19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Pontus Hultén’in gözünden ‘Vermeer ve Spinoza’ Düşünürün kuramında sanatçının izi Pontus Hultén’in 1950’lerde hazırladığı teze dayanan Vermeer ve Spinoza‘da yazar, ortak kültürden gelen iki ismi karşılaştırıyor, Vermeer’de Spinoza’nın izlerini arıyor. ? Kaya ÖZSEZGİN iri düşünür, öteki sanatçı olan iki zamandaş ismin buluştukları noktayı irdelemek, sanatçının kimliğini ve sanatındaki gizemli ayrıntıları açıklığa kavuşturma açısından kuşkusuz önemlidir. Ayrıca bu irdeleme, Karl Gunner Pontus Hultén (19242006) gibi bir sanat düşünürü tarafından yapılırsa saptanacak ölçütler daha da dikkat çekici olacaktır. Onun Pompidou Müzesi’nde direktörlük yaptığı dönemde, 1970’li yıllarda genel komiser olarak düzenlediği kapsamlı sergiler dizisinin yanı sıra (ParisNew York, ParisBerlin, ParisMoskova..) sanatı dar sınırlardan kurtarmak, bilim ve politika gibi alanlarla zenginleştirmek istediği bir sergi daha vardı: “VermeerSpinoza”. 1950’li yıllarda hazırladığı tezin konusuydu bu. Sonradan kitaba dönüştürdüğü bu tezin altyapı amacı açıktı: Ortak kültür kökenlerinden gelen Vermeer ile Spinoza’yı karşılaştırmak, Vermeer’in yapıtında Spinoza düşüncesinin izlerini aramak. POLİTİKA FİLOZOFU Spinoza, temel yapıtı Ethica’da insanları kutluluğa yöneltecek güzergâhı “geometrik düzen”e göre ele alıyor, “sonsuzdan sonluya doğru giden gerçek nedensel düzen”in koşullarını bulmaya çalışıyordu(1). Ona göre, birinci tür bilgi hayal gücüne dayanmaktaydı; “muğlak deneyim” ise bunun arkasından geliyordu. Bütün doğal şeyler, var olsunlar ya da olmasınlar, “bire bir olarak” kavranabilirlerdi. Daha çok bir “politika filozofu” olarak bilinen Spinoza’nın, Vermeer’in yaşadığı dönemde Hollanda’da aşırı cumhuriyetçi kanatla sıkı ilişkisi olan Van den Enden ile yakın dostluğu vardı; onun aracılığıyla devrimci demokratların fikirlerinden esinlenmişti(2). Zihnin doğası ve kaynağı, Tanrı düşüncesi, duyguların doğası, aklın gücü ve insanın özgürlüğü... Spinoza felsefesinde etkin olan bu düşünceler ve onların yanı sıra her şeyin, doğanın evrensel yasaları ile anlaşılması gerektiği yolundaki SAYFA 6 ? 31 OCAK B fikirleri, Vermeer’in sanatında temellenen dünya görüşüyle ilişkiliydi. İşte bu ve benzeri noktalardan yola çıkan Hultén, Vermeer’in ışıkla yıkanmış yapıtlarını çözümlemek için Spinoza’nın görüşlerini baz olarak alıyordu söz konusu tezinde. Hollanda sanatının özünde, Vermeer’i de kapsayan mekân kavramının önemli bir yeri bulunduğu gerçeği kuşkusuz göz ardı edilemez. İlk kez 16. yüzyılın ikinci yarısında Hollandalı sanatçılar, derinlik etkisini ve mekân yanılsamasını öne çıkarırken “gizli perspektif” bilgisinden yararlanmışlar, yakın mekânı vurgulamak amacıyla resme bakanı mekâna dahil etmek yerine, kapalı bir bütünlüğün karşısına koymuşlardı onu. Nitekim Flaman sanatına öncülük yapmış olan Saenredam, yalnızca kiliselerin iç mekânlarını ve kent görünümlerini konu alan resimler yapmıştı. Delft’li ressamların elinde bu teknik, zaman içinde mükemmel bir konuma ulaşacaktır. Fantastik panteizm ile sonsuzluk fikrinin bağdaştığı rasyonalist görüş de, Spinoza’nın “zihinsel Tanrı sevgisi”ne dönük kuramında doruk noktasını bulur (s. 52). Bu bağlamda Vermeer uzmanı Drost, sanatçının yöntemini şöyle betimlemişti: “Renk yumuşamalarından ve oval renk açılımından kaçınır; gölge ile ışık karmaşasının ortasında lokal bireysel tonlar, birbirinden netlik ve incelikle ayrılır.” Ne var ki El Greco gibi Vermeer’in sanatını gündeme taşıyacak görüşler için uzun zaman beklemek gerekecektir. Hulten de kitabında buna değiniyor, Vermeer’in keşfinin, iki yüzyıllık bir ihmalin arkasından izlenimcilerle birlikte olduğunu belirtiyor. BürgerThoré’nin Gazette des BeauxArts’taki Vermeer konulu yazıları bu yolda etkili olmuştu. Duyulur dünyaya yoğunlaştığı ve en ünlü yapıtlarını ortaya çıkardığı Vermeer’in bu etkili dönemini “noktacı” dönem olarak tanımlıyor Hulten. Büyük Barok’un içinde kendi çizgisini oluşturan Hollanda resmi, insanın dünyayla ilişkisinin “yeni bir görünümü”dür bu dönem. İnsanı, kozmosun merkezi olarak tasvir eden Barok ruhunu da buna katar sanatçı. Vermeer’de kişiler, sanki haberleri olmadan izleniyormuş gibidirler resimlerde. Ver meer’in Roma sanatında olduğu gibi tasvir ettiği sahnelerin anekdot niteliğindeki içeriğiyle ilgilenmediğini söyleyen Riegl’in görüşünü bu açıdan haklı buluyor Hulten (s.47). VERMEER’İN RESİMLERİ Yazar, Vermeer’in sanatına bakarken, onu çağdaşı olan öteki Hollandalı ressamlarla mukayese ederek benzerlikleri ve ayrımları vurgulayarak sürdürüyor incelemesini. “Özel” olanın değil “evrensel” olanın peşindedir Vermeer. Bir “portreye benzer” tek yapıtı da, en gösterişsiz insan tipini model aldığı Lahey Müzesi’ndeki “İnci küpeli kız”dır. Bir şeyin bizdeki tasarımı ile gerçek anlamda düşünce arasındaki farkı vurgulamak konusunda Spinoza’cı görüşü Vermeer de paylaşır (s. 54). Aynı zamanda tüm şeylerin mutlak birliğini ve tutarlığını gerçekleştirmeyen her bilginin yanlış olduğunu savunan görüşü de… Bilginin türlerini sınıflandıran Spinoza, “sonsuz” olanın matematiksel bir kavramından yola çıkıyordu. Doğadan mükemmel diye söz etmesi de bundandı. Doğadaki hiçbir şey, bir diğerinden daha az veya daha çok gerçek ya da mükemmel değildi ona göre. Vermeer’in resminde hiç kuşkusuz esas olan “insan”dır. Şöyle bir yorumda bulunuyor Hulten: “İnsan, kompozisyonda kurulan birlik yoluyla onu çevreleyen şeylere bağlıdır, özgür ve fail karakteri vurgulanmamıştır” (s. 61). Vermeer’in resimlerinde dik açılı bir kompozisyon türünü uygulamakta ısrarlı davranması, yazara göre, “harekete yönelten köşegenden ziyade, sabitliği ve durağanlığı simgeleyen yatay ile dikeyi vurgulamayı tercih etmesinden dolayıdır. Vermeer gibi bütün kuzeyli sanatçılarda gözlemlenen bu özellik, doğadaki her şeyin “ebedi bir zorunluluğa göre” işlediğini öne süren Spinoza’yı akla getirecektir. İkisi arasındaki bir başka temel benzerlik (felsefi bir öğreti ile bir sanatçının yapıtı arasında ne kadar benzerlik bulunabilirse) Vermeer ve Spinoza’nın sistemleri tüm bu benzerlikleri göstermektedir (s. 69). Sonsuzluğu sonluluğun içinde bulmak da bu benzerliği bir başka yönden ifade eder. Kitabının sonuna doğru Pontus Hultén, insan olarak Vermeer’in kimliği hakkında bilgiler veriyor. Örneğin Vermeer’in hangi dinden olduğunu bilmiyoruz. Katolik olduğu hakkındaki bilgiler açık değildir. On bir çocuğundan hiçbirinin Delft doğum kayıtlarında yer almamış olması da ilginçtir. Sanatçıyla ilgili bilgilerin sınırlı olmasını, az sayıda yapıt vermiş olmasına bağlayanların görüşlerini ise paylaşmıyor yazar. Bu konuda Houbraken’in Vermeer’i “es geçmiş” olması, gene yazara göre onun unutulmasının başlıca nedenidir. Öte yandan 24 yaşında Yahudi cemaatinden kovulan Spinoza ile Vermeer’in yaşadıkları ortam aynıdır; ikisi de “harfi harfine aynı nesildendir” ve benzer yaşam koşulları içinde yaşamışlardır. Yeteneklerinin özgünlüğü ve ileri düşünceleri, inzivaya sürüklemiştir onları. Yazar, bu konuya “başka bir vesile ile” değineceğini belirtiyor kitabın sonunda. ? Vermeer ve Spinoza/ Pontus Hultén/ Çeviren: İnci Uysal/ Norgunk Yayınları/ 76 s. (1) “Spinoza’yı Anlamak”, Hadi Rızk, Çev. Işık Ergüden, İletişim Yay. 2012 (2) “Spinoza”, Solmaz Zelyut, Dost Yay. 2010 Pontus Hultén, bir “politika filozofu olarak bilinen Spinoza’nın, Vermeer’in yaşadığı dönemde Hollanda’da aşırı cumhuriyetçi kanatla sıkı ilişkisi olan Van den Enden ile yakın dostluğu vardı; onun aracılığıyla devrimci demokratların fikirlerinden esinlendiğini” söylüyor. 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1198
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle