Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ne doğbaşyazkiye’simaktır eolojiöylece, luğu, öken doğan arına kiye Kemate, bir ardındealizarihişaret antılar ş ve içerir. disini leri in, yaunsuık kenın ifatan yorlümü apanış nın ının bu ni çö ve e büçelişkigıcıyla ere sendan... şında daki mdiki cukluken atıcıtasaDal gibi siyurin, n Kafya darçalaGenç olduğuni” klılık nda eklenti da, tırken, yarak leceğe çünkü ılar çmişe an, danişe, mekle önük eğişimi ? bütünsellik arayışı, farklı edebiyat türleri ve geleneklerinden beslenerek kurduğu metinler arası ilişkilerle Dağın Öteki Yüzü ile akrabalığı belirgin bir metin olarak çıkar karşımıza. Dağın Öteki Yüzü’nde olduğu gibi, bu romanda da yazar için “kişinin içine doğduğu tarihselliğin sınırları,” tekil bireysel yaşamların belirleyicisidir (278). Bireyin tarihinin, ülkenin ve dönemin tarihinden ayrılarak anlatılamayacağını öngören Atasü, Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı’nda da bireysel ve toplumsal olanı birbirine örer ve romanın ana karakteri Güneş Saygılı’nın yaşamını, bu yaşamın kapladığı dönemin toplumsal ve siyasal tarihiyle ve bu yaşamın sahnesi olan başkentle karşılıklı etkileşim ilişkisi içinde anlatır. Güneş Saygılı’nın yaşamöyküsü, temelde bir kuşağın daha mükemmel bir dünya için kurdukları düşlerin ve ardından yaşadıkları düş kırıklığının öyküsüdür. Güneş Saygılı, ilkgençlikleri Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş yıllarına rastlayan “ilkelere inanarak yetişmiş” annebabasının kuşağını, “gün doğumu çocukları” olarak anar (109). Oysa beklenenin aksine, kendi kuşağı, anne babasını var eden aydınlanma tasarımının çöküşüne, terk edilişine tanıklık etmiştir. Aydınlanma tasarımının Türkiye örneğinde ağır tehdide maruz kalması, romanın ana izleğidir. Akıl ve bilimin, yeryüzünden cehaleti, yoksulluğu, adaletsizliği silerek bir yeryüzü cenneti ve çağdaş bir toplum yaratacağı inancının yitirilmesi, modernitenin olduğu kadar moderniteye yaslanan sol eğilimli siyasi görüşlerin de çöküşüdür. Roman, sol siyasi akımlarla beslenen 60’lı, 70’li yılların, emeğe saygılı, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı bir dünya yaratma düşlerinin, 71 ve 80 darbelerinin sarsıntılarıyla yıkılışını, ortak hayal ve umutlar tükenirken, Türkiye’nin insanın değersizleştirildiği paranın kutsallaştırıldığı bir düzen ve ekonomiye teslim olması sürecini, romanın açılışında genç bir kadın olan Güneş Saygılı’nın yaşlanma süreciyle koşut olarak işler. Metin, bir yanda ana karakterin gençliğini, diğer yanda ait olduğu kuşağın yaşama coşkusunu ve dünyayı değiştirme umudunu yitirmesi üzerine odaklandığı için, kaçınılmaz olarak ortaya bir çöküş anlatısı çıkmaktadır. caman bir yay” çizerek “başa” döner; çünkü “Zaman asla döngüyü kapatmaz; zaman sarmallarla akar...” (280). Yirminci yüzyılın sonu, çöküşü, çözülmeyi işaret etse de, bu çözülmenin içinden yaşamın doğacağı savlanır: “Yüzyıl bitiminde uygarlığın yabanıl alaşımı milyonlarca atomun, milyarlarca elektronun çözülmenin ritmiyle fokurdadığı, yaşama gebe ölümcül bir bulamaç... Işık düşecek bu cehennem sıvısına ve... Mucize!... Milyarlarca yıl önce yaşam da... böyle doğmadı mı?” (279)4 Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı da “uygarlığın yabanıl alaşımı[nı]” patlatarak geride yeni başlangıçlara ve “yaşama gebe” bir karışım bırakır (279). ÇARPICI FARKLAR... Atasü’nün ilk romanı Dağın Öteki Yüzü, mecazi anlamda dağın öteki yüzüne, inişe ve çöküşe işaret etmekle birlikte, nihaî olarak geleceğe dönük umutlu bir bakışla, yaşamı onaylayarak sonlanırken, Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı’nda zamanın ve mekânın tükendiği, dolayısıyla umudun tümden yok olduğu bir noktada sonlanır roman. İki anlatının ortaya koyduğu gelecek tasarımlarının farkı çarpıcıdır. Dağın Öteki Yüzü, yaşamı ve ölümü süreklilik motifi ile birbirine örerken, sürekliliğin içindeki hasar ve kırılmaların “coşkuyla onarılabildiğini” düşünür (281). Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı ise yarattığı kara ütopyanın dehşetiyle, varılan noktanın vahametine dikkat çekerek umut ve gelecek öngörülerimizin yeniden gözden geçirilmesini dayatır. Bununla birlikte, Dağın Öteki Yüzü’yle organik bağları çerçevesinde, Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı, bir umutsuzluk ve yok oluş anlatısından ziyade, mevcut olanı imha ederek yeni başlangıçlara yer açan, böylece alternatif ve bütünsel yeni projelerin üretilmesinin de önünü açmayı amaçlayan bir metin olarak okunmayı hak eder. Atasü’nün son romanı Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı, yaslandığı ve beslendiği yazınsal gelenekler açısından zengin, kusursuz duru dili, etkili mecaz ve simgeleri, sağlam kurgusuyla edebi değeri tartışılmaz bir eser olarak Atasü’nün yazarlığında bir dönüm noktasıdır. Bunun ötesinde, bugün hep birlikte işgal ettiğimiz anın tıkanmışlığında, geleceğe dair öngörüleri ve örtük önerileriyle, düşünsel ve kuramsal anlamda da kesinlikle tartışılması gereken ve bu şekilde geleceğe dönük alternatif tasarımların oluşumuna katkıda bulunabilecek önemli bir romandır. ? Dağın Öteki Yüzünde, “Bir kuşak önceki kuşaktan doğuyor, bir sonraki kuşağa batıyordu...” diyen Erendiz Atasü torunuyla. ŞEHRİN ROMANI Öte yandan Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı, bir kuşağın romanı olmasının yanı sıra, Dağın Öteki Yüzü’nden farklı olarak bir şehrin romanıdır ve anlatı mekânı olan başkentin yirminci yüzyılın ikinci yarısında başlayan el değiştirme sürecini anlatır. Kırsaldan ve tarımsal üretimden koparak şehirlere akan nüfus, toplumdaki ekonomik altyapının dönüşümleri, güçlü ve yaygın bir sanayileşme sağlayamadığı için, feodal kültürün ilişki biçimlerini geride bırakarak şehirlileşememiş, bu durumdan kaynaklanan çelişki ve uyumsuzluklar şehri yormuş ve yıpratmıştır. Modern olmayı başaramamış bir kapitalist metropol olarak çizilen şehir, modernite projesinin başarısızlığı olarak ortaya konur romanda. Gerek Güneş Saygılı ve kuşağı, gerekse bu kuşağın dönüşümüne tanıklık ettikleri şehir açısından roman ‘dağın öteki yüzünü’, yani zirveye tırmanışı değil inişi anlatır. Güneş ve kuşağının, romanda anlatılan ygıen güklaDağın n degeçmişe aygılaatı a ? 1142 dönem içinde yaşadığı fiziksel çöküş ve duygusal yitimlere koşut olarak, simgesi ‘güneş’ olan şehir de ışığını yitirerek kararmaktadır. İnsandoğa ilişkisi, başkentin büyüme sürecinde uyumdan çatışmaya doğru değişirken, metin, doğa ile insanın birbirinden çözülemez varlıklarına işaret ederek aslında insanın da doğa olduğu gerçeğini vurgulamayı hedefler. Bu romanda yazarın ilgi ve kaygı alanları genişlemiş, Dağın Öteki Yüzü’nde karşımıza çıkan insana ve ülkeye ilişkin kaygıların yanına, insanın ve onun yarattığı “uygarlığın” zarar verdiği doğa eklenmiştir. Bu romanda yazar, insanın üzerine uygarlığını kurduğunu doğayı yok saymasının da yok etmesinin de bedeli olduğunu vurgular. Romanın son bölümü, yozlaşmış bir toplum ve uygarlığın çöküşüne tanıklık eden apokaliptik bir anlatıdır; yani romanın ana karakteri Güneş’in, zamanın ve mekânın sonuna dair kaygılarını dillendirdiği bölümdür bu: “Ama ya geleceğin de sonuna gelinmişse?.. İnsan da, yeryüzünden silinmiş onca canlı türü gibi yok olabilir günün birinde” (250). Oysaki Güneş, “zamanın ... kâinata veda edeceği bir kıyamet gününe doğru eğrilişine” tanıklık etmek istememektedir (257). Zaman ve mekânın tükendiği düşünülen noktada yoğun bir karamsarlık ve derin bir umutsuzluk duygusu egemen olur anlatıya. Apokaliptik anlatılarda uygarlığın çöküşü ve dünyanın sonu, nükleer savaş, salgın hastalık ya da doğal bir felaketle gelir. Bu romanda Atasü, apokaliptik anlatı geleneğinden yararlanarak türün bazı özelliklerini kendi metninde altını çizmek istediği sorunlar çerçevesinde kullanır ve çöplerden kaynaklanan bir salgın hastalıkla sonlandırır kendi romanındaki dünyayı (207). Romanda, “yaratıkların en belalısı insanı dizginlemek için, doğanın... türettiği söyle[nen]” virüslerin etkin hale geçmelerinden, şehri ve insanlarını zehirleme aşamasına gelmelerine uzanan süreçte çöpler özel bir işlev yüklenmişlerdir (229). Yazar, çöpü, günümüz tüketim toplumunun metaforu olarak kullanmanın ötesinde, söz konusu dönemde ülkedeki sağlıksız ekonomik ve toplumsal gelişmelere dikkat çekecek şekilde kullanır: Yeni yüzyıla girerken köyden kente göç artarak devam etmekte, ancak yeni gelenler üretime dahil edilmek yerine, tüketimin atık ve artıkları olan çöplerle uğraşan “çöp adamlara” dönüşmektedirler (207). Yirmi birinci yüzyılın başında, Latife Tekin’in çeyrek yüzyıl önceki “çöp” masallarından3 farklı olarak, artık çöplerin içinden yeni bir hayatın doğması olanağı yoktur; tersine çöplerin içinden “devasız bir salgın,” başkentin ve uygarlığın sonunu getirecek ölüm türeyecektir (256). Ütopya olarak adlandırılabilecek kusursuz bir düzen ve toplum yaratma düşüyle yola çıkmış olan Güneş ve kuşağının, kendilerini, tüm toplumsal bağların çözüldüğü buyurgan ve baskıcı bir düzen, yani bir karşıütopya içinde bulmaları, yaşamaktan kaçamadıkları bir çelişkidir ve karakterlerden her biri bu çelişkiyle kendilerince baş etmeye çalışır. Kimi yeni düzenle uzlaşırken, kimi de tepkilerini yatıştırıp acısını uyuşturacak farklı yöntemler geliştirir. Güneş’in aşamalı bir değişim sonucunda kendini içinde bulduğu bu karanlık dünyaya nihai tepkisi, “çürümeye durmuş bir dünya” ve artık tanınmaz hale gelerek “çöp yığınları arasında kokuşan şehri” terk etme kararı almasıdır (192;197). Güneş Saygılı’nın hayat yolculuğu, ne yazık ki onu ışıklı bir ütopya düşünden kapkaranlık bir distopya gerçeğine taşımıştır. Kendini içinde bulduğu dünya, özgürlüklerin yok edildiği, baskıcı bir düzenin hüküm sürdüğü, cehennemden farksız bir karaütopya dünyasıdır. Yazarın Dağın Öteki Yüzü’nde ortaya koyduğu zaman algısı, son romanını çözümlemede anahtar bir işlev yüklenir. Dağın Öteki Yüzü’nde yüzyıl, “ko 1) Dağın Öteki Yüzü (1995) İstanbul: Remzi Kitabevi, 1997. Dağın Öteki Yüzü’nden yapılan alıntılarda bu baskı kullanılmıştır. 2) Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı. İstanbul: Everest Yayınları, 2011. 3)Tekin, Latife. Berci Kristin Çöp Masalları (1984) İstanbul: Everest Yayınları, 2003. 4) İtalikler bana aittir ve vurgulama amaçlı kullanılmışlardır. *Prof.Dr., Ege Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Atasü’nün son romanı Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı, değeri tartışılmaz bir eser olarak yazarlığında bir dönüm noktasıdır. Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı/ Erendiz Atasü/ Everest Yayınları, İst., 2011/ 291 s. 5 OCAK 2012 ? SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1142