04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ne şirketindeki CEO aynı insan değil. Topluma bu çeşitlilikleri ve gerçeklikleriyle bakmıyor. Herkese ve her şeye kullanılabilir güçler olarak bakıyor. Coğrafya tarih, kültür varlıkları, ekonomi... İnsanı gerçeklikleriyle görmeden yapıyor bunu. Stratejistler dünyada da böyledir. Böyle bir çarpık bakış... Bu ancak bir devletin Genelkurmay’ının ya da bir istihbarat servisinin başındakilerin sahip olabileceği bir bakış. Bir yönetici, kumandan bakışı bu. Bir toplum, insanlar, süregiden hayat yok sanki. Davutoğlu’nun Osmanlı romantizmi, Panİslamist milliyetçilik düsturu, düşüne gelelim... Diyorsunuz ki “Bu kitap bir eylemler kılavuzudur.” Evet. Kitabı bu eksende AKP’nin Türk Panİslamcılığının bir arka planı olarak da nitelenebilir öyleyse. Şimdi AKP bu kadar saf ve homojen bir şey değil, bir kitle partisi sonuçta. “KİTABI DIŞA OLDUĞU KADAR İÇE DE YÖNELİK BİR ÇALIŞMA!” Davutoğlu kitabı yazarken parti daha yeni kuruluyordu. AKP’nin kuruluşundan birkaç ay önce piyasaya çıkmıştı. Tabii, şimdi kendisi de “ben görüşlerimin uygulanabileceğini varsayarak yazmamıştım o zaman” diyor. Uygulanabileceğini bilse farklı yazar mıydı sizce? Kimi yerlerde belki daha diplomatik ifadeler kullanabilirdi. Ama sonuçta yazacağı yine buydu. Burada şöyle bir açmaz var; kimse “bu yapılan iş tamamen yanlıştır” da diyemez. Sonuçta bir siyasetçi, bir akademisyen Türkiye’nin dış politikasına yön verecek bir görüş ortaya ortaya koyabilir ve becerebildiğince bu yönde gayret sarf edebilir. Buna hakkı vardır yani. Eleştiriler de o noktada değil malum. Elbette, bunu nasıl yaptığı, neye dayandırdığı ve vardığı sonuçlarla ilgili problemimiz var. Stratejik Derinlik dışa olduğu kadar içe yönelik de bir kitap. Çok doğru. Yani içerideki milleti hâkime elemanına moral, şevk verecek, hâkim olma isteği uyandıracak bir kitap. Nitekim 100 baskı yaptı. “FAZLA OKUMUŞ BİRİ AMA ŞİMDİ ÖYLE DEĞİLMİŞ GİBİ YAPIYOR” Sizce Davutoğlu, kitabını yazdığı sıralarda elde edeceği mevkileri hedefliyor muydu? Tahmin yürütebilirim ancak; Dışişleri Bakanlığı’nı daha beklemiş olabilir, Başbakanlığı ise düşünmemiştir sanıyorum. Çünkü ne olursa olsun Türkiye’de önde gelen bir siyasetçi olmak için fazla okumuş biri bir kere. Şimdi Davutoğlu da öyle değilmiş gibi yapmaya çalışıyor. AKP, homojen değil kısmına dönersek. Davutoğlu’nun dünyası o homojenlikten ne kadar nasipli? Çok değil. Biraz daha saf bir dünya. Yani daha siyasi, daha arı. Ahmet Davutoğlu yolsuzluğa fena halde karşıdır ya da değildir bağlamında söylemiyorum. Mesela “Ya ben bu müteahhitleri nasıl tavlayacağım” sorusunun cevabı Davutoğlu’nda aranamaz yani. O, devlet katında yukarılara çıkmış, tepelerde biri günlük politika anlamında C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I daha gayrı siyasi ama büyük politika anlamında çok siyasi biri teorisyenliğe yakın. Ama gel gör ki hareket noktaları teoriden çok, niyetlere bağlı. Gidip Şam’daki camide namaz kılmak istiyor yani. Buna göre politika kurmaya kalktığı zaman da, önceliği bu oluyor ve orada bunun dayanaklarını aramaya başlıyor doğal olarak. Rusya ona göre step devi. Stratejistlerin jargonu tabii. Çok severler. Türkiye’nin Balkanlar’a karşı müdahalesini Osmanlı’dan bir miras olarak görüyor. O konudaki yaklaşımı o kadar naif ki. “Biz buralarda egemendik, bizim tarihe dayanan bir hakkımız var” hatta haktan öte “sorumluluğumuz var” diye yazıyor. Boşnakların, Arnavutların orada Türkiye’nin ileri karakolu olması gerektiğini söylüyor. Onları sokmak istediği durumu ise Yahudilerle ilintilendirerek tarif etmiş. Orada şunu demeye getiriyor; “Yurtdışında yaşayan Yahudiler aslında İsrail’in ajanlarıdır, Bosnalılar ile Arnavutlar da bizim ajanlarımız olsun.” “YENİLENME DEĞİL, YİNELENME PEŞİNDE; BUNU NE ARAP YUTAR, NE AFRİKALI!” Büyük bir coğrafyaya kol kanat gerebileceğini ciddi ciddi düşünerek hareket ediyor savlarında. için bize düşman olduklarını, biz gidip bunu anlatırsak Arapların bizi seveceğini ve onları yönetmemizi kabul edeceğini düşünüyor. Bunu ne Arap yer, ne Afrikalı! Oralara bu tezlerle öyle çaktırmadan, büyük abi gibi gidemezsin. Avucunu yalarsın. “HAKLI TESPİTLERİ DE VAR OLMAYACAK DUAYA AMİNLERİ DE” Orta Asya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Oradaki devletleri Ankara tarafından güdülebilir ufak kardeşler diye görüyor ki bu da süreklilik arz eden bir dış politika anlayışımız. Özal döneminde bu konuda çok şımarıklık yapıldı, hiçbir ön hazırlık yapılmadan gidip abilik taslandı. Davutoğlu orada haklı bir eleştiri getiriyor ama yine de o tavrı, bakışı değiştirmiyor. Özal ve Demirel’in “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” sloganını “Saraybosna’dan Kırgızistan’a” diye çevirip tekrarlıyor. İlkinde daha “Türk” tonu, Davutoğlu’nunkinde ise daha Müslüman tonu var. Çünkü Ahmet Davutoğlu Türkİslamcı değil, tam İslamcı ve biraz Türkçü. Türklük burada otomatikman operasyonel bir araç olarak devreye giriyor. Mecburen yani. Çünkü buradaki İslamcı çoğunluğu Türkler temsil ediyor. Hiç haklı tespitleri yok dersek yanı tırmıyor yani genel olarak dünyada ABD’yle birlikte hareket etmekten söz etmiyor. Belli konularda sanki eşit iki tarafmışız gibi telaffuz etmeye çalışıyor. Esas mesele Avrupa’yı sevmemesi. Sevmemesi normal. Avrupa’yla ilişki kurdukça demokratik olmak zorunda kalıyorsun çünkü. Avrupa’dan uzaklaştıkça pek çok yükümlülükten kurtuluyorlar. AB’yle cicim zamanları yaşanırken değiştirilen bir dünya kanun var. Biz, sokaklarda ölsek bunların hiçbiri değişmezdi! Bu sırtlarında bir yük. ABD’yle yakınlaşılınca AB’ye rahatça posta koyulabildi. Bu, evet. Rusya’ya da tavır aldı. ABD’ye de bayılmıyor ama. Herkese birden sırtını dönemezsin yani. “MEDENİYET’TEN ANLADIĞI SÜNNİ MÜSLÜMANLAR” Davutoğlu “kitabına” göre “millet”ten neyi anlıyor? Sünni Müslüman Türkleri anlıyor. Osmanlıcı milleti hâkime’yi anlıyor. Tabii ki daha geniş anlamak istiyor yani Irak’taki, Suriye’deki Sünniyi, Kürt Sünniyi kapsayacak bir tanım yapmaya çalışıyor ya da Malezya’daki Müslümanı. Onun için de medeniyet diye milletten daha geniş bir kavramla sonuca varmaya çalışıyor. Yani gönlünde yatan sadece Türkiye’deki Sünni Müslümanlar değil. Davutoğlu’nun kaynakları ve ilham “Tayyip Erdoğan iki satır okumayan bir insan. Tek başına dünyaya aklının ermesi mümkün olan bir insan değil. Yanında da böyle bilgili biri varken ona kulak vermesi sağduyu icabıydı. Demek ki bunu göstermiş! Ne yapacaktı yani. Kendi kafa yapısıyla dış politikanın nasıl yürütülebildiği ortada. Ona hakaret ediyor, buna küfür ediyor, o da kimmiş diyor falan.” Bir zamanlar Cemaat de bu işin bir parçasıydı. Okullar falan.. Birçok ülkede yöneticilerin, elitlerin çocukları o okullara gitti. Çünkü okullar çok iyiydi. Şimdi bu bir güç sağlıyor. Afrika ülkeleri çok yoksul ve çoğu çok dar ve kirli bir elit kesim tarafından yönetiliyor. Siz Türkiye’nin maddi imkânlarıyla oraya gittiğiniz zaman onları tavlamanız, orada etkinlik sağlamanız çok mümkün. Birçoğu da Müslüman. Neden böyle bir hayal kurmasınlar ki. Ama bunu Osmanlı gibi bir şeye dayandırdığında bunun onlar için tercümesi sen de evvel zaman veya şimdi tepemize çöken sömürgeci ülkelerden biri olacaksın gibi bir duygu oluyor. Yenilenme değil, yinelenme peşindeler. Evet ve bunu kimse yutmaz! İşte Osmanlıların Ortadoğu’yu aslında sömürmediğini aslında onları korumaya gittiğini, Batı sömürgeciliğine karşı bir direnç unsuru olduğunu ve onları koruduğunu ileri sürüyor. Arapların bunu bilmediğini veya kışkırtıldıkları 1303 lırız. Var tabii. Özal’ı konuşmuştuk, ya başka? Türk dış politikasının pısırıklığı ve şahsiyetsizliğine yönelik eleştirilerinde haklı tarafları var açıkçası. Soğuk Savaş düzeni ile ilgili eleştirilerinde de haklı. Biraz malumun ilamı ama dediği gibi Soğuk Savaş’ta bir tarafa çok angaje olduk. Gerçi onu biraz utangaç bir şekilde söylüyor. Böyle açıkça bir tarafsızlık politikası izlemeliydik falan demiyor. Sonra şöyle acayip laflar ediyor, biz NATO’ya Doğu Avrupa bağlamında üye olmalıyız, Ortadoğu ile ilgili olmamalıyız. Şimdi tamam da sen bir NATO üyesisin, bunu sen tanımlayamazsın. Biraz böyle olmayacak duaya amin durumları da var. “AB, BİR DÜNYA KANUN DEĞİŞTİRTTİ! BİZ SOKAKLARDA ÖLSEK HİÇBİRİ DEĞİŞMEZDİ!” Kıblesini ne kadar ABD kılıyor? Tam öyle söyleyemeyiz. Şuna özen gösteriyor; bir kere bunu mutlaklaş5 Ş U B A T kaynakları olarak ifade ettiğiniz, sık sık adını andığı jeopolitikçilere de yer veriyorsunuz kitapta. Özel bir bölümde dört ismi inceledim; Haushofer (Karl Ernst), Mackinder (Halford John), Mahan (Alfred Thayer) ve Spykman (Nicholas). Hepsinin de bir şekilde Nazilerle bağıntısı var. Tabii, zaten Davutoğlu Almanlarla Nazilerden ne zaman bahsetse çok beğendiğini anlıyoruz. Elbette bir jeopolitikçi Nazileri niye beğenmesin ki? Milyonlarca insanını akıllara zarar bir şevk, bir güçle, tek bir hayale inandırarak seferber edebilmiş, çok muazzam bir savaş makinesi haline getirerek milyonlarca insanı öldürtebilmiş, yeryüzünün en disiplinli toplumlarından birinin askeri başarılarından öyle kafadaki bir adamın büyülenmesi çok normal. n [email protected] Panİslamcının Macera KılavuzuDavutoğlu Ne Diyor, Bir Şey Diyor mu?/ Ümit Kıvanç/ Birikim Yayınları/ 252 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle