Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Stefan Zweig’ın gözüyle Montaigne İnsani öz hiçbir zaman değişmez Stefan Zweig, Nazi Almanyası’nda kitaplarının yakılmasının ardından, hümanist düşünür Erasmus’la başladığı içsel yolculuğuna yine bir hümanistle, Montaigne’le noktayı koyar. Montaigne, yazarın 1942’de hayatına son vermeyi seçmesiyle yarım kalan son eserlerinden biri. Avrupa’yı Avrupa yapan filozof ve yazarları konu alan biyografiler üzerinden kendini anlama ve anlatma yolculuğunun Zweig için son uğrağı Montaigne. Stefan Zweig, “En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir” diyen Montaigne’de kendini bulur. Büyük Avrupa’yı geri dönüşü olmayacak şekilde sonlandıran İkinci Dünya Savaşı yıllarında, yaşamın ve yaşamanın insanın kendi iradesine bağlı olmaktan çıktığını fark eden son büyük Avrupalıdır Zweig. ? Kaya ÖZSEZGİN ağdaş yazın dünyasına deneme türünde seçkin ürünlerle katkıda bulunmuş olan bir yazarın, bu türün öncüsü sayabileceğimiz bir başka deneme yazarını gözlem ve inceleme masasına yatırmasından daha olağan ne olabilir? Özgür yorum seçeneklerinden hareketle, her çeşit konu üzerinde bakış yollarını alabildiğine açma olanağı veren deneme, dört yüzyıl arayla, birine (Montaigne) Rönesans kültürünün doruğa ulaştığı, ancak insani ilişkilerin ve sosyal yapılanmanın henüz belli standartları aşmaktan uzak bulunduğu bir dönemin penceresinden, ötekine ise (Stefan Zweig) büyük bir savaşın yakıp yıktığı, evrensel acıların paylaşıldığı bir çağ yangınının içinde yaşarken dünün dünyasına yön vermiş bir düşünce üzerinden yaklaşan iki yazarın karşılaşmasını olanaklı hale getiriyor. Zweig’a göre Montaigne, başka birçok yazarın aksine, belli bir yaşından sonra insana seslenebilen yazarlar sınıfındandır. Ancak belli bir deneyim birikiminden gelenlere sözü olabilir Montaigne’in. Nitekim Zweig’ın mensup olduğu kuşak da bir “dünya kargaşası”nın içine savrulmuş kuşak olarak ondan çok şey öğrenecektir. Zweig, onun denemelerini yirmi yaşında okuduğunda bunları ne yapacağını bilememişti. Ancak son kitabına konu yapmak Varlıklı bir aileden gelmesi, sadelik içinde azla yetinir olmasını etkilememiştir. Aldığı hümanist eğitim, çağın bir gereği olsa da o, bir anlamda kendini yetiştirmiş, en azından Latinceyi konuşStefan Zweig ma ve yazma becerisini elde etmiştir. Özgür iradesinin ve isteğinin uyandırılması yoluyla tat alabilmesini sağlayan önemli bir etkendir bu. Zeki sayılmayacağını ve belleğinin “olağanüstü zayıf” olduğunu söylemesi kadar, kendi kendinin öğretmeni ve öğrencisi olarak kalmak gibi bir kararlılık içinde bulunması da onun itirafları arasında sakınmadan dile getirdiği özellikleridir. Onun asıl sevdiği şey ise insanlarla bir arada olmaktır. Böylece kendi iç dünyasında bulduğu değerlerle başka insanlarda gözlemlediği değerlerin örtüştüğüne tanık olmanın zorunlu bir koşuludur bu. Kendine, bir başkasına bakar gibi bakmaya çalışır. Kendi kendisini büyüteç altına alırken, kendinde başkalarını da görmesi bundandır. Her insanda hem “ortak” olan bir yan, hem de “biriciklik” niteliğini taşıyan bir yanın bulunduğunu saptar. Kuşkusuz yaşamında kendine usta olarak bellediği bir isim olacaktır: La Boetie. Uzlaşmadan ve hoşgörüden yana olması, hocasından aktardığı bir yaşam düsturudur. “İç kale”sine kapanarak yaşamak istemesi ise kendi düşünceleriyle baş başa kalarak salim kafayla düşünme isteğinden kaynaklanır. Olgunluk yaşına vardığında Michel de Montaigne’in kim olduğu sorusu kafasını kurcaladıkça, çevresinden elini eteğini çekip dar bir merdivenle çıktığı odasının dört duvarı arasında bu sorunun yanıtını arayacaktır. Ancak onun yalnızlığının bir münzevinin yalnızlığı olmadığı da unutulmamalıdır Zweig’a göre. Stefan Zweig, burada Goethe’nin bölüm başlığına koyduğu sözüne vurgu yapar: “Düşünen insanın en güzel mutluluğu araştırılabileni araştırmaktır”. Kitaplığı, onun “krallığı”dır. Bütün sorunu, kendi ifadesiyle kendi yaşamına yön vermektir. Zweig’a göre o, “kendini arayan adam”dır artık. Sürekli olarak fikir değiştirmesi, bir gün Stoacı iken, ertesi gün Epikuroscu olması yadırganacak bir durum değildir. Kendini arayan adamın, farklı kaynaklara bakmasından daha doğal ne olabilir? Zweig, Montaigne’in hiçbir hedefe doğru ilerlemediği kanısındadır. Avare düşünüşe uygun düşen her yol, gene Zweig’a göre uygun olan yoldur. Aslında deneme yazını da böyle bir “yönsüzlüğü” gerektirmez mi? Şöyle diyor Zweig: “Montaigne’in en iyi yanlarını, onun yorulmak bilmez arama güdüsüne, merakına, zayıf belleğine borçluyuz.” İNSANA DAİR HER ŞEYİ SORGULAMAK Otuz sekiz yaşında kulesine çekildiğinde deneme yazılarının konusu da çeşitlenecek, insan yaşamını yönlendiren alışkanlıklar ve geleneksel toplum kuralları da Montaigne’in ilgi alanı içine girecektir. Örneğin evlilik bunlardan biridir. Gene ileri bir yaşında çıktığı yurt dışı yolculuklar konusunda o kadar iyimser değildir. Zweig’a göre, pek çok şeyi olduğu gibi, nasıl yolculuk yapılması gerektiğini de insan Montaigne’in yazdıklarından öğrenebilir. İtalya’da ilgisi fahişeler üzerinde yoğunlaşır. 1592’de ölümüne yakın bir dönemde Fransa’daki taht kavgasının içinde bulur kendini. Montaigne’in yaşadığı dönem, Avrupa’da mezhep kavgalarının gündemdeki yerini koruduğu yıllardır. Fransa’da din reformcusu Calvin’in “Hıristiyan dininin kurumları” adı altında basılan kitabı, bağnaz din devletinin sert ilkelerini içermekteydi. Birçok konuda olduğu gibi, bu ilkelere de itibar etmemişti Montaigne. Çünkü yargılarına boyun eğeceği “kendi yasaları ve kendi mahkemesi” vardı. Akıl süzgecinden geçirilmemiş hiçbir şeyin, bu yasalarla bağdaşması mümkün değildi. Sonradan Rousseau’nun yolunu aydınlatacak olan Etienne de la Boetie’nin monarşiye karşı geliştirdiği tavır, Montaigne için de ışık olmuştu. Bir kez daha dönelim: Stefan Zweig’ı, yaşamının sonunu eşiyle birlikte noktaladığı yıl (1942) kaleme aldığı Montaigne üzerine bir deneme kitabı yazmaya iten nedenler ne olabilir? Ahmet Cemal, kitabın girişine yazdığı önsözde, bunu, insana dair her şeyi sorgulamaya insandan yola çıkarak başlayan bir düşünürün, insanlığın büyük çöküşünü yine insandan yola çıkarak sorgulamak peşindeki bir başka büyük düşünürün karşılaşmasına bağlıyor ki, bu durum her şeyi felsefenin ana konusu olan insan varlığı açısından yorumlamayı ilke edinmiş olan hümanist düşüncenin varlığıyla da açıklanabilir. Zweig’a göre, Montaigne de yeryüzünde özgürlüğü yayabilen ve ayakta tutabilenlerden biri olarak, “herkes ve her şey karşısında” özgürlüğünü koruyabilmiş hümanist bir aydın tipini simgeler. Bu aydın tipi, Zweig figürüyle de örtüşür. Montaigne’in denemelerini her okuyuşumuzda, bizi saran şeyin insani özdeki değişmezlik olduğunun hemen farkına varırız. Zamanlar ve dönemler içindeki insanın yaşadığı çağla bütünleşen yönler var kuşkusuz, ama onun ötesinde insan, bütün nitelikleriyle bildiğimiz ve her durumda tanığı olduğumuz insandır. Stefan Zweig da bu gerçeğe vurgu yapmaktadır. ? Montaigne/ Stefan Zweig/ Çeviren: Ahmet Cemal/ Can Yayınları/ 128 s. için bu yazarı ele aldığında çok şey değişmiştir artık. Onun “yumuşak ve dengeli bilgeliği” yazarı kuşatmış. O halde vardığı yargıya hak vermek zorundayız: Montaigne, dört yüzyıllık büyük zaman aralığını aşmış, günümüze ulaşmıştır. Çağdaşımızdır o, bugünün ve geleceğin insanıdır. Çünkü o, bütün deneme yazıları boyunca bakışlarını kendi iç dünyasına çevirerek, aslında insan varlığının her şeye rağmen değişmeyen ve değişmeyecek olan yapısına ışık tutmuştur. Yani evrensel bir insan portresi çizmiş, bu insanı her yönüyle irdeleyerek onu, bütün tutkuları, yanlışları, doğruları, eğilimleri ve tükenmeyen zaaflarıyla sergilemiştir. ÖZGÜR DÜŞÜNCELİ İNSAN VE DÜNYA YURTTAŞI Kitapları dilimize en fazla aktarılan yazarların başında geliyor Stefan Zweig. Dolayısıyla Montaigne üzerine yorumlarını içeren kitabında kullandığı yönteme Türk okuru yabancı değil. Bu yöntemi, Dünün Dünyası ve Yarının Tarihi kitaplarından izlediğimiz gibi zaman içindeki değişimlerin sosyal ve tarihsel oluşumunu yönlendiren nedensel ilişkilere nesnel görüş açısıyla yaklaşma olarak özetlemek mümkün. Nitekim bu kitabında da bir yandan Montaigne’i biyografik ayrıntıların zeminine inerek yakından tanımaya çalışırken, bir yandan da onun deneme yazılarında açıp genişlettiği kavramlara, ana hatlarıyla değinmekte ve böylece yaşamıyla düşünür kimliği arasındaki bağıntıları açığa vurmaktadır. Daha doğrusu bu iki bakış açısı, kitabın iki ana izleğini oluşturmaktadır. Gerçekte hiç değer vermez göründüğü halde, aileden gelen soyluluk bağlarını yaşamı boyunca gündemde tutmuş olması, Michel Sieur de Montaigne’in, Bordeaux’lu Eyquem ailesinin mensubu olarak sağlık sorunları dışında rahat ve sıkıntısız bir yaşam sürmüş olmasının da nedenidir. Buna karşın, yazar, Montaigne’in özgür düşünceli insan ve dünya yurttaşı olarak bütün zamanların ve ülkelerin ötesinde ortaya çıkabilmiş olmasını, babasının etkisiyle bütün önyargılardan uzak durabilmesine bağlıyor. Ç SAYFA 20 ? 18 EKİM 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1183