25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA baba, Cumhuriyet’e âşık bir oğul. Küçük yaşta belinde silah Yunanlılara karşı topraklarına sahip çıkan bir adam, Hüseyin Kavalalı. İstanbul’da tütün ticaretiyle uğraşıyordu. Atatürk’ün isteği üzerine milletvekili oldu. İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı yaptı, İş Bankası’nın ve dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı olan Mim Mim örgütünün kurucuları arasında yer aldı. Son nefesini verene kadar vatanı için çalıştı. Zeynep Emeç tarafından, Hüseyin Kavalalı’nın üç kızının en küçüğü Nakime Çullu’nun gözünden yazılan “Kavalalı Ailesi”, bir beyaz Türk ailesinin olağanüstü öyküsüyle buluşturuyor okurları. Emeç’le kitabı hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik. 1960’lı yıllarda bir Ege kasabasında başlayan yasak bir aşkla 12 Eylül’ün hemen öncesinde gelişip darbenin ardından pek çok kişiyle paylaşılan bir kaderle son bulan kırık bir aşk: İki katmanlı bu romanın iç içe geçen iki farklı hikâyesi. Mücadeleleriyle, inançlarıyla, haklılıkları ve yenilgileriyle bütün bir kuşak ve darbelerden, idamlardan geçen, yarım kalan hikâyelerle 2000’lere uzanan yakın tarihimiz. Siyasi bir ortamın içinde filiz veren aşklar, yeşeren duygular, yarım kalan umutlar. Hüsnü Arkan, 60’lı yıllardan başlayarak, özellikle 12 Eylül döneminin acıtan sayfalarına bir ailenin kadınlarının gözünden bakıyor. Kitabı Yalçın Yalçınkaya’nın kaleminden tanıyoruz. Şair Özkan Mert’in, 2012’de Boyut Yayıncılık’tan yayımlanan, 50. sanat yılında seçme şiirlerini topladığı “Allah ve Tango” isimli şiir kitabı, 1961–2011 yılları arasında yazdığı şiirlerden seçilerek iki dilli (Türkçeİngilizce) olarak yayımlandı. Bu yıllar arasında çeşitli kitaplarda okurla buluşan tam yetmiş iki şiirin İngilizce çevirilerini Ender Gürol yaptı. Kitabı Medine Sivri değerlendirdi. Bol kitaplı günler... Osmanlı’ya yakın bir Paşa P dıvar, 1936 yılında Paris’te yazdığı “Garp Gençleri” başlıklı denemesinin bir yerinde konuyu “vatan sevgisi”ne getirir: “Vatan sevgisi mefhumu ile başlayan bu münakaşada her ikisi de (Fransız ve Alman genci) eski şekilde bir patriyotizmin artık müdafaa edilemeyeceğini kabul ediyor. Öbür türlü vatan sevgisine, yani İngiltere’de Shakespeare’in, Almanya’da Fichte’nin, Fransa’da Hugo’nun, İtalya’da Mazini’nin ihtiraslı vatan sevgisine artık yer olmadığını söylüyorlar... ve vatan sevgisinin artık bir nevi silah sevgisi demek olduğunu ilave ediyor, bu silah sevgisinin medeniyeti uçuruma sürükleyeceğini ikisi bir ağızdan söylüyorlar. Vatan onlara rahat ve sükun temin eden bir ülke değil, rahatsızlık ve eza veren bir dram gibi gözüküyor.” Bu son cümle hançer gibi. Su katılmadık vatanseverlere bugün de, her ülkede rastlıyoruz, kaşlarını çatacaklardır: Gelgelelim, 1936’ya dönecek olursak bir an için, on milyonlarca gencin ölümüyle sonuçlanan bir vatan sevgisine ancak lanet okunabileceği ortadadır. Brecht Sonuç için on yıl yetmişti. Adıvar’ın denemesi, bana Brecht’in 194041 arası, Finlandiya sürgününde yazmaya başladığı, Amerika’da sürdürdüğü Sürgün Diyalogları’nın X. bölümünü anımsattı. Zittel ile Kalle’nin söyleşileri bir ironi anıtıdır; “vatanseverlik” üzerine kurulu söz konusu parçada yazar, bu zorunlu duygu için yerinde bir benzetmeye başvurur: Sevdiğiniz kadınla evleneceğinize, evlendiğiniz kadını sevme dayatması. Kalle, doğduğunuz pencerenin açıldığı manzarayı sizin seçmediğinize dikkat çektikten sonra ekler: Hele bir göreceğimi göreyim, vatanım sayacağım yeri ona göre seçerim. 194041 kavşağında rahat ve sükundan söz edilebilir miydi Almanya’da? Vatan topraklarında kalmış olsaydı, hayatı sona erecek Almanların başında geliyordu Brecht. Savaş sonrasında tam ne değişti? Almanya, Avusturya, İsviçre’nin Almanca konuşu ervasız Pertavsız ENİS BATUR Ana(vatan+dil) Anadil’den uzaklaşma isteği, bir tek anavatana yönelik itkiyle tanımlanabilir diyemeyiz. Beckett’in, hepten değilse bile yarı yarıya anadiline mesafe almasının altında güçlü anaoğul ilişkisini çözme alt amacının payı olduğu öne sürülmüştür. A lan bölümü yazarların sık reddettikleri bir coğrafya olarak kaldı: Grass’tan Handke’ye, Thomas Bernhard’tan Max Frisch’e uzun listedir. Sinemacıların birçoğu ülkelerinden uzaklaşmayı seçtiler; Hannah Schygulla, Fassbinder’in yaşasa Avrupa’da serseri mayın dolaşacağını, ya da Herzog ve Wenders gibi uzaklara gideceğini söylüyordu bir söyleşisinde kendisi de Paris’i seçmemiş miydi? GÖNÜLLÜ SÜRGÜN Son, Paul Nizon’un günlüklerinde rastladım “vatana tahammülsüzlük” satırlarına: Ülkesinde verilen belli başlı bütün ödülleri toplamasına karşın, gönüllü sürgünlüğü seçmiş bir yazar daha. Neden? İsviçre, Günter Grass meye koyulduğunu gözlemlemiştir. Gelgelelim, red, bir adım ötesine de geçirebiliyor yazarı. Bir başka günlük, Imre Kertezs’inki (Himaye, 20012002), uç noktayı işaretliyor: Yazar, orada, kendisini ne Macar yazınına, ne de Macarcaya ait gördüğünü vurgular, yapıtlarının çevrildikleri “kötü bir Almanca” aracılığıyla asıl okurlarına ulaştığı düşüncesindedir. Orta Avrupalı Yahudi yazarların bir bölüğünde rastlanan bu yaklaşımın en derin açıklamasını Kafka’da buluruz: “Yahudiler üç olanaksızlık (rastlantısal olarak dil olanaksızlıkları diye adlandırıyo Imre Kerstezs Max Frisch TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr sözgelimi bugünün Suriye’siyle bir tutulabilir mi? Nizon, anayurdunun karakterini dayanılmaz bulduğu için, üstelik geç yaşta, üstelik zorlu koşulları göze alarak göçetmiş. Vatan, ülke, ulus karşısında geridönüşsüz, kesin bir aidiyetsizlik duygusuyla donanan edebiyat adamları için, aynı zorunlu sürgünlük koşuluyla kopmak ve uzak(ta) yaşamak durumunda kalanlar olduğu için gibi, dil ile, anadil ile birebir bağlantılı ama içeriden ama dışarıdan kilitli, bir kafes gerçekliği oluşur. Yabancı bir dilin bağrında uzun süre yaşamını sürdürürken yapıtını anadilinde inşa etmekten vazgeçmeyen Nizon, “dil yitimi tehlikesiyle karşı karşıya” kaldığı duygusuyla çarpışır bir aşamada (bkz: Ulağın Defterleri, 199099): Bir tür “dilbilimsel no man’s land”e doğru ilerlemekten korkar olmuş, anadilinin kendiliğindenliğinin usulcana yit rum bunları, en kolayı bu, ama başka türlü de adlandırılabilirler) arasında yaşıyorlardı: Yazmamanın olanaksızlığı, Almanca yazmanın olanaksızlığı, başka türlü yazmanın olanaksızlığı bunlara eklenebilecek dördüncü olanaksızlık bir de: Yazmanın olanaksızlığı”. Bu satırların Shoah’dan yıllar önce yazıldığını anımsatmak gerekir mi? Soykırımdan tansıksı biçimde sağ çıkan Kertezs’in, soykırımı kuşatan yazısını gidip Almancaya, celladının diline bağlaması gerçekten de en uç nokta. Anadilin’den uzaklaşma isteği, bir tek anavatana yönelik itkiyle tanımlanabilir diyemeyiz. Beckett’in, hepten değilse bile yarı yarıya anadiline mesafe almasının altında güçlü anaoğul ilişkisini çözme altamacının payı olduğu öne sürülmüştür. Ana, anavatan, anadil: Yazı evreni karmaşık. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Reklam Müdürü: Petek Öztürk ?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1198 31 OCAK 2013 ? SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle