Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O V kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Laura’nın Aslı ladimir Nabokov’un İsviçre’de bir banka kasasında saklanan son eseri Laura’nın Aslı’nın yayını Nabokov severler tarafından heyecanla karşılanırken büyük tartışmalar da yarattı. Nabokov’un ölümünü ardından imha etmesi için karısına verdiği ve gerçekte bir roman için kartlara yazılmış notlardan oluşan Laura’nın Aslı’nı yok etmeye eşi Vera’nın gönlü el vermemiş. Çünkü Nabokov’un daha önce de bu tür imha arzuları olduğunu hatırlamış. Yıllar önce çöp yakıcısına atarken kocasının elinden Lolita’yı çekip almış. Hem de iki ayrı teşebbüste... Çünkü Nabokov’un Rusça’da kaleme aldığı ve Lolita’nın ilk versiyonu olan Volşebnik’i yok ettiğini ya da kaybettiğini biliyormuş. Tüm bunları Vladimir Nabokov’un oğlu Dmitri anlatıyor önsözde. Derdi bu notları babasının defalarca tekrar ettiği vasiyetine rağmen neden imha etmeyip yayımlanmasına karar verdiği konusunda biz okurları ve tabii münafık eleştirmenleri ikna etmek. Dmitri, annesinin ölümünden sonra banka kasasında bir kutunun içinde dizilmiş kartlar halinde buluyor Laura’nın Aslı’nı. Nabokov her eserinde olduğu gibi Laura’nın Aslı’nı da kartlara yazmış. Yazma sürecinde bu kartların sıralaması değişebiliyor, böylece de romanın yapısı da farklı bir hal alıyormuş. Yani ortada bitmiş bir roman olmadığı gibi, son biçimini almış bir metin de yok. Kartların sıralamasını Dmitri yapıyor. Nihayet Türkçede de okuduğumuz metin Laura’nın Aslı’nın (2012, çev. Fatih Özgüven, İletişim yay.) Dmitri tarafından kurgulanmış hali. Bir başka editör kartları başka türlü dizebilirdi. O nedenle metnin illa okura ulaşması isteniyorsa Nabokov’un yazdığı şekilde kartlara basılabilirdi ve her okur kartları kendine göre tekrar sıralayabilirdi. Bunun yerine üstte kartların tıpkı basımı altta çevirisi şeklinde bir düzen tercih edilmiş. Yani metni Dmitri’nin düzenlediği haliyle okumak durumundayız. Laura’nın Aslı’nın Dmitri tarafından kurgulanmış ya da sıralanmış halinden bütünlüklü bir öykü çıkartmak mümkün değil. Nabokov notlarında kült eseri Lolita’yı hatırlatan kahramanlar yaratmış. Sonradan adı Laura olacak olan Flora Lolita’ya benzemekle kalmıyor onunla tıpa tıp benzeyen bir öyküsü var. Çevresinde dönen adamın adı da Hubert H. Hubert. Sonra notlar hastalık hali, ölüme hazırlık, anadile özlem gibi konulara kayıyor. Satır aralarından fışkıran yoğun bir cinsellik de var. Bir sevgiliden diğerine koşarken zaman zaman uğrayan genç karısını bekleyen yaşlı kocanın kendi kendine hesaplaşmalarını, iç dökmelerini okuyoruz. Nabokov gibi kahramanı da ölüm döşeğinde. Tartışmanın odak noktasında ölümünden 32 yıl sonra Nabokov’un bu metni yayımlanmalı mıydı sorusu var ki eleştirmenler kadar okuru da ikircikli bir ruh haline sokan bir soru bu. Zaten, Dmitri de metni yayımlatmasıSAYFA 12 ? 18 EKİM 2012 na rağmen “Lanetlenmeli miyim, teşekkür mü edilmeli bana?” diye sormadan edemiyor. Açıkça söylemeliyim ki Laura’nın Aslı Nabokov’un eserine yeni bir şey katmıyor. Yayımlanmasa da olurdu. Ama Nabokov meraklıları kadar roman yazan, roman tekniği üzerinde kafa yoranlar açısından bu metnin yayımlanması iyi olmuş. Böylece Nabokov’un eserinin ham halindeyken nasıl bir metin olduğunu görüyoruz ve yayımlanmış eserlerini hatırlayıp kartlardaki bu metinleri nasıl ustaca kaleme alıp ve kurgulayıp romanlaştırdığını düşünme fırsatını buluyoruz. Nabokov’la boy ölçüşebileceğini düşünen bir yazar Laura’nın Aslı’nı oluşturan notlardan bir roman kaleme alsa o da çok değişik bir deneyim olurdu. DÜNYAM Tanpınar sadece kendi görüşlerinden, eserlerinden oluşan bir dergi çıkartmayı planlıyormuş. “Kendi fikirlerim, kendi görüşüm, kendi şiirlerim. Adı: Dünyam.” Handan İnci, Tanpınar’ın görsel biyografisine isim arar ken aklına gelmiş bu isim. Tanpınar, Türk edebiyatında hakkında en çok araştırma yapılan, tez yazılan yazarlardan belki de birincisidir. Akademistlerin ilgisine mazhar olmuş nadir yazarlardandır. Geçen yıllara kadar Çağdaş Türk Edebiyatı dersleri Tanpınar’la son bulurdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki vefalı asistanları ve öğrencileri sayesinde Tanpınar çok araştırılmakla kalmadı iyi bir bibliyografyası yapıldı ve neredeyse yayımlanmamış, dergi sayfalarında kalıp kitaplaşmamış hiçbir eseri kalmadı. Mektuplarını da okuduk, en mahrem notlarını, günlüklerini de. Tek eksiğimiz dört başı mamur bir Tanpınar biyografisi. Handan İnci, İ.Ü. Türkiyat Enstitüsü arşivinde çalışırken Tanpınar’a ait yetmişe yakın yeni (yayımlanmamış) fotoğraf ve bazı belgeler bulmuş. Dünyam’ı (Küçükçekmece Belediyesi yayını) hazırlamasının nedeni de bu fotoğrafları kamuoyu ile paylaşma arzusu olmalı. Ama Handan İnci, yetmiş fotoğraf pekâlâ bir Tanpınar albümü için yetecekken bununla yetinmemiş ve bir görsel biyografi oluşturmaya karar vermiş. Orhan Okay’ın 2010’da yayımladığı Bir Hülya Adamı’nın Romanı kitabında yer alan belgeler ve fotoğraflar başta olmak üzere İsmail Kara, Celal Gözütok, Yusuf Çağlar gibi arşivlerinde Tanpınar fotoğrafları ve belgeleri bulunan araştırmacılardan da destek almış. Metnini de Orhan Okay’ın kitabının sonunda yer alan ve oldukça ayrıntılı olan kronolojik biyografiyi esas alarak oluşturmuş. Biyografi metnini görsellerle bağlantılı olarak Tanpınar’ın kendi hakkında yazdıkları ve araştırmacıların Tanpınar biyografisine katkıda bulunan önemli çalışmalarından alıntılarla oluşturmuş. 1901’den 1961’e kadar yıl yıl Tanpınar fotoğrafları ile ilerlerken görsel malzemeye yazarın “yaşadığı yerlerin, okuduğu kitapların, etkilendiği yazarların, gördüğü sevdiği tabloların, ziyaret ettiği mekânların da fo toğrafları”nı eklemiş. Sonuçta Tanpınar’ın altmış yıllık hayat öyküsü hem yazılı hem de görsel olarak ortaya çıkmış. Tanpınar’ın ilk defa gördüğümüz fotoğraflarının değerini bir kez daha işaret ettikten sonra nüfus cüzdanı örneği ile başlayan görsel biyografinin Tanpınar’ın hayatındaki insanları tanımak, kişi olarak görüntüsünü daha da net belleklere kazımak açısından önemli birçok veri ile karşılaşacağınızı söylemeliyim. Tanpınar “Ben Şehzadebaşılıyım. Semtin her taşına ayrı ayrı bağlıyım” dese de babasının kadılık görevi nedeniyle özellikle çocukluk ve gençlik yılları Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde geçmiş. Ergani Maden, Sinop, Siirt, Kerkük, Antalya bulunduğu şehirlerden bazıları. Yahya Kemal’in öğrencisi olduğu üniversite yıllarından sonra Erzurum’da, Konya’da, Ankara’da öğretmenlik yapmış. O yıllarda çekilmiş fotoğraflarda edebiyat ve sanatın birçok simasını Tanpınar’ın arkadaşı ya da öğrencisi olarak görüyoruz. Görev yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi ve konservatuvarı müzik ve resim sanatını öğrenmesinde ona da birer okul olmuş. İstanbul Üniversitesi’nde görev yaptığı yıllar, asistanlar, öğrenciler, meslektaşlar, milletvekilliği, ilk eserlerinin yayımlanışı, edebiyat, resim ve müzik dünyasından dostlar, Yahya Kemal’le sohbet edilen masalar, yurtdışı gezileri... Tüm fotoğraflar, belgeler ve alıntılarla ustaca kurgulanmış metin ayrıntılı bir Tanpınar biyografisi çıkartmış ortaya. Artık belleğimizdeki Tanpınar görüntüsü çok daha net. Eldeki esere rağmen Handan İnci “Tanpınar’ın hayatını bilgi ve belgelere göre inşa etmek gerekir” diyerek “şu andaki verilerle bu çalışmanın eksiksiz ortaya çıkarılması mümkün görünmüyor. Günlerini kaydettiği kimi defterlerin kayıp olması, arşivinden veya süreli yayın taramalarından hakkında hâlâ bazı yeni bilgilere ulaşılabilmesi bu işi güçleştiriyor” diyor. Handan İnci’nin bu sözlerini titiz bir akademisyenin çekinceleri olarak anlıyorum. Akademisyen bakışıyla Handan İnci haklı gibi görünse de bu tip eserlerin yayımlarından sonra gelen katkılarla her yeni baskıda gelişip mükemmelleştiğini hatırlatmalıyım. Dünyam, Tanpınar’ın vefatının ellinci yılı anısına düzenlenen bir etkinliği kalıcılaştırmak amacıyla Küçükçekmece Belediyesi’nce yayımlanmış. Basın Kanunu’nun gerektirdiği künye sayfası, FSEK’in şartı olan bandrol gibi yasal, kimin bastığı, kimin tasarladığı gibi etik eksiklikleri görmezden gelip başkan Aziz Yeniay’ın şahsında bu işi akıl edenleri kutlayalım. Kitap yayımının sadece basmakla bitmediğini onu okurlara ulaştırmak gibi bir aşama da olduğunu hatırlatalım. Küçükçekmece Belediyesi’nin bu yayınına şimdilik ulaşmak mümkün görünmüyor. Oysa bir yayınevi ile işbirliği yapılsaydı bu kitabı okurlar da kitapçılardan edinebilecekti. ? Vladimir Nabokov CUMHURİYET KİTAP SAYI 1183