25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bür rsız si. ayla k, or nyakı ¥ lerse bürokratik ahmaklık ve gaddarlık batağına saplandı. Din, işte çağdaşlığın ürünü olan tüm bu facialar ve başarısızlıklar karşısında geniş kitlelerin gözünde merhametli bir liman olabiliyor yeniden. İnsanı kendi doğasına tamamen yabancılaştıran çağdaş kapitalizmin sınır tanımayan sömürüsü karşısında insanlar çaresiz. Geleneksel manevi değerlere sığınma arayışında olmalarını anlamamak, hele küçümsemek, aşağılamak, “gericilik” olarak görmek pek de “akıl temelli” bir yaklaşım olmasa gerek. Öte yandan, dinin bir koruma sağlayacağını düşünmek de bir yanılsama elbette. Din pekâlâ modernizme ayak uydurmaya, yani bir tür çağdaşlaşmaya, çağdaşlığın bu canice değerlerini benimsemeye, azgın kârı, çağdaş sömürüyü, çağdaş despotluğu, çağdaş savaşları kutsamaya da muktedir. Heyula sanırım “ilericilik/gericilik” paradigmalarının dışında, çözümü daha başka yerlerde aramak gerektiğini düşünüyor. ölüme i bulu hitliği ine kaanlagözünde katıtin ve olamaz. ı giyi dönüulamız, rıca… it bir cilikle” ağdaşbulunrına el iralarını emoklarını kaldıranık ol etti; bii; kârın ımlılıkaltüst dı; çağüretilürünün yerini ağdaş” maktan unç avaşı ürünü “uluna ve çağdaş” ecilik i’nde, zm” maya n kapalı ve söyfuya taş debilina bile anları aforoz alizmin ¥ 1128 Firar etmeye çalışıyor çalışmasına da… Gidecek bir yeri var mı gerçekten? Yeryüzünü cehenneme çevirmişler, semavi cennete de o inanmıyor. Geçici olarak sığınacağı bir vaha bulmuş belki, ama gergedanlaşma hastalığının her yere yayılmakta olduğunun farkında olacak kadar da gerçekçi biri. Tek çare, ne yapıp edip dünyayı yaşanabilecek bir yere dönüştürmeye çalışmak. Ama nasıl? İşte bu konuda kafası karışık sanırım. Bir alıntıyla devam edelim: “Heyulalık her şeyden önce bir yabancılık hissidir. Farklı şekilde hissetmek, farklı olduğunu hissetmek, farklı olduğunun hissettirilmesi… Ayrımcılık çoğu zaman ayrıntıda gizlidir… Heyula ötekiliği en derinden hissedendir.” Neden? Herkesin ötekisi çünkü. Farklı deneyler yaşadığınızda, bir sınırı geçtiğinizde, yaşama farklı bir pencereden bakmayı ister istemez öğrendiğinizde, artık kendi eski benliğinize bile kısmen yabancılaşmışsınızdır. Toplu aidiyetlerin davranış kalıplarının, cemaat algılarının dışına çıkmışsınızdır. O andan itibaren, davranışlarınızda, algılarınızda, söyleminizde kendini ele veren en ufak nüans bile bir tehdit olarak algılanmanıza yol açar. Farklı olmanın faturasını daima ödetirler. “İstediğiniz kadar anonimliğe sığının ve uyumlu davranın, öyle ya da böyle, yolun sonunda gidilecek yer bellidir. Uyumun ecele faydası yoktur” deniliyor romanın Birinci Dipnot’unda. Yamacında metropolün kışkışçılığına dokundursa da geniş perde de yurdun ahvaline kuşkusuz bu satırlar değil mi? Ayrıca uyum sürecini çelişkisiz atlatanlardan çok ürküyor heyula. Bu bağlamda heyulanın uyum anlayışını ve eleştirisini dile getirir misiniz? Aslında doğduğumuz andan itibaren bizden önce belirlenmiş bir düzene, yaşam tarzına, kurallara uyum sağlamaya zorlanıyoruz. Aile içi ve daha sonra okulda verilen eğitim, bu zorunlu uyumun temel araçları. Her toplum kesiminin kendine özgü kuralları, inançları, davranış kalıpları, benimsenmesini emrettiği söylemleri var. Uzun yıllarını içinde yetiştiği toplumun dışında geçirdikten sonra geri dönen, yani bir bakıma yeniden doğan heyula, bu uyum sürecini yeni baştan yaşamak zorundadır. Ancak başka bir referansı olmayan çocuktan farklı olarak o, yeni bakış açıları, yeni referanslar da edinmiştir, uyum ister istemez daha sancılı olur. Bu süreci çelişkisiz atlatmak mümkün değildir aslında; dolayısıyla öyle olduğu izlenimini veren sahtekârlardan korkmalı, evet. Onlar genellikle kraldan fazla kralcıdır. Farklı olanları katletmek söz konusu olduğunda, gönüllü olmak için öne atılanlar onlardır. ‘FARKLI OLMANIN FATURASINI DAİMA ÖDETİRLER’ Roman, fani bir heyulanın seyrüseferi ve müzmin araftan firarı dersem… Folklorik tarikatlara benzettiği her türlü üniformaya (ki bu sayfada laiklik kanadındaki aymazlıklara da dikkat çekiliyor), her kanattan cemaatçiliğe her iki dünyada da sonuna dek karşı heyulanın toplumu ve bugünü bu malum üniforma üzerinden yorumlayışları da var derin derin, uzun uzun. Başörtüsü konusundaki çelişkili paradoksa ilişkin imler sonra... Heyula hiçbir üniformayı, yani tek tip düşünce tarzını ve davranış kalıbını sevmiyor diyebilirim. Basmakalıplık gülünçtür aslında, evet, ama aynı zamanda üniforma savaştır, savaştırır. Bir alıntı: “Cemaat heyulalanın asla aşamayacağı bir duvardır.” Neden? Burada cemaat dar anlamda, yani sadece dini cemaat olarak kullanılmıyor. Kanaat, inanç, yaşam tarzı ve davranışlarıyla, söylemiyle, kendini diğer insanlardan ayıran, hatta üstün hisseden, kendini yalnızca o gruplara aidiyetleriyle tanımlayan, dayattıkları çerçevenin dışına çıkamayan tüm topluluklar kastediliyor. Katı inançlara sahip toplumlarda, kendi haklılığından hiç kuşku duymayan insanların arasında, kendini ötekilerden üstün görmeye koşullanmış beyinlere muhatap olduğunuzda, farklı düşünce, kılık ve davranışların asla hoş görülmediği topluluklarda, ne kadar uyumlu davranmaya çalışırsanız çalışın, er geç bir hata yapıp yakayı ele verirsiniz. Aykırılığın bedeli vardır. Ordular emirleri sorgulayıp disiplinsiz davrananları, kurt sürüleri de hep birlikte ulumayanları asla affetmezler. Peki ya dine daha çok Freud’un gözlükleriyle bakan Heyulanın bu yaklaşımı… Bu tabii farklı düzlemlerde ele alınması gereken kapsamlı bir konu. Freud’e gönderme, dinin “inanma ihtiyacı” boyutunda söyledikleriyle ilgili, yani insanın kendini aşan iç ve dış güçler karşısındaki çaresizliği ve “koruyucu bir babaya” sığınma gereksinimi. ‘BU ROMAN BİR BAKIMA ÖLÜME KARŞI İSYANDIR’ Son soru da Samih Rifat’tan esinlenilen Samih neyi simgeliyor? O herkese nasip olası soyut kanka varlık! Samih Rıfat’la sağlığında yalnızca bir iki kez karşılaşıp sohbet etmiştik. Onu biraz daha yakından tanımam dolaylı yoldan oldu. Amansız hastalığı süresince sıkça dertleştiğimiz yakın dostları Enis Batur ve Fatma Tülin’in onulmaz acısının tanığı oldum. Samih Rıfat’ın benzersiz kişiliğini, sıradışı özelliklerini onlardan dinledim. Kitabın “merasim” adlı son bölümüne ilham kaynağı teşkil eden cenazesinde onlara eşlik ettim. Yakından tanımadığım, benim hayatımda özel bir yeri olmayan bir insanın ölümüne bu kadar üzülmemi yadırgamıştım doğrusu. Gerçi, 2007 yazında kendimi zaten ölüm düşüncesiyle kuşatılmış hissediyordum. Amcamı iki yıl evvel kaybetmiştik, babamın sağlık durumu ise hızla kötüye gidiyordu; zaten aralık başında onu da kaybettik. Merasim bölümünde anlatılanlar Samih’in, amcamın ve babamın cenazelerinde yaşadıklarımın, hissettiklerimin, düşündüklerimin bir bileşkesi. Romanda ölümün anlamını bu derece sorgulamam o dönem içinde bulunduğum ruh halinin ürünü. Bu roman bir bakıma ölüme karşı bir isyan. Öte yandan, Heyulanın dediği gibi, onları düşünenler ya da ananlar olduğu sürece, yitirdiklerimiz dolaylı olarak var olmaya devam ederler. Bu kitapta gerek Samih Rıfat’ı, gerekse de eserlerinden kısa alıntılarla ya da dolaylı göndermelerle selamladığım diğer yazarları bu şekilde anmak istememin nedeni bu sanırım. Yok olup gitmelerine isyan etmek, onları böylece bir süre daha yaşatmak… gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Heyulanın Dönüşü/ Yiğit Bener/ Can Yayınları/ 360 s. 29 EYLÜL 2011 SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1128
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle