbul” gibi ve ilk okumalar, ilk yazı, sonra sürgün süreci ve onun gerçekleri… TÜRKİYE’NİN KİMİ GERÇEKLERİ Nasıl Yaşıyoruz?’un en dikkate değer sayılacak denemelerinden biri, “Selin’in Yakınması” başlığını taşıyor? Yazarın kızı olan Selin, “Ne zaman öğrendiklerimi kullanacağım?” diye sormuş babasına. Niçin, o da onu Beykoz’a getirip Ahmet Midhat Efendi (AME) Yalısı’nı göstermiyor ve yaşayan akrabalarla tanıştırmıyor ya da yazarın pek duyulmamış bir kitabı sayılacak olan “Berlin’de Üç Gün”den (Notos Kitaplığı) Selin’e söz etmiyor? Orhan Veli’nin doğduğu evi de gösterebilir, sözgelimi. Orayı, oradaki yaşamı ve yazarların geçmişini, bir arada aktarabilir. Gerçi, baba, denemesinde AME’yi anlatıyor. Bu arada, haklı olarak önemli bir gerçeği de dile getiriyor: “İlk ve ortaokuldaki eğitim, daha çok bir insanlık/ yurttaşlık/ birey olma eğitimi.” Zaten, Selin’in sorusunun cevabı da tam bu noktada kendini duyuruyor. Kızının sorusuna karşı, baba da bir başka soru ortaya atıyor: “Her yıl üniversitelerin kapısında yığılan bir milyon gencin nasıl eğitileceğinden önce, belki de nasıl eğitilmiş olduğu?” sorulmaya değer. Gerçekten “Türkiye’de anlamsız ve gereksiz bir üniversitede okuma talebi var” mı? Varsa bile böyle bir talep “anlamsız ve gereksiz” sayılabilir mi? “Üniversitede gereksiz okuma talebinden” önce, Türkiye’nin şu gerçeğini görmek gerek: Türkiye’deki 617 yaş grubundaki çocuk sayısı, on beş buçuk milyon. Toplam nüfusumuzun beşte biri Uğur Kökden ve Mehmet Serdar (sağda) Taşlık Sahaf Kafe’de... Ş U B A T 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle