25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y ohn Le Carré’nin, Türkçeye Köstebek diye çevrilen Tinker, Tailor, Soldier, Spy adlı romanı, 1979’da BBC tarafından yedi bölümlük bir televizyon dizisine uyarlanmış, dizi bir süre sonra bizde de gösterilmişti. Tadı hâlâ damağımdadır. Hele George Smiley’yi oynayan Alec Guinness’in, oyunculuğun tüm inceliklerini döktüren oyunu. Bir romanı, sinema ya da televizyon uyarlamasını izledikten sonra okumanın, uyarlamada ve oyuncularında iş olmasa da, film ya da dizi ve oyuncuları olağanüstü de olsa, bir bedeli vardır. Romanı okurken, filmin kimi sahneleri ve oyuncuları birer hayalet gibi belleğinize üşüşürler. İmgeleminiz, sinema sanatının görsel evreniyle roman sanatının yazınsal dünyası arasında ne yapacağını şaşırır. Yine de, kimi romanlar, anlatımlarının gücüyle, bu imgelem şaşkınlığını aşmayı becerir. Aslında, Le Carré’nin, 1974 yılında yayımlanan Köstebek’i de, hiçbir sinema ya da televizyon uyarlamasına yenik düşmeyecek kadar sıkı bir romandı. Gel gör ki, Le Carré’nin, orta yaşlı, esrar kumkuması, kül yutmaz, emekli istihbaratçısı George Smiley, bende hep Alec Guinness olarak kaldı. SOĞUK SAVAŞ’TA CASUSLUK Le Carré’nin, Soğuk Savaş döneminin casusluk serüvenlerini edebiyata dönüştürebilmesinde, hiç kuşkusuz, her şeyden önce “İngiliz” olmasının, Oxford’da ve ülke dışında modern diller üstüne eğitim görmesinin, 1950’lerin sonlarında casusların cirit attığı Almanya’da İngiliz dışişleri görevlisi olarak çalışmasının büyük payı vardı. Gerçi Oxford’da okuyan, çok sayıda dil bilen, Almanya’da dışişleri görevlisi olarak çalışan her İngilizin iyi casusluk romanı yazabileceğini söylemek olanaksızdı. Ama Le Carré’nin, 1960’ların başından başlayarak bugünlere dek kaleme aldığı romanlarda, çok iyi bildiği ve içeriden inceleme olanağı bulduğu casusluk dünyasına “düşünsel” bir bakış açısı getirmesi ve Batı ile Doğu, kapitalist ve sosyalist bloklar arasında mekik dokuyan casusları, olanca bireysellikleri, düşkünlükleri, açmazları ve trajedileriyle birer roman karakterine dönüştürebilmesi, onu casusluk edebiyatının “başyazarı” kılacaktı. YALNIZ BİR İNSAN 1961’de yayımlanan Call for the Dead’in (bizde Ölümüne Davet adıyla çıktı) ardından, 1963’te gelen The Spy Who Came in from the Cold (Soğuktan Gelen Casus) büyük başarı sağlayınca, kendini bütünüyle yazmaya vermişti Le Carré. SAYFA eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] John Le Carré’nin ‘Köstebek’i efsane BBC dizisinden 32 yıl sonra beyazperdeye uyarlandı Casuslar âlemine düşünsel bakış J Le Carré’nin (solda), orta yaşlı, esrar kumkuması, kül yutmaz, emekli istihbaratçısı George Smiley’yi, Alec Guinness canlandırdı. Köstebek, bu kez sinemada, Smiley’yi Gary Oldman (en sağda) oynuyor. da geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacaktı. ALTIN HANÇER Burada, İngiltere’de verilmekte olan ve bizde pek bilinmeyen bir “edebiyat ödülü”ne değinmekte yarar var. Soğuktan Gelen Casus, İngiliz Cinayet Yazarları Derneği’nin 1955’ten beri En İyi Cinayet Romanı’na vermekte olduğu Altın Hançer ödülüne değer görülmüştü. Le Carré’nin romanı, Altın Hançer ödüllerinin ellinci yılının kutlandığı 2005’te de Hançerlerin Hançeri ödülünü alacaktı. Time dergisi de, en iyi 100 roman arasına aldığı Soğuktan Gelen Casus’u, “Çok uzun bir süre yalanlar ve yanıltmacalarla yaşadığı için doğru söylemeyi unutmuş bir adamın hüzünlü, içler acısı portresi” olarak tanımlayacaktı. EDEBİYAT TANRILARI En iyi aşk romanları, nasıl, toplumsal anlaktaki basmakalıp “aşk” kavramlarını yerle bir ederek yazıldıysa, casusluk romanlarının en iyileri de, casuslar âleminin beylik filmler ve romanlar aracılığıyla zihinlerimize yerleşmiş sığ kalıplarını kırarak yazılacaktı elbette. Bunu bizden çok daha iyi bilen “edebiyat tanrıları”, düşünüp taşınıp, bize John Le Carré’yi göndermişlerdi anlaşılan... Tinker, Tailor, Soldier, Spy ya da Köstebek ise, Le Carré’nin, “Karla Üçlemesi”nin ilk kitabıydı ve Soğuktan Gelen Casus’tan hiç de aşağı kalır yanı yoktu. Le Carré’nin unutulmaz karakteri George Smiley ile onun korkulu düşmanı, usta Sovyet ajanı Karla’nın serüvenlerini konu alan üçlemenin bu ilk kitabını, 1977’de The Honourable Schoolboy (Bir Öğrenci Gibi), 1980’de de Smiley’s People (Smiley’nin Dönüşü) izleyecekti. DİZİ Mİ, FİLM Mİ? Soğuktan Gelen Casus ile Köstebek arasında ille de bir seçim yapmak gerekirse, ben oyumu Köstebek’e veririm. Aşağılayıcı bir suçlamayla emekliye ayrılmak zorunda bırakılmış Smiley’nin, içindeki bir “köstebek”i açığa çıkarmakta umarsız kalan haberalma örgütü tarafından yeniden iş başına getirilmesiyle başlayan bu karmaşık öykü, suskunluğu ve gizeminin ardına gizlenmiş ince zekâsıyla Smiley karakteri, nedense, bana çok daha çekici gelir. Geçenlerde, Köstebek, bu kez sinemaya uyarlandı. Tomas Alfredson’un yönettiği filmde, yıllar önce Alec Guinness’ten izlediğim Smiley’yi Gary Oldman oynuyor. Filmi izlerken, yalnızca romanın nasıl uyarlandığına bakmakla kalmayacak, yeni yapımı eski BBC dizisiyle, Oldman’ı da Guinness’le kıyaslayıp duracağım elimde olmadan. Kuşkusuz, dizinin Soğuk Savaş yıllarında çekildiğini, Alfredson’un filminin ise Soğuk Savaş’ı çoktan geride bıraktığımz günümüzde çevrildiğini unutmadan… Romanın “kahraman”ı Alec Leamas, bir Doğu Alman görevlisini öldürmeye gönderilen, yaşlanmaya başlamış bir İngiliz haberalma örgütü ajanıydı. Ama Leamas’ı bir roman karakteri olarak asıl çekici kılan, alışılmış güçlü casus tipinin tersine, toplumda saygın bir yer edinememiş, yalnız bir kişi olmasıydı. Soğuktan Gelen Casus’un 1965’te Martin Ritt tarafından beyazperdeye aktarılması ve filmde Leamas’ı Richard Burton’ın canlandırması, romanın tüm dünya Futbolun ‘gölgesi ve güneşi’nde E duardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol adlı kitabı üstüne çok yazılıp çizildi, biliyorum. Bizde 1998’de ilk basımı yapıldığından bu yana, futbolun birkaç kült kitabından biri oldu Gölgede ve Güneşte Futbol, bilmiyor değilim. Ama yine de, futbolun, futbolumuzun son birkaç aydır gözler önüne serilen pisliklerinden usanıp bunaldıkça, elim, bu “iyi futbol dilencisi”nin kitabına gidiyor… Futbolu, daha dokuzon yaşlarındayken, babamın yakın dostu Bülent Eken’in elimden tutup götürdüğü soyunma odalarından ve yedek kulübelerinden izlemeye başlamış, daha sonraları İnönü Stadyumu’nun (o sıralar Mithatpaşa ya da Dolmabahçe) Kapalı’sında, Karıncaezmez Şevki’nin önderliğindeki Galatasaray tribününün müdavimleri arasına katılmış, zamanla Ali Sami Yen’de uzun süre nerdeyse maç kaçırmamış bir “hasta” olarak, futbolun “gölgesinde” ve “güneşinde” huzur arıyorum hâlâ... Bana sorarsanız, siz de benim gibi yapın: Futbolun spor sayfalarını kirleten çıkar savaşlarından bunaldığınızda, ülkemizde oynanan futbolun sahalara ve ekranlara düşen çirkinliğinden utandığınızda, Gölgede ve Güneşte Futbol’un sayfalarında, “oyunu, ustaca paslarıyla sahayı adeta kuşbakışı görür gibi kuran ‘Pepe’ Schiaffino”ya; “bütün bir futbol sahasını ayakkabılarının içine sığdıran, kaleden kaleye topla, pozisyon ve tempo değiştirerek koşarken, yorgun ve yavaş bir ritmle giderken birden önünde durulmaz bir kasırgaya dönüşen Di Stéfano”ya sığının… 6 29 EYLÜL 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1128
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle