25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ali Teoman’dan ‘Konstantiniye Üçlemesi’nin son romanı ‘Gecenin Atları’ Yaşama edilen son küfür Ë Eray AK eçtiğimiz aylarda aramızdan ayrılan Ali Teoman’ın son romanı Gecenin Atları, okur karşısına çıktı. Ölümüyle hemen aynı tarihlerde yayımlanan Gezgin Günce ve ölümünün ardından sunulan son öyküler toplamı Taş Devri’nden sonra Gecenin Atları, Ali Teoman okurlarına güzel bir sürpriz, son bir armağan. Ancak Gezgin Günce’de bu son romanı bitirme isteği ve çabasından sıkça dem vuruyordu zaten yazar. Bu istek ve çabanın karşılığı olarak da “Konstantiniyye Üçlemesi”nin son romanı Gecenin Atları’nı, ölümünden yaklaşık iki ay önce bitirip yayınevine teslim etmiş Teoman. Böylelikle; Uykuda Çocuk Ölümleri ve Karadelik Güncesi’yle birlikte Teoman’ın kurduğu bu dünya tamamlanmış oldu. Üçlemeyi bugüne kadar herhangi bir yerinden yakalayamamış okuyucular için not düşmek gerekir: Gecenin Atları’yla tamamlanan bu seri, kurgusal ya da bir kahramanın devam hikâyesi olmasıyla bir bütünlük oluşturmuyor. Romanlar, “üçleme” özelliğini aynı ortamlardan doğuşuna ve aynı sorunlar çevresinde dönüp değişik yerlerinden bu probleme dokunmasında yakalıyor. O yüzden bu üçlemenin herhangi birinden başlayarak, Ali Teoman’ın hayal dünyasına rahatlıkla dalınabilir. Yazarın son demeci olarak da nitelendirebileceğimiz Gecenin Atları hakkında yayınevine bıraktığı not da romanı anlamlandırma ve bu üçlemenin kendi arasında hangi motiflerle bir bütünlük oluşturduğunu yakalayabilme noktasında önemli: “Bu romanlar farklı karakterlerin öykülerini anlattıkları için birbirlerinin devamı sayılamazlar, ama aynı gerçeküstü, fantastik, grotesk atmosfere, zaman ötesi bir İstanbul’a konumlanmış olmaları nedeniyle, olayların üzerinde geçtiği benzer bir art alan oluştururlar. Bu İstanbul hem altın ve gümüş paralarla alışveriş edilen, hem bilgisayar kullanılan, hem hamamlara gidilen, hem çelik strüktürlü gökdelenlerde çalışılan, hem atlı kupa arabalarına binilen, hem girift bir metro ağıyla kaplı, değişik dönemler, yapılar, buluşlar ve olayların iç içe geçtiği tuhaf bir İstanbul’dur. Bir romandaki karakter ve öyküler, diğerinde arka planda görünebilir. Üçlemeyi oluşturan romanların her biri aynı konuya odaklanmakla birlikte, sanki aynı nesneye değişik bir yönden yaklaşmaktadır.” Üçleme hakkındaki bu kısa girişten sonra cümlelerimizi yavaştan Gecenin Atları’na doğru sürmenin vakti geldi. HAYALGÜCÜNE SAYGI Romanın kahramanı “(…) Psikolojik Kazıbilim (PSİKA) uzmanı, bilgili ve saygıdeğer, dediği dedik, bir sözüyle yüreklere ürkü salan Prof. Dr. Bahtiyar Bahtıkara”. Yine Prof. Bahtıkara’nın kendini anlatımından devam edersek diğer bir yönüyle de “(…) kendini tamamen güdülerinin yönetimine bırakmış, SAYFA 10 29 EYLÜL rın var. lak eye ik, eştik. G Ali Teoman’ın ‘Konstantiniyye Üçlemesi’ Gecenin Atları‘yla tamamlandı. Yazar romanında ironik dili ve kahramanı Prof. Bahtiyar Bahtıkara’nın başına gelen trajikomik olaylarla yaşam, ölüm, ölümsüzlük ve din gibi birçok konuyu sorguluyor. patetik bir zavallı, korkular ve batıl inançlar yumağı körkütük bir cahil, hayır, aslında bir insan bile değil, bir insan müsveddesi, bir yaratık, bir garibei hilkat, bir… bir… bir şey… Evet bu doğru: Bir şey. (…), iri bir et parçası, et, kan, kemik ve kıkırdaktan oluşan amorf bir kitle…” Rahatlıkla anlaşılacağı üzere dışarıdan öyle gözükmese de kendi içinde bir çelişkiler yumağı kahramanımız. Romanın büyük bölümünde de bu çelişkilere çok daha yakından tanıklık ediyoruz; ancak Gecenin Atları’nı sadece Prof. Bahtıkara’nın içsel meselelerinden doğmuş ve sadece bunlara odaklanmış bir roman olarak değerlendirmemek gerekir. Çok farklı boyutları içinde barındıran; polisiyeden kurgubilime kadar geniş bir yelpazede kendi hikâyesini yaratan bir roman elimizdeki. Romanın ana ekseninde ilerleyen hikâye, Prof. Bahtıkara’nın yükseklisans öğrencileri Mümtaz Mümkün, Mustafa Mushaf, Midhat Midyat ve Mamuhd Mahdud’a Uruk adlı bir kavmin tarihini araştırma ödevi vermesiyle başlar. Hayali bir kavimdir Uruklar; ancak kulaklara daha önce fısıldanmış, bunu bir yerden hatırlıyorum dedikleri türden bir hayal bu. Uzmanlık alanı Orta Asya Medeniyetleri (ORTAM) olmasına karşına Bahtıkara’nın da hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı bir kavim aynı zamanda. Araştırmanın başlamasıyla garip olaylar da bir bir baş verir. Öğrencilerin “birbirini tutmayan” aynı zamanda kendi içinde de “tutarsız” makaleleri art arda gelir. Hemen sonrasında ise öğrencilerin kaybolduğu haberleri duyulmaya başlar. İşin garibi öğrencilerin kayboluşları sadece fiziki olarak da değil. Onlarla beraber, kendilerine dair tüm evrak da tarih olur. Kahramanımız Bahtiyar Bahtıkara ise bu olaylara anlam verememekle birlikte çok da umursamayarak gündelik yaşamına devam eder. Ancak Bahtıkara’nın gündelik yaşamında da pek normal olaylar gelişmez. Profesör, ısrarla normale dönme isteğiyle didinirken yaratıcısı Ali Teoman onu, kurduğu “grotesk” dünyaya ve trajikomik olayların göbeğine adeta iter. Bu noktada, yazarın Gecenin Atları’nda kurduğu dünyaya ve mekânlara da değinmek gerekir. Romanda olaylar Beyazıt’taki Konstantiniyye Üniversitesi (KÜN)’de ve çevresinde geçiyor genelde. Üniversite de nereden ne/kim çıkacağı belli olmayan labirentli bir yapı olarak tasarlanmış. Dev kitaplıktan üniversitenin hamamına, tuvaletten profesör odasına “olağandışı” geçişlere sahip bir yapı söz konusu burada. Buna bağlı olarak yapı içindeki ortam da üniversitenin bu “gerçeküstü” durumunu tamamlıyor. Karıncayiyenler evcil hayvan olarak besleniyor mesela ya da Münker ile Nekir adlı üç fakülteden mezun iki hizmetli her sene biraz daha gençleşerek yaşamlarına devam ediyor. Ali Teoman’ın tüm bu absurde durumlarla yapmak istediği aslında çok açık: Normal kabul edileni yabancı kılarak onu “eğlenceli”, hayali bir düzleme çekiyor ve içeriğe esrarengiz, tekinsiz güçler katarak aslında bir araya gelmez gibi görünen birçok unsuru kendi dünyasında yüceltiyor. Tüm bunları da “oyunlu” bir kurgu ve dille veriyor ki okurun dolandığı sarmaldan kurtulamaması, her sayfada romanın içinde kahramanla birlikte biraz daha kaybolması ya da kahramanın ta kendisi olarak çözümlere beraber yürümesi kaçınılmaz olsun. Bildiği kendi “gerçek” dünyasında bu kadar “hayalgücünün” nasıl yetkin bir güç haline gelebildiğine şaşırsın ve hayalgücünün “gücüne” saygı duysun. DEV BİR ZEKÂNIN ÜRÜNÜ Ana eksende ilerleyen Bahtıkara’nın hikâyesi, birçok yan hikâyenin de katılmasıyla adeta “kartopu etkisiyle” devleşiyor. Hattı belli bir otobüs gibi her durakta yolcularını alıyor/indiriyor ve her yolcu görevini tamamlayarak geri çekiliyor. Her durakta da önemli felsefi ve sosyal sorunların kapıları aralanıyor. Bu sorunlar da genel de üstkurmaca tekniğiyle bilindik tarihi hikâyelerin yeniden yaratımıyla gerçekleştiriliyor. Sanatsal ve toplumsal birçok olay da Bahtıkara’nın karşısına çıkan insanlar aracılığıyla tartışılan konular arasında yer alıyor. Ali Teoman’ın önceki yapıtlarından da alışkın olduğumuz bir durum bu. Felsefi katmanı sağlam metinler vermişti okuruna hep Teoman. Bu art alanda işleyen ve romanın gidişatına en önemli katkıyı sağlayan hikâye ise rektörün isteğiyle Bahtıkara’nın kürsüsüne ders almaya gelen Alev Vela’nınki. Alev Vela romanın varoluşsal tartışmasını da sırtlayan karakter olarak dikkat çekiyor. Hatta bir “altben” gibi Bahtıkara’nın söylemek istediklerine de ışık tutuyor. Alev Vela ve Profesör’ün yaşadıkları, romanın çözümü noktasında da önemli bir yer kaplıyor. Ama romanın asıl felsefi açılımları, Bahtiyar Bahtıkara’nın karın kanseri (KAKA) olduğu haberini almasıyla ortaya çıkıyor. Bu bölümlerde yazarın adeta kendi ölümünün de izlerini sürüyoruz. Yaşama edilen son bir küfür lezzetini de metnin bu bölümlerinden alıyor roman. Felsefi, sosyal, sanatsal ve toplumsal konuların aynasında Ali Teoman çok önemli bir karamizah örneği veriyor aynı zamanda romanda. Bu anlayışla da modern yaşamın birçok unsurunu, kurumunu dört bir koldan eleştiri yağmuruna tutuyor. Yazarın bu bağlamda eleştirdiği en önemli kurum ise üniversite. Yine üniversite ekseninde “yerli” bir bürokrasi eleştirisi de var. Türk edebiyatında Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’da çok farklı bir boyutunu gözler önüne serdiği bu bakış, Gecenin Atları’nda Teoman’a özgü grinin karaya yakın tonundan ses veriyor. Kafka’nın Dava’da takındığı tutuma daha yakın aslında burada Ali Teoman’ın çizgisi. Yazarın romanda yarattığı dünya da Kafka’dan büyük izler taşıyor. Bir Ali Teoman yapıtından bahsediliyorsa eğer, orada Türkçenin şahikalarında gezinildiğinin de unutulmaması gerek hiçbir zaman. Gecenin Atları’nda da bu durum değişmiyor. İroni ve “fil gibi” bir hafızanın ürünü göndermelerle yüklü diliyle “şaheser” değerinde bir yapıt bırakıyor ardında Teoman bu son romanla. Üstelik biçemde çok önemli yenilikleri ve farklı anlatım tekniklerini diline taşıyarak. Ali Teoman’ı Türkçeden yani kendi dilinden okumanın ne büyük bir şans olduğu Gecenin Atları’nda bir kez daha ortaya çıkıyor. Üzerine çok konuşulması ve araştırılması gereken, bu sayfalara sığmayacak denli geniş içerikli, dev bir zekânın ürünü Gecenin Atları. e.erayak@gmal.com Gecenin Atları/ Ali Teoman/ Yapı Kredi Yayınları/ 484 s. gerçeği yuştugaspın ma inin ayan e üsten binöyküakvelere halle gönkinanlamda ğunu nda a tanrıe çeviri geroşluk, oş anbiçimın e o gerülkiyet, alaya urtuldeğil, m, de. ş gider kuyaca bu. Yae bir laşmak endini şarak ine yandince. Son amsızlı mi bir ma sözhazırla ültürü tîler, muaşeya ması rekeni ve açıkdığım e kahsun? zor. ar. ayın Gezgin Günce ve ölümünün ardından son öyküler toplamı Taş Devri’nden sonra Gecenin Atları, Ali Teoman okurlarına güzel bir sürpriz, son bir armağan. FA 11 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1128
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle