Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
T 17 TEMMUZ PAZAR ürkçe Günlükleri FEYZA HEPÇ L NG RLER önesans ile Amerika’nın ne ilgisi var? Eğlenmek için fırsat arayan Amerikalı 1963’ten beri bu adla festival düzenliyormuş. Bulunduğumuz küçük kasabada bile bu yıl düzenlenen, 27.’si. Adı Rönesans; ama ortaçağ canlandırılıyor. Herkes ortaçağ kıyafetlerine bürünüyor; kadınlarda kabarık uzun etekler, açık yakalar, taçlar, inci boncuk; erkeklerde diz üstünde biten balon pantolonlar, çizmeler, pelerinler… Korsan kıyafeti giyen mi ararsınız, kraliçe kostümleriyle salınan mı? Ellerde eski tipte bira maşrapaları, mızraklar, zırhlar, ok ve yaylar… Yalnız giysilerle değil, özel olarak düzenlenmiş mekânlarla, çadır ve çardak benzeri stantlarla, saman balyalarından oluşan oturma yerleri ile, eski yaşam tarzı canlandırılıyor. Bir yanda ortaçağ müzikleriyle ortaçağ dansları yapılıyor; öte yanda eski İngilizce ile tiyatro oyunları sergileniyor. Daha doğrusu festivale katılan herkes eski İngilizce konuşmaya çalışıyor; ama çoğu pek de başarılı olamıyormuş. Filmlerde gördüğümüz kocaman hindi butları kemiriliyor, bal birası denen eski tipte bir bira satılıyor. İşin özünde elbette ticaret var yine. Ne de olsa burası Amerika. Ortaçağı ya da Rönesans’ı anımsatan her türde hediyelik eşya satışta. Kına yakılıyor, fal bakılıyor, eski tipte şapkalar, çantalar, şallar, her şey satılıyor. Kısaca, yok, yok. Asıl ağırlık atlı savaş oyunlarında. Saman balyalarıyla çevrilmiş bir alanda yarışmalı gösteriler sunuluyor. Kraliçenin gelmesi bekleniyor önce; çünkü oyunları onun başlatması gerek. Temsili kraliçe bütün gösterişiyle ve arkasında bütün maiyetiyle gelip yerini aldıktan, savaş oyunlarına katılacak olanlar kendisine teker teker sunulduktan sonra kraliçe yarışmaları başlatıyor. Atların üzerinde, ellerindeki mızraklarla lahanaları parçalayan, halkaları mızrağa geçirmeye çalışan, dövüşen savaşçılar, izleyenlerden istedikleri alkışı da sıklıkla alıyor. O alanda gezerken ve insanların nasıl da eğlendiklerini imrenerek, özenerek gözlerken bizde buna benzer eğlenceler düzenlenebilir mi, diye düşündüm durdum. Ramazan şenlikleri gibi değil, turistik de değil; kendimiz için. Yalnız Osmanlı’ya saplanıp kalmayalım ama! Sözgelimi adı “Anadolu Şenliği” olsa, gelmiş geçmiş bütün Anadolu uygarlıkları, giyinişleriyle, yaşam biçimleriyle canlandırılsa… Hititler, Frigler, Lidyalılar, İyonyalılar, Urartularla ve elbette Selçuklular ve Osmanlılar… Truvalı Helen’le R Hürrem Sultan el ele, Hititli genç kızla Lidyalı delikanlı kol kola… Güzel olmaz mı? “Yüksek sesle düşünmek” derler ya, ben de yazarak düşünüyorum. Hem üzerinde oturduğumuz beş bin yıllık uygarlıkları araştırma, öğrenme fırsatı olur bize hem de aynı toprakları paylaştığımız eski uygarlıkları benimsememize, onlarla aramızda çoktan kurulması gereken bağı kurmamıza yardımcı olur. Kim yapar? Belediyeler mi? Ticaret de olsun eğlence de. Eğlenmeyi başarsak, inanıyorum, yaşamayı daha çok seveceğiz, daha dingin, daha güler yüzlü insanlar olacağız. Biz bu kadar renkli şenlikler düzenlemeyi başarsak turist kendiliğinden gelmez mi, gelir, hem de koşa koşa. 29 TEMMUZ ÇARŞAMBA Türkçe bilmeyen bir torunum olmasına asla katlanamam; bu yüzden babasına Türkçe öğretmekle işe başladım. “Türkçe yazıldığı gibi okunur”u gel de damada anlat. Herkes o harfi nasıl okumayı öğrenmişse öyle okuyor. E’leri “e” diye okutmak çok zor, “ı” diye bir harf tanımıyor, “ü” ile hiç karşılaşmamış, “u” sesini çıkaramıyor, ş’yi, ç’yi hiç bilmiyor; ama yılmak yok, “yola devam”! 23 TEMMUZ CUMARTESİ Başka bir gazetenin kitap ekine yeni çıkan kitabımı nasıl yazdığımı anlatan bir yazı yazdığım için Türkçe Günlükleri’ni okumaktan vazgeçen “eski” okurlarım da var; her hafta bizim Kitap ekini sondan başlayarak okuduğunu söyleyen okurlarım da. Okuyan da okumayan da, seven de sevmeyen de sağ olsun. Katkılarıyla varsıllaştıran, yeni “açılımlar” getirenleri de ben çok seviyorum. Sözgelimi Ergün Özkan, “Sözcüklerin kimileri, tarihsel, toplumsal niteliklerin etkisiyle oluşmuştur” diye düşündüğünü söyledikten sonra ve sözü “müdür” sözcüğüne getirmeden önce bizi eski günlere götürerek, “Çocukluğumda evimizde – çoğu köy evlerinde olduğu gibi– elektrik yoktu. Gaz lambası ile İDARE ediyorduk. ‘İdare‘yi bilerek büyük harflerle yazdım. O günkü koşullarda ‘idare lambası’ kullanılmasının ekonomik nedeni, yokluk ve ekonomik bir aydınlanma aracı olmasıydı. Müdürün işlevi de (Müdür de ‘idare eden’le bağlantılı bir sözcük.) o yokluk yıllarında, en çok da kamu kurumlarında, ekonomik olmak, savurganlığı önlemek, devletin malını ‘idareli’ kullanarak koruyup kollamaktı” demiş. İletisini, “Sözcüklerin kullanımını zorlamak, yapaylaşmaya götürebilir dilimizi” diye sürdürüp can alıcı bir noktaya değinmiş: “Biz bunları bırakıp devlet dairelerinde bugün bile kullanılmakta olan ölü ve anlaşılamayan sözcüklerin kaldırılmasının savaşımını vermeye çalışmalıyız. Günümüz hukuk dilinin durumuna, eczacılık dilinin ilaç tanıtımlarında kullanılış biçimine, felsefe alanında kullanılan ya da kullanılamayan yetersiz anlatım diline baktığımızda sorun apaçık görünmektedir. Türkiye’de halkın kendi hukuk dilini açıkça anlayabilmesi gerekmez mi? İlaçların etki niteliklerini öğrenmesi gerekmez mi? Tanıtımlar Latince, Fransızca, İngilizce; devlet daireleri Osmanlıca, Arapça...” Denizli yöresindeki “gelipba, görüpba, gidipba” kullanımının Edremit, Havran yöresinde, özellikle Madra Dağı köylülerinin dilinde de böyle olduğunu belirterek bitirmiş iletisini Ergün Özkan. 26 TEMMUZ SALI Kitaplar da insanlar gibi… Kimileri hak etmediği halde övülüp göklere çıkarılıyor; kimileri övgüyü hak ettiği halde görmezden geliniyor. Kevser Ruhi’nin “Saçları Deli Çoruh”u (Gürer Yayınları) da ikincilerden. İlk öykü kitabı “Kehribar Kadınlar”ı çok beğenmiştim; bu ikincisini daha çok beğendim. Kitabın adı da çok güzel, bu addan söz edildi edilmesine; ama öykülerden dolayı değil, saçma sapan bir yarışma dedikodusuyla. Kolayca söylenmiş gibi görünen anlatımlar en zorudur aslında. Bu zoru kolaylıkla başarıyor Kevser Ruhi. Kalabalıklar içinde yaşanan ve aslında hepimizin bildiği o yalnızlık duygusunu, “Yalnız olmak, yalın olmak değil, çok karmaşık bir sistemin parçası olup çok kalabalık bir yalnızlık içinde, kimseye dokunmadan yaşamak” diye ne çabuk, ne kolay anlatıyor. Gerektiği yerde, “Suyun her halini gördü burada, sevdi. Su yağmurdu. Yağmura doydu. Su ırmaktı. Aktı. Su aşktı. Şaştı. Ormanı gördü burada, ormanın en orman, en simsiyah halini gördü. Gene şaştı” diye ya da “Su yürüdü. Dağ inledi. Irmaklar çağladı. Gece sabaha ulandı. İki beyaz güvercin buldu ellerinde. Sevdi, okşadı, öptü, kokladı” diye, dilediği kadar hareketlendiriyor anlatımını; istediği yerde, “Hayat, vadinin bu tarafında, uzamış gitmiş sonra. Karşıda bıraktıklarını özleyerek, özlemin küçük bir noktada başlayıp ağır ağır ilerleyen ama ardında en çok yıkım bırakan ıslak çığ gibi içine akmasını kimseye belli etmeyerek…” diye gerektiği kadar durağanlaştırıyor. Az çok bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız; ama birinin çıkıp daha fazlasını anlatmasını beklediğimiz başka bir iklimden konuşuyor Kevser Ruhi; başka bir coğrafyadan: Gürcistan, Batum, Keda; Strasbourg, İstanbul ve en çok, ırmak gibi akan saçların benzediği deli Çoruh’tan… feyzahep@gmail.com feyza@feyzahepcilingirler.com BULMACA Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını gösterir. Bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru Sefa Kaplan’ın, Öyküler Seni Söyler adlı kitabındaki bir öykünün adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse, aynı öyküden bir alıntı ortaya çıkacaktır. 10 A 11 21 C 22 D 1 G 2 H 3 F 4 H 5 B 6 D 7 J 8 B 9 G Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU D 12 H 13 L 14 I 15 I 16 C 17 D 18 E 19 J 20 K 70 24 71 12 23 B 24 H 25 E 26 I 27 H 28 B 29 J 30 L 4 68 12 27 64 39 I. “... Böyle Yazdı” (Ece Ayhan’ın tanınmış bir şiiri). 31 E 32 I 33 E 34 J 35 A 36 K 37 D 38 G 39 H 40 C 41 C 32 15 14 72 80 26 42 A 43 L 44 J 45 B 46 D 47 L 48 G 49 L 50 D 51 B J. Pierre Loti’nin bir romanı. 52 J 53 B 54 L 55 D 56 F 57 D 58 B 59 D 60 J 61 B 62 L 7 60 29 44 52 34 19 63 A 64 H 65 A 66 L 67 D 68 H 69 G 70 H 71 H 72 I K. Türk alfabesinin 9. harfi (üç kere yazacaksınız). 73 G 74 I 75 E 76 B 77 C 78 F 79 K 80 I 81 D Tanımlar ve sözcükleriniz: A. “Sami ...” (tanınmış gazeteci). 79 36 20 L. “Gideceksin ... çalkantısında / Balıklar çıkacak yoluna karşıcı / Sevineceksin.” (Orhan Veli Kanık). 63 10 42 35 65 B. Yılkı Atı’nın yazarı. D. Etik Üzerine Dersler, Pratik Usun Eleştirisi ve Arı Usun Eleştirisi adlı yapıtları da olan felsefeci. 75 33 18 31 25 F. Şifre. 54 49 66 13 47 43 80 74 6 1119. sayının çözümü: A. DVRS, B. 59 22 37 57 55 81 17 11 5 28 23 76 53 58 61 8 45 81 6 50 67 46 E. “... Mahfuz” (Miramar ve Midak Sokağı adlı romanları da olan Mısırlı yazar.) 3 78 56 G. Büyük erkek kardeş. C. “... e tecrübedir nik ü bed nedir bilmez” (Nabi). 48 73 69 9 38 H. İzmir’de yaşayan tanınmış şairimiz. 4 41 40 16 21 77 İNÖNÜ, C. GÜLTEN AKIN, D. RESNELİ NİYAZİ BEY, E. AHÇI, F. FRİBORD G. YEZİDİ, H. ADASI, I. YÖRESEL, J. IMMANUEL KANT, K. NİKOS. Metin: “İnsanlar son kertede bir sınıfın; bir söylemin üyesi olarak gündelik hayatın içine Yavuz Özdem” CUMHURİYET K TAP SAYI 1120 AĞUSTOS 2011 SAYFA 29