18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K elim İleri adı, yazınımızda özgünlüğünü koruyan bir yerde duruyor olmalı hep. Öyle ya, onun kadar yazınımıza egemen, bağlılıkta, özgeçide, gönüllülükte bununla denk kaç kişiyi sayabilirsiniz? Elbette başkaları da çıkacaktır adları anılacak, bundan kuşku duyulabilir mi? Ama İleri’nin, bütün zamanlarda kendine özel bir yer bulacağı öngörülebilir yine de… Bu çerçevede herhangi Selim İleri yapıtı üzerinde durmak, ona sunulacak gönül borcunu yansıtan bir çelenk olabilir herhalde. Ancak İleri, farklı bir ölçümlemeyle de örnek alınabilirmiş gibi geliyor bana… Öykücülüğümüzde on dokuz yaşında ilk kitabını yayımlayıp sonrasında bundan pişmanlık duymaksızın o günden bu yana yarım yüzyıla yaklaşan süre boyunca öykünün erden yolcusu olarak kalabilmeyi başarmak az buz iş mi, bir doruk elbette bu! Selim İleri’nin öyküleri, romanları üzerinde daha önceleri de durdum “Kitaplar Adası”nda. Bunları yeterli bulduğumu söyleyemem… O, daha oylumlu çalışmaları hak eden, yazınsal değerini de, niteliğini de kitapla yola çıktığı 1968’den bu yana hiç düşürmeden sürdüren soy bir yazıncımız çünkü. Konu edindiği izleklere, işlediği sorunlara, tartıştığı sorunsallara nice uzak da dursanız, onun, yazınımızda kendine özgü bir damarı inatla sürdüren usta bir yazarımız olduğunu teslim etmek zorundasınız bu nedenle. Ancak geçen aylarda yayımladığı son öykü kitabı Yağmur Akşamları (Everest, 2011), hem usta bir yazarın ulaştığı doruğu gözlemlemek bağlamında hem de öykünün işleniş yöntemi açısından yalnız her yelpazedeki okuru değil, yazıya yeni başlayanlar, genç öykücüler kadar usta yazarları da kendi sınırları içinde kıskıvrak yakalayacak önemli bir yapıt. Sonda söylenecek sözü en başta yuvarlayacak olursam; yazınsal tatlar dermeye yatkın her kesimden insanın ilgi duyacağı öyküler toplamı Yağmur Akşamları… Bunun ötesinde yazınsal coğrafyamızı, bu coğrafyanın aykırı, saçma, bir o kadar suskun koridorlarını daha yakından tanımak için de bulunmaz fırsat aynı zamanda. YENİ BİR ANLATIM, FARKLI BİR ÖYKÜLEME... Bir Edip Cansever şiiriyle giriliyorsa eğer herhangi yapıta, bir açıdan “akademik” bir hüzünle kuşatılacağınız anlamına da gelir bu. Nitekim Selim İleri’nin ilk satırları güçlü bir girdap içine çekip yutuyor sizi hemence, kulaklarınızda derin mi derin uğultu, kapılıp gidiyorsunuz. Kuşku yok ki Türkçenin en yetkin, en olgun kalemlerinden biri günümüzde İleri. Bunun yanında Türkçeye en çok, en yoğun emek verenlerden biri de aynı zamanda. Kitapta yer alan sekiz öykünün her biri dengeli söyleminin yanısıra dile dönük yansıttığı hünerlerle de dikkati çekiyor. Evet, dile her zaSAYFA 20 15 EYLÜL itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Selim İleri’yle ‘Yağmur Akşamları’... man egemen İleri, ama bu öykülerde sanki farklı bir ses yoğunlaşmasıyla, anlam karmaşasının estirdiği fırtınada Türkçe çakımlarla karşılaşılıyor alabildiğine. Gerçekten Selim İleri hem söyleyiş zenginliğiyle hem de bunları yerleştirirken dikkati çekiyor. Herhangi bir filmin dizilenmiş görüntülerini işlerken bir kameragöz takipliliğindeki kesmeli, an an kıpırtılar sergileyen sıralamasıyla da renklendiriyor anlatımını. İç sorgulamalar, göndergelerle hesaplaşmalar, didişip boğuşmalar yer değiştirip kimileyin öyküyle deneme içlidışlı hallere bürünüyormuş gibi görünse de bunları birer öykü olarak okuyorsunuz yine, hem de bütün tatlarıyla. Bildik bir Selim İleri metninden içeri adım attığınızı düşünebilirsiniz. Ancak bunların öncekilerden farklı olduğunu, yeni açılımlar getirdiğini görmek için öyle uzun uzadıya düşünmek gerekmiyor. Neden farklı peki? Çünkü yeni bir ses bireşimi yaratmaya çabaladığı seziliyor İleri’nin; bunu yeni bir anlatımın dayanağı biçiminde öngörüyor belki de. Nitekim öykücülüğü üzerinden neredeyse bir yarım yüzyıl geçtiği halde her kezinde kendini yenilemeye, yeni anlatım yolları bulmaya, kurmaya, yapılandırmaya çalıştığı biliniyor onun. Bundan ötürü Yağmur Akşamları da, yeni bir sesanlatım örtüşmesi kurup yaslanmaya çabaladığı bir öykücülük biçiminde geliyor önümüze. Neden yeni açılım diyorum? Genç öykü yazarları için de can alıcı yanlar taşıdığını söyleyeyim bu verimlerin: 1. Yazar, kendi yaşantı gereçlerini öyküde kullanırken bunların duygu dağdağasına karışmadan, vıdı vıdısına bulaşmadan soğukkanlı bir tutum izleyerek tümünü ustaca dönüştürmenin, sonuçta öykünün bütününü kurmaca metnine kaydırmanın başarılı örneğini veriyor. Bu çerçevede öyküde, yazarların kendi yaşantı gereçlerini ustalıkla kullanabileceğinin somut kanıtını sergiliyor. 2. Bu yeni açılımıyla İleri, bize öykü yazmanın, ille bilinmeyenlere dalmak, hülyalarla, esintilerle modaya göre savrulmak olmadığını, öykünün yalın, sıradan, gündelik gereçlerle de kurgulanıp ortaya konabileceğini gösteriyor. 3. Bu haliyle öyküler, özellikle kimileri (örneğin “Gökyüzü Yıldızlarla Dolu”, “Gündüzün Bir Kadeh Kanyak” vb.) genç öykücüler ya da yazar adayları için birer belleten metin olarak da alınabilir. ÖYKÜYLE HESAPLAŞMA, ÖYKÜDE HESAPLAŞMA... Oktay Akbal için belirgin biçimde söylenir ya; hep kendini, yaşadıklarını anlatıyor diye, zaman zaman Selim İleri için de sezdirilir üstü örtük göndermeler halinde bu. Kendi payıma metinlerde ille de yazarını aramaya çabalayanlardan olmadım hiçbir zaman. Boşuna bir çaba değil, ötesinde yer yer aykırı, saçma, hatta komik uğraşmış gibi geliyor bana bu. Yazının nasıl kurulduğuna, yapılandırıldığına bakarım ben… O yazı, yazarın seçtiği sözcüklerle, bunların yerleştiği sözdizimleriyle, bunları lehimleyen biçemle, bunun üzerine oturtulduğu anlatımla mı kurulmuş? Yoksa kurulamadan, herhangi dönüştürüme uğratılamadan yazı kirliliği olarak mı kalmış ortalıkta öylece kimsesiz çocuklar gibi? Selim İleri de takılıyor bütün bunlara. Nitekim “Nerval Diye Biri” adlı öyküsünde şöyle diyor: “Önemli olan sadece yazıydı, yazmaktı. Ne roman, ne hikâye, deneme, oyun, şiir, anlatı. Bana öyle geliyordu ki, dünyada tek bir kitap vardır, hiçbir zaman noktalanmayacak tek bir kitap. Bütün yazılar, bütün yazdıklarımız o kitaba aittir.” “Yaşadıklarınızı yazarak geçmişi diriltemiyorsunuz. Ama yazıda yaşatmaya çabaladıklarınız, sonra, bazan, yaşanıyor. Sonra yeniden yazmak zorunda kalıyorsunuz.” (21, 23) Ama “yazı dünyası bazan çok merhametsiz.” “…İnceliklere, sırçalara kapalı insanların, yazarların, eleştirmenlerin, okurların bilinçsiz suikastı.” (101) “Gündüzün Bir Kadeh Konyak” başlıklı öyküsünde, kendisi de öyküler kaleme alan Fikret K’nin hem bu öykülerde kendisinden nasıl bir başka kendisi olana dönüştüğünü gösteriyor okura, hem de yine onun kalemiyle Sait Faik üzerinden bunu tartışma fırsatı yaratıyor okur için. Örneğin şöyle diyor bir yerde: “Varlık dergisinin Haziran 1954 tarihli sayısını karıştıracak olanlar, ‘Sait Faik’in Realitesi’ başlıklı o harikulade yazıyı fark edecekler. Fikret K.’nin kaleme getirdiği./ Hemen ilk cümle, hikâye ve romanda, ‘öteki’ni, ‘başkası’nı yazdığımız sığınağını yerle bir eder: ‘Sait Faik’in bütün hikâyeleri yaşanmış, kendi biyografisidir.”/ Aslında bu yazı bir manifestoyu andırır…” (75) İleri, metinlerinde ilginç açılımlar sergileyerek hesaplaşmayı sürdürüyor böylelikle; öyküde, öyküyle… Sözgelimi Füsun Akatlı’ya sunduğu “Gökyüzü Yıldızlarla Dolu” adlı güzelim öyküsünde anlatıcıya şöyle söyletiyor: “Sisyphos’a benzetiyordum kendimi… hep aynı hayat, hep aynı hayal kırıklığı./ Gerisin geriye. İçeriye dönüyordum.” “…Yazmam gerekiyordu. Hayatımı bugüne kadar yazarak sürdürmüştüm; başka uğraşım yoktu. Bildiğim, yapabileceğim başka bir iş yoktu. Olsun da istemiyordum.” (33, 37) Demek ki yazar olan anlatıcının, kendi yaşantısını da kurmaca gereci yaparak, ama bütün bunları dönüştürüp sonuçta yazıyla boğuşan birinin bu yönde yaşadığı yazma sorunsalını odağa oturttuğu karmaşayı okuyoruz öykülerde. Bu çerçevede bir yaratıcı anlağın çektiği acıların öyküleri de denebilir bunlar için. Nitekim “Gökyüzü Yıldızlarla Dolu”ya yerleştirdiği tüm yaşantısal gereçlerin arasına ustalıkla katıverdiği saksı çiçeklerine bakıp kanaviçe işleyen, eski aşk romanları okuyan komşu genç kadınla öyküyü uçurduğu gibi, bu yönde gerçek ya da kurmaca karakterler, evrenler, gereçler ekleyerek farklı taşkınlarla bu yazma sorunsalını da ustalıkla deşiyor. SELİM İLERİ’YLE ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZE DÜŞEN IŞIK... Selim İleri, her öyküsünü bu tür kızaklar aracılığıyla kendisine ait öznellikten tam anlamıyla koparmakla kalmıyor, öykünün bunlarla bağını güçlendiriyor da aynı zamanda. Kimileyin bir öykü kahramanı katılıyor, kimileyin yazarın konuk ettiği bir hayal kahramanı, kimileyin gerçek bir kişi; yaşanmışlıkların süslenişini, dönüştürümünü bu yolla biçimlendiriyor yazar. Aslında ötekilerin arasına kattığı kahramanların tümü de Selim İleri’nin birer değişkesi aslında. Kanaviçe işleyip eski aşk romanları okuyan genç kadın da Nerval de, yapıtlarına uzak durulmuş yazarlar Fikret K. de, Lâle Dilek de hep Selim İleri… O, gerçeği, düşü, sanrıyı, kurguyu, anımsayışı, olgusal verileri böylece birbiri içinde yeniden harmanlayıp yeni anlatım diliyle açılımlar yaratmaya çalışırken, aynı zamanda bir serüven duygusu da içiriyor öykülerine. Özünü koruyarak, ama gizlemeyi onu belirsizleştirip bilinmez bir kahraman yapmayı, bu arada bütün öyküye yaymayı başararak kendisini işleyip dönüştüren bunca güzel öyküler kazandırdığı için kutlamak gerek Selim İleri’yi. Öykülerdeki yazar, yazma sorunsallarını, en çetrefilli yanlarından alıp bize yansıtırken “zaman” denen canavarı da sorguluyor bir bakıma. Anlatıcı yazar, artık gençlik yıllarını aşmış; “orta yaş eşiği”nin önüne varmıştır çünkü. Kuşku yok ki İleri’ye karamsarlık yakışıyor. Güzellikleri geçmişte arayan, geleceğin belirsizliği karşısında geçmişin değerlerine sığınıp bunları öne çıkaran tutumuyla. “Yağmur akşamları”nı, bir temel anlatı gereci olarak bütün öykülerde gezindirmekle kalmıyor yazar, bunları teyelliyor da aynı zamanda birbirine. Geçmişiyle didişirken kendisinin, çevresindeki insanların beceriksizliklerine, bir o kadar da naifliklerine, henüz yitirmedikleri sevgiyi, birleşmeyi, umudu, geleceği aramaya dönük kaygılarına, heveslerine bakıyor şimdiki zamanın benekli lekeleri arasından. “Belki ben anlatamadım. Ama hep yazdım, boyuna yazdım.” “Gün günden hiç! Önüne geçmek istediğim halde.” (73) Yazının, ne bileyim kalıp sorununun, ötesinde okumanın, hatta “yeni” okurluğun buralarda içkin sorunların dürtülüp açığa çıkarıldığı metinler bunlar. Ayrıca yazının sorunlarına yoğunlaşılırken kimi öykücü, romancı örneklerine uğranılıp hesap dışı kayıtlar getirilmesi üzerinde de durulmalı kanımca. Yeni anlatım biçemi kurma, farklı açılımlar kazandırma yolundaki çabasıyla, önemli bir öykü kitabı Yağmur Akşamları. Herkes okumalı bunu, hele öyküseverler mutlaka. Genç yazarlar ise çalışarak okumalı kitapta yer alan tüm metinleri. Kırk beş yıl sonra bir kez daha hayran kalıyoruz “gençlik eşiği”ni bir milim aşmadan öykücülüğümüzdeki erdenliğiyle öylece duran İleri’ye. O halde “kimsesiz eserlerin yolculuğu”na (85) terk etmeyin onun yeni kitabını. Tam zamanıdır, güz yağmurları sökün ederken, buyurun okumaya… Çünkü Yağmur Akşamları, Selim İleri’nin bizlere bıraktığı görkemli, kült bir vasiyet yapıtı! S 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1126
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle