Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
. yan l harer: “(…) anlar oyur insanı koyudeğil, maki ve malar, al bağetiriyor. tam i Felyan, yaşadıkli olasanları ar ve diye ar üzean anlemini çalışırelkülıcı etmamış fe Sözesi” m haleninin en bir aire, ik tubir insan coşir. lonun elinde nlarını arın man dini bildiğiştuğu r” (s. ? arasındaki ilişkilerini düzenleyen toplumlarda, kamu düzenlerinde, keyfiliğe artık hiç pay düşmeyecek ya da yapılacak eleştirilerle daha az pay düşecek; büyük bir olasılıkla “hukuk düzeni” kurulacaktır. Yasalara, hukuk düzenine tüm toplumu örgütlemede ve yönetmede birincilliği veren Voltaire, yaptığı bir kurgulamada şöyle der: “Danışman: ‘Peki, hangi devlette, hangi yönetim altında yaşamayı yeğ tutardınız?’ (…) dedi. Arkadaşı: ‘Kendi yurdumdan başka her yerde,’ dedi; ‘birçok Siyamlı, Tonkinli, İranlı, Türk gördüm; onlar da böyle söylüyorlardı.’ Avrupalı: ‘Canım’ dedi, ‘hangi devleti yeğ tutardınız, onu söylesenize?’ Brahman cevap verdi: ‘Yasalardan başka hiçbir şeye boyun eğilmeyen devlet.’ Danışman: ‘Bu çok eski bir cevaptır,’ dedi. Brahman: ‘Eskidir, ama değerini kaybetmemiştir,’ dedi. Danışman: ‘Peki nerede o ülke?’ dedi. Brahman da: ‘Aramalı’ dedi” (s. 194). Voltaire günümüzde yaşıyor olsa, yasaya uygunlukla, insan haklarına, etiğe, hukuka dayalılık arasındaki ince ayrımı da dikkate alıp öyle yanıt verirdi sanırım, çünkü yasaya salt boyun eğmek de yetmiyor, her şeyden önce yasanın nasıl, neye, hangi temel ilkelere dayalı olarak oluşturulduğu da artık büyük önem taşıyor. Törelerin, geleneklerin, önyargıların, boşinanların/ boşinançların yerelliğine sürekli olarak dikkati çeken ve insanı incelikli bir biçimde sürekli olarak düşünmeye davet eden Voltaire, inanç içeriklerinin ussallaştırılmasını en büyük tehlike olarak görür. Bir Sokrates ve bir Montaigne öğrencisi olarak kendini bilmeyi, bilgisinin sınırlarını sürekli olarak yoklamayı, “ne bilirim?” sorusunun yanıtını merakına konu edinmeyi önemseyen belleği güçlü Voltaire deist tutumuyla şöyle bir değerlendirme yapar: “Diyeceksiniz ki, doymak bilmeyen merakımız, rahatlığa olan bitip tükenmez susuzluğumuz için böyle kendi kendimizi bilemeyişimiz ne acıklı bir şey!” (s. 448) Bilmediğinin farkında ol(a)mamak ya da neyi bilip neyi bilemeyeceğinin hesabını ver(e)memek de bir o kadar zor bir durum: “Bunca fikir sahibi olup, rdiği temeliyi bir argılarşilerin armaya anaşırı bu anr söycisi elişa adaa ilişkimeye ir. Bu, ar ? 1142 Zaman içinde bulunduğu yerelkültürel yapının belli belirsiz kısıtlayıcı etkisinden kendini tam da kurtaramamış olmakla birlikte Voltaire’in Felsefe Sözlüğü’ne “Aydınlanma’nın Bildirgesi” olarak bakabiliriz. fikrin özünü, ne olduğunu daha doğru dürüst bilememek çok acıklı bir şey. Gerçekten öyle; ama bilmediğini biliyormuş sanmak daha da acıklı, daha da budalaca bir şeydir” (s. 244). İnsanlığın özellikle tarih yazımında kendine yer bulan ortak kimliği, neredeyse kuruntular üzerinde somutlanıyor. İnsan, tüm kuruntularını değişmez, vazgeçilmez bir “öz”müş gibi algılıyor. İşte bu türden bir algılamanın farkına varan da filozoftur; farkına varılan da felsefenin, filozofun “gör!” dedikleridir. Filozof, bu tutumuyla, “gör!” dedikleri aracılığıyla ulusun da üstüne çıkar. Voltaire bunun farkındadır; bu bağlamda şöyle der: “(…) bence asıl ulus denen şeyle ulusun üstünde kalan bir filozoflar toplumunu birbirinden ayırt etmek gerekir.” (s. 480) Voltaire’in Felsefe Sözlüğü, inanca, boşinana/ boşinanca felsefe aracılığıyla, akıl aracılığıyla sınır çekmenin serüvenidir: “Akıldan başka bir şey olmayan felsefe zekâsı, aklı başında, efendiden insanların (…) kullandıkları biricik panzehir olmuştur” (s. 528). Her türlü olumsuzluğa karşın insan dünyasında önceki dönemlere oranla elbette değerlere ilişkin belli bir ilerleme, gelişme kaydedilmiştir. Ancak bu olsa olsa, inançlarına sınır çeken, düşünen insanların sayesinde olmuştur. Bu noktada Voltaire’in yaptığı şu saptama büyük önem taşımaktadır: “Din artık iç savaşlar doğurmuyorsa, bunu yalnız felsefeye borçluyuz” (s. 555). Bununla birlikte, psikolojik temellere sınır çekmekten her uzaklaşma çabası, günümüzde de olduğu gibi, özcü tutumlarla beslenerek, insanları yeniden çatışmaların içine çekebiliyor. Bağnazlık, insan dünyasında hâlâ hükmünü sürüyor; öyleyse, Voltaire’in bağnazlığa ilişkin sözlerine kulak verelim: “Bağnazlık insanın beynini sarmayagörsün, artık hastalık şifasız gibidir. (…) bağnazlara yol gösterenler, onların eline bıçağı tutuşturanlar genellikle düzenbazlardır.” (ss. 205) Voltaire, hem kendisini hem de başka insanları, kavramlarını, değerlerini, eylemlerini sürekli olarak eleştirmeye çağıran; ister dışdünyada, ister düşünmede, ister dilde olsun, her türlü varolana belli bir uzaklıktan bakma konusunda insanı, düşüneni cesaretlendiren bir kişi olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların önyargılarında, kuruntularında tümüyle kendilerine ait olan, bireysel olan inanışlarında anlaşmalarının olanak dışı olduğunun altını çiziyor ve bu türden ortamların sürekli olarak çatışmayı kışkırttığını göstermeye çalışıyor. Onun çağrısı, düşünmeye, aklını cesaretle ve tutarlı bir biçimde kullanmaya ilişkin bir çağrı. Böyle bir çağrıyı içtenlikle duyumsayacak olanlar ancak gerçek anlamda savaş karşıtı olabilirler; barışı yaratabilirler, koruyabilirler ve sürdürebilirler. Daha iyi bir dünya arayışını salt dinsel kökenli bir anlayışla çerçevelendirmenin doğru olmadığını –tüm yaşamında Leibniz’e karşı çıkışlarında da– tutarlı bir biçimde ortaya koyan Voltaire’in gözüyle dünyanın gidişatına, başka bir deyişle dünya tarihine, insanın eylemlerine ve bu eylemleri çerçeveleyen kavramlara bulunduğumuz noktadan bir kez daha bakmak çok anlamlı olsa gerek, kendimizi, insanlığı, dünyayı, bilgiyi, bilgi olmayanı anlamak için, “insanlaşmak” için. ? Felsefe Sözlüğü/ Voltaire/ Çeviren: Lutfi Ay/ İnkılâp Kitabevi/ 682 s. 5 OCAK 2012 ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1142