18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

hem ünceyi k çok mese i safm dediğerbenük kıslamda Meh doğru. çarki yüzlsa da üyor, nin da güeçen risi u roe kayanını daşlaözle ¥ çerçevelenmiş ve duvara çivilenmiş bir resim gibi Emine. Öyle. Ne erkek kardeşi gibi haylaz ne ablası gibi sofu, bağnaz biri, ikisinin arasında. Bu nedenle de bütün duyguları daha sığ. Babaya, abiye teslim, ablanın ister istemez etkisinde. Kocaya da gönüllü teslim olmak içselinde hep var. Gerçi Mehmet en başında Emine’ye baskı anlamında, din öğretisinin kocaya verdiği hakları kullanmayacağım diyor ve kullanmıyor. Hatta sonraları zaman zaman bundan yakınsa da... Kadıoğulları nasıl bir aile yapısına sahip? Kayseri doğumlu, muhafazakâr, işe belki onyıllarca önce esnaflıkla başlamış sonra uyanık bir damat vasıtasıyla inşaat ve sanayiye geçmiş; Adana’ya gitmek yerine İstanbul’a gelmiş; politik ilişkiler kurmuş ve bu ilişkilerini kullanarak kısa zamanda zengin olmuş bir aile. Özellikle baba için bir tek şey var; zenginlik ve para. Çünkü kendisini zenginlik ve parayla gerçekleştiriyor, var ediyor. Kişiliğinin en önemli özelliği para kazanabilmek. Aslında ailede bir sürü renk var. Öyle bir aile ki bağnazı da var, zırzop evladı da... Ama aralarında ortada olan daha doğrusu arafta olan Emine. SUM’ ar etraürseniz n meseaşal gayet çıkaramasudonist. arakter. enilen en keş sa bir Aslı’ya de ise fark disi erkezci onun un için ndisi yaya ne un yadan üyürse ne’yi or hem ‘ROMAN, TÜRBANI SORUN OLARAK ELE ALMIYOR’ Roman örtünmeye, türbana nasıl yaklaşıyor? Roman, türbanı bir sorun olarak koymuyor ortaya. Daha çok simgesel olarak üzerinde duruyor. Yer yer Mehmet ile Emine’nin üstü kapalı, saygılı çatışmaları bağlamında da yansıyor bu kurguya. Aslında dışta türbanlı bir kız Emine ama bildiğimiz klasik türbanlı gibi değil. Modern giyinip neredeyse eşarba benzeyen bir örtüş şekli var. İçerde ise bambaşka biri, öteki kadınlardan öyle çok da farklı değil. Zaten bir müddet sonra da Emine’nin türbanlı olup olmadığının pek önemi kalmıyor izlekte. Türbanla ilgili Hasan Hoca’nın yaklaşımı da önemli... Biz türban konusunu doğal olarak üniversiteli genç kızlar üzerinden algıladık daha çok, fakat türbanın bir de sınıfsal bir gerçeği var. Türbanlı genç kızların çoğunluğunu yoksul kızlar oluşturuyor. Bu kızlar yoksul mahallelerde, yoksul evlerde yaşıyor. Sendikasız işçi olarak tekstil atölyelerinde çalışıyor. Türbanları değil yoksullukları asıl konu; asıl sorunsal bu. Hasan Hoca, türbanı dinin şartı gibi görenlere seslenerek şöyle diyor: “Dinin kurallarını ille de örtünmek ya da işte türban takmak olarak dikte edemezsiniz, zorlayamazsınız” diyor ve “Din tehdit değil tekliftir” diye ekliyor. ‘BUGÜN MÜSLÜMANLIK, LİBERAL KAPİTALİZMİN KOÇBAŞI OLARAK KULLANILIYOR” Dine, Müslüman burjuvazinin kendini nasıl koruduğuna, “sermaye her yerde sermayedir”i nasıl dediğine ilişkin Hasan Hoca’nın dilinden yine enteresan yaklaşımlar dile getiriliyor. Ticaret ise Müslüman kişiler için neredeyse Allah emri gibi! Şöyle anlatmaya çalışayım; bizde, edebiyatta Müslüman tipi dendiğinde, eğer sağdan yazıldıysa çok ulvi, nur içinde devinen bir adam, soldan yazıldıysa sakallı, gerici, mürteci bir tip resmedilir. Her iki yaklaşım da karakter yaratmaz, bunlar daha çok tiptir. Aslında dindar adam bunlardan farklıdır. Dindar başka, dinci başka. Bugünkü politik hareketin dümenin evi dan sumiir nensizdir nda bi... dın. Üç u ama ¥ deki Müslümanlara hâkim olan tavır, para, daha çok para kazanma arzusu... Bugün liberal kapitalist zihniyet Müslümanlığı koçbaşı olarak kullanıyor da diyebiliriz. Bunlar Batıcı, sistemle hiçbir sorunları olmayan insanlar. Ama Müslümanlığın başka bir yönü daha var, en azından hem dünyada hem Türkiye’de bunun sözünü eden, bu yönünü yorumlamaya çalışanlar var. Onlar, Müslümanlık zenginden değil, yoksuldan yanadır, İslam, kapitalizmden çok kamuculuğa yakındır diyorlar. Hasan Hoca’nın görüşleri, bazı sözleri birebir bu kişilerin söylediklerinden oluşmuş ve sentezlenmiştir. Benim yaptığım bu kişilerin görüşlerini bir roman kahramanına ve bir olay örgüsü içine yerleştirmeye çalışmak. Kitabın başında, Dostoyevski’den bir alıntı var: “Sadaka vermekten duyulan haz mağrur, ahlaksız bir hazdır... Sadaka, vereni de alanı da bozar. Üstelik amacına da varmaz, çünkü yoksulluğu kökleştirir yalnızca...” Bu alıntıyı başa koymanızın bir amacı var mı? Var. Bugünkü iktidarın devletin sosyal yapısını reddedip, konuyu sadakayla çözme isteğine bir vurgu yapmak. Sadaka, gizli bir kibir içerir. Her safhası eşitsizlik içerir. Cömertlik de ölçülü olmayı gerektiren bir erdemdir. Ölçü kaçarsa, sadakaya dönüşür. Siz sendikalaşmayın, hep muhtaç kalın... Sadakanın gerisinde yoksulluğu sanki bir doğa harikasıymış gibi muhafaza etme niyeti var. Çok da açık etmeden, Emine’nin başına daha sonra gelecek olanlar diyelim Mehmet’in üzerinde nasıl bir yıkım yaratıyor ki her şeyi bırakıp gidiyor? Şöyle söyleyeyim; Emine’nin deli gibi çocuk sahibi olmak istemesinin nedeni içine düştüğü o büyük ve bir türlü kabuğunu kıramadığı yalnızlık. Bu yalnızlığı bir çocukla doldurmayı düşünüyor. Mehmet’in her şeyi, tüm o holding’teki yetkisini, karısını vekaletini vs... bırakıp gitmesi ise hayatı boyunca kendiyle yaptığı hesaplaşmayı bir noktaya taşımış olmasından. Çünkü unutmayalım Mehmet sonunda da Hasan Hoca ile Altan’ı yan yana görüyor ve aklına birdenbire o cümle düşüyor. “Hangi büyük iş vardır ki, başlangıçta aşırı sayılmasın...” Büyük şeyler tasarlayanlara, en azından bunu yapmaya cesaret edenlere destek olmanın önemini kavrıyor. Yani bir tip olarak başladığı serüveni bir roman kahramanı olarak bitiriyor, kendi kişisel serüvenini o şekilde tamamlıyor. Üçlemenin sonuncusu Rojin adını taşıyacak. Zeynep yani Rojin hattında Mehmet ile buluşacak okurlar yeniden... Evet, ama üçüncü roman yıllar öncesini ele alacak; Mehmet’le Rojin’i ilk tanışmalarından itibaren anlatacak. 1993’e döneceğiz. Orada üçlemenin ilk iki kitabında sözü edilen beş asteğmenin, Yakup, Cenk, Prof., Altan ve Mehmet’in hasbelkader bir araya geldikleri Şemdinli’deki bir taburda, yaptıkları askerliğe paralel olarak dağlardaki grupların içinde dolaşanlardan bir tanesi de, üçlemenin son romanına adını verecek olan Rojin, ya da Emine romanında Zeynep Bilmez olarak okuduğumuz kadının başrolünü oynadığı dönem, hikâye edilecek. On iki ay sürecek bu hikaye, iki değişik gözden anlatılacak ve savaşın en kanlı dönemini bize aktaracak. [email protected] Fay Kırığı II: Emine/ Mehmet Eroğlu/ Agora Kitaplığı/ 579 s. metis'ten yeni Wendy Brown Yükselen Duvarlar Zayıflayan Egemenlik Edebiyatdışı, Çeviri: Emine Ayhan, 164 s. Juli Zeh Temize Havale Edebiyat | Roman, Çeviri: Sevinç Altınçekiç, 192 s. Slavoj Zizek Ahir Zamanlarda Yaşarken Edebiyatdışı, Çeviri: Erkal Ünal, 592 s. Alenka Zupancic Komedi: Sonsuzun Fiziği Edebiyatdışı, Çeviri: Tuncay Birkan, 216 s. Thorsten BotzBornstein Filmler ve Rüyalar Tarkovski, Bergman, Sokurov, Kubrick ve Wong Karwai Edebiyatdışı | Sinema, Çeviri: Cem Soydemir, 240 s. Ayşegül Devecioğlu Başka Aşklar Edebiyat | Öyküler, 104 s. HAZIRLAYANLAR: Deniz Göktürk, Levent Soysal, İpek Türeli İstanbul Nereye? Küresel Kent, Kültür, Avrupa Edebiyatdışı | İnceleme, 480 s. Andrew Crumey Mobius Dick Edebiyat | Roman, Çeviri: Özde Duygu Gürkan, 248 s. YAKINDA • Javier Marías: Yarınki Yüzün, İkinci Cilt: Dans ve Rüya roman • Aslı Biçen: Tehdit Mektupları roman • Gebrand Bakker: Yukarıda Ses Yok roman • Tobias Dantzig: Sayı, Bilimin Dili bilim • David Harvey: Marx'ın Kapital'i İçin Kılavuz • Kojin Karatani: Derinliğin Keşfi eleştiri • Miriam Henke: Lao Tzu: Ejderhanın Yolu Küçük Filozoflar • J.P. Mongin: Leibniz: Mümkün Dünyaların En İyisi Küçük Filozoflar metis 29 EYLÜL 2011 SAYFA 9 re 1128 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1128
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle