Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yiğit Bener ile ‘Heyulanın Dönüşü’ adlı romanını konuştuk Seyrüsefer heyula firarda yani aramızda! Yiğit Bener’in yeni romanı Heyulanın Dönüşü‘nü, geri gelenlerden yani heyulalardan birini konuşacağız şimdi. Öbür âlemde 10 yılı aşkın bir süre geçirip buraya dönen bir heyulanın öyküsü bu. Ne mi heyulalık? Romana göre umarsız bir arayış, onulmaz bir yara… Köklerinden koparılmış, tekinsiz bir varoluş ve her şeyden önce bir yabancılık hissi. Farklı şekilde hissetmek, farklı olduğunun hissettirilmesi. Heyula da ötekiliği en derinden hisseden, her iki dünyayla bağlantısı olmakla birlikte hiçbir yere tam ait olamayan varlık, çünkü o, herkes için öteki. Ayrıca politik mi politik, gidişata tepesi atık mı atık! Muhafazakâr bir dönüşümün alametlerini memleketinde gördükçe zıvanadan çıkıyor sıklıkla. Folklorik tarikatlara benzettiği her türlü üniformaya, her kanattan her anlamda cemaatçiliğe her iki dünyada da karşı. İmansız ama kimseyi inançlı olduğu için hor görmüyor. Hikmetin yazgısının boşlukta bozularak yankılanmak olduğunu anlamış olan sonra… Yiğit Bener ile Heyula’nın Dönüşü adlı romanını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR “Meleklerle şeytanların savaş arenası değildir yeryüzü... Ne de iyilikle kötülüğün biteviye zıtlaşması, akla karanın çelişkisi... Devrimle karşıdevrimin gelgiti... Günahla sevabın düellosu... Ne demiş A.Kadir? ‘Yok başka cehennem, yaşıyorsunuz işte...’” Romandan ¥ ler lık Din, i facialar kitleleri olabiliyo tamame min sın insanlar lere sığı mak, he cilik” ol bir yakl Öte y ğını düş Din pek yani bir canice d rı, çağd çağdaş Heyula digmala yerlerde rın dışında anlamların peşine düşersiniz. omanın diliyle başlarsak söyleşiye, matrak ve dobra… Seslene seslene diyor sözünü… Onca yıl öbür dünyada kalmış, oralarda kim bilir neler görmüş geçirmiş bir heyula, günün birinde davetsiz misafir olarak çıkageldikten sonra, döndüğünde bulduklarına dair gözlemlerini aktarmaya karar verdiğinde bunu başka türlü nasıl anlatabilirdi ki? Ciddi ve ağırbaşlı bir üslup kullansa sıkıcı olurdu; buralarda kendini fazlasıyla ciddiye alan yeterince çok sayıda “önemli” kişi var. Dobra olmasa, o zaman da söz aldığına değmezdi, çünkü bu topraklarda yeterince yalan söylendi, yeterince menkıbe üretildi; fazlası mideye dokunur. Ayrıca heyula, Can Yücel’in “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” özlemini paylaşandır. Bu durumda ona da seslenmek kalıyor elbette bazı acımasız gerçekleri yer yer tebliğ edercesine ama katiyen bağırıp çağırmadan… Usulca… Öbür dünyada (!) on yılı aşkın bir süre geçirip buraya dönmek neyi değiştirir? Heyulalık ne menem hani? Yaşananların değil yaşanamayanların peşinde… Öbür dünyalara gitmek, yani örneğin on yılını hapiste, sürgünde, tımarhanede ya da hastanede, komada geçirmek, hayatın tümünü rayından çıkarır. Her şeye farklı bir perspektiften bakmanızı sağlar. Bu dünyada geçer akçe olanın öbür dünyalarda beş para etmeyebileceğini idrak edersiniz. Ölümlü olduğunuz, yani elinizdeki her şeyin bir anda uçup gidebileceği, bazen çok da erken bir yaşta kafanıza dank eder. Dönüşte ise aynı süreci bu sefer tersten yaşarsınız. Hiçbir şey bıraktığınız yerde kalmamıştır. Hiçbir şeye kaldığınız yerden devam edemezsiniz. Her şey değişmiştir, ama asıl önemlisi, siz de değişmişsinizdir. Ama heyulalık bir zenginliktir de: Görecelik kavramını iyice içinize sindirip anlamanızı sağlar. Mutlak doğrularınızdan, totaliter algılarınızdan arınırsınız. “Hakikat”in tek olmadığını görürsünüz. Her olaya başka açılardan, başkalarının gözünden de bakmayı öğrenirsiniz. Ezberletilmiş olanlaSAYFA 16 29 EYLÜL R ‘FANİLERE BÖÖÖ!’ Hesaplaşması nasıl olur bir heyulanın? Herhalde “merhaba sürprizzz” türü kuru bir “bööö” ile yetinmeyecek! Bu romandaki heyula da yaşamın fani arızalarından, yer yer kabir azabını anıştıran yaşam azabıyla cebelleşerek ama sükunetle rövanş alıyor adeta… Hem kendiyle, hem geçmişle hesaplaşmak için, ama asıl hepimize daha ölmeden kabir azabı yaşatan o kavanoz dipli dünyayla kozlarını paylaşmak için elinden gelen tek şeyi yapardı ve oturur bir kitap yazardı herhalde. Gerçi bu defteri kapatmak için 350 sayfa yeterli olur mu, bilmem. Bence bu pilav daha çok su kaldırır. Rövanş meselesine gelince, koca bir kuşağı yok etmeye ve toplumdan izlerini silmeye ant içmiş, bu amaçla elinden geleni ardına koymamış bir darbeden 30 yıl sonra var olabilmek, “hâlâ buradayım” diyebilmek bile başlı başına bir rövanş sayılabilir elbette. Öte yandan, heyulanın rövanş peşinde olduğunu sanmıyorum: “Heyula başına gelenleri sineye çekmiştir, tazminat peşinde koşmaz: Olan olmuştur, kan davası gütmez. Onun tek derdi, benzer faciaların önlenmesine katkıda bulunmaktır”. Sükunet konusunda ise haklısınız: gözlemlediği saçmalıklar ve tanık olduğu gaddarlıklar karşısında heyulanın sükunetini yitirmemek için özel bir çaba sarf ettiği doğru. Geçmişte çok öfkelenmiş, çok bağırıp çağırmış, çok slogan atıp çok marş söylemiş ve bu yöntemlerin yetersizliğini idrak etmiş biri olarak bu kez derdini farklı bir yoldan, farklı bir dille anlatmaya çalışıyor. Daha iyi anlaşılabilecek mi, bilinmez. Ama belki kabahat yöntemde değil, anlatmak istediklerinin içeriğindedir. O ne de olsa geçmişten gelen bir heyula; çağdışı kalmış olabilir. Değerlerinin tedavülden kalktığını bir türlü kavrayamamıştır ola ki! Kim bilir? Diğer fanilere “böö” deyip boş tebliğlerle ortalığı bulandıracağına, adasına çekilip begonvil yetiştirse belki daha anlamlı olur. öldürmeden, kendi yandaşlarını da ölüme yollamadan yapmanın bir yöntemini buluversinler bir zahmet! Ölümü ve silahları kutsayarak, şehitliği yücelterek siyaset yapmak, görüşlerine katılmadığınız insanları yok etmeyi planlamak, işte bunların hepsi heyulanın gözünde fazlasıyla canice tasarımlar. Ben de katılıyorum ona doğrusu. Hiçbir cinayetin ve savaşın haklı mazereti, haklı davası olamaz. Hangi “haklı” davanın üniformasını giyiyorsa giysin, katil katildir. Başına gelenlere karşın insanlıktan çıkmamak için çok çaba harcamış, besbelli. Okuru zaten kitabın başlarında bu konuda uyarıyor: “Lütfen bizleri filmlerdeki hayali hayaletlerle karıştırmayın! Bizim varoluşumuz, maddeden arınmış değildir…” Politik olmasına politik gerçekten. Zaten başına ne gelmişse ondan gelmiş ve hâlâ da çenesini tutamıyor. Ulvî davalar, vatan/millet, ulusal çıkarlar; din ya da laiklik; hatta sosyalizm, özgürlük, insan hakları ve demokrasi uğruna gencecik insanların kanının akıtılması ve şehit verilmesi gerektiğini duyunca tepesi atıyor. Sonuçta yaşam zaten yeterince kısa, hepimiz er ya da geç öleceğiz. Politikayla uğraşmak isteyenler, gerçekten önemli, ulvi, insani ya da yüce bir davayı savunduğunu iddia edenler, iktidara aday olanlar, liderlik taslayanlar, tüm Yiğit Bener’in romanda, ölümün anlamını sorgulamasının nedeni; bu cici beyler lütfen bu o dönem yakınlarını kaybetmesinin yarattığı ruh hali. Bu roman mücadelelerini başkalarını bir bakıma ölüme karşı bir isyan. ‘İNSANLIKTAN ÇIKMAMAK İÇİN ÇOK ÇABA HARCAMIŞ’ Konjonktüre ne zaman tepesi atsa Georges Brassens’in şarkısını mırıldanan bir heyula bu: “Fikirler uğruna ölelim, kabul, ama aheste aheste… Ey siz, azmettiriciler, ey siz bu işin esas havarileri, önce siz ölün, siz önden buyurun, hemen. Ama Allah aşkına, yeter! Bırakın yaşasın diğerleri! Yaşam onların şu dünyadaki biricik lüksü…” Sonra “Belleğini yitiren toplumlar, aynı ilkellik ve kan gölünde boğulmaya mahkumdurlar” sloganıyla politik ve iktidarsızlık, kibirsizlik, mülkiyetsizlik doğasıyla da hayli sivil eylemci bir heyula bu. ‘DİN GERİCİLİKTİR ANLAYIŞINA KARŞI’ Memleketinde muhafazakâr bir dönüşümün alametlerini gören ateist heyulamız, din illa “gericilik” değildir, diyor ayrıca… Modernliği kutsayıp, ortaçağa ait bir kavram olarak gördükleri dini “gericilikle” suçlayanlara itirazı var heyulanın. Çağdaşlık insanlığa çok önemli katkılarda bulundu elbette. İnancın kısıtlayıcı sınırlarına hapsolmayıp bilimi geliştirdi; bireysel iradeyi öne çıkararak özgürlüğün sınırlarını genişletti; despotluğun karşısında demokrasi, hukuk ve insan hakları kavramlarını geliştirdi; eşitliği savunarak köleliği kaldırdı, kadınların eşitlik mücadelesine tanık oldu. Ama bilim atom bombasını da üretti; bireysel çıkarcılık dayanışmayı yok etti; kârın hizmetine giren teknoloji başka bağımlılıklar üretti, yer yer doğanın dengesini altüst etti; demokrasi adına savaşlar yapıldı; çağdaş değerler adına yeni bağnazlıklar üretildi, totaliter anlayışın ve sınırsız sömürünün de hukuku geliştirildi; düz köleliğin yerini ücretli kölelik aldı; kadınlarsa en “çağdaş” ülkelerde bile eşit haklara sahip olmaktan hâlâ uzak. Üstelik insanlık tarihinin en korkunç katliamları, soykırımları, iki dünya savaşı “din” adına değil, modernizmin bir ürünü olan “milliyetçilik” (buna isterseniz “ulusalcılık” da diyebiliriz) ideolojisi adına ve yine modernizmin bir ürünü olan “çağdaş” kapitalizmin kâr güdüsü ve sömürgecilik iştahı adına yapıldı. Sovyetler Birliği’nde, Çin’de, Kamboçya’da güya “sosyalizm” adına işlenen onca cinayeti de unutmayalım elbette. Hem, bazen çağdaş insanlar da en kapalı dini cemaatlere benzer katı refleks ve söylemler geliştirebiliyor; en bağnaz sofuya taş çıkaracak katılıkta inançları tebliğ edebiliyor, kendi dogmalarının tartışılmasına bile tahammül edemiyor; eleştirel yaklaşanları en tutucu kiliselerden daha kolayca aforoz edebiliyor. Sonuçta çağdaşlık, kapitalizmin kârdan başka değer tanımayan ufku¥ nu aşamadı; aşmaya yönelik girişim Fira Gidecek zünü ce nete de cağı bir laşma h duğunu çi biri. T şanabile mak. Am rışık san Bir a her şeyd Farklı ş hissetm si… Ay dir… H dendir. Her yaşadığı ma fark temez ö benliğin dır. Top nın, cem dır. O a gılarınız en ufak manıza daima ö “İst uyumlu sonund ecele fay rinci Di kışkışçıl de yurd değil m atlatanl lamda h risini di Aslı bizden tarzına, yoruz. A eğitim, Her top ları, ina mesini e Uzun dışında bir bakı uyum sü dadır. A çocukta yeni ref istemez Bu sü değildir lenimin evet. On dır. Far olduğun lar onla ‘FAR DAİM Rom ve müzm 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1128 CUMH