25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mine Kırıkkanat’tan ‘Aşk Varmış Aşk Yokmuş’ Herkesin aşkı kendine Ë Mehmet ŞEN ygarlık tarihi boyunca insanoğlunun üzerinde en fazla kafa yorduğu, en çok söz söylediği, çözümlemeye, anlamlandırmaya, tanımlamaya ve sırrına erişmeye çabaladığı fakat insan ruhunun derinliklerindeki bilinemez yerini hâlâ koruyan, çözümlenemeyen, anlamlandırılamayan, tanımlanamayan, hâlâ sislerin ardındaki bir sır olarak kalmaya devam eden kavram aşk. Üzerine bunca söz söylenip de gizemini bu kadar zamandır koruyan başka bir şey daha yok her halde. İnsanın fiziksel, ruhsal, entelektüel etkinliğine şu ya da bu derecede dokunan, onu etkileyen, hatta belirleyen bir şey aşk. Hakikatle bir ilgisi var mı, yoksa tamamen bir yanılsamadan mı ibaret, beynimizdeki elektron akışıyla mı ilgili yoksa kalbimizde, ruhumuzda olup biten doğa üstü bir şey mi, bilemiyoruz. AŞK TANIMLANAMAZ, TANIMLANIRSA AŞK OLMAZ Tarih boyunca felsefe, sanat, edebiyat, tiyatro, müzik, resim, sinema alanlarında üretilmiş hiçbir metin yok ki içinde bir biçimde aşk olmasın. Homeros’tan Dante’ye, Aiskylos’tan Brecht’e, Shakespeare’den Nâzım’a, Marquis De Sade’dan Mevlana’ya bütün sanatçıların eserlerinde aşk var. Renk renk, çeşit çeşit, başka başkadır her biri, ama her biri aşk: Siyah ve beyaz, aradaki milyonlarca farklı renk. Mutluluk ve mutsuzluk, coşku ve melankoli, suç ve masumiyet. “Üçüncü halin imkânsızlığı” aşk için geçerli değil. Hem “A” hem “B” hem de alfabenin bütün harfleri. Karanlık ve aydınlık ve alacakaranlık. Gülmek ve ağlamak. Mutluluktan ağlamak ve kahırdan gülmek. Bahar ve güz, ağustos sıcağı ve zemheri soğuğu. Aşk her şey ve hiçbir şey. Varlık ve yokluk, varlık ve yokluk arasında sonsuz hal ve biçimde. Ne kadar âşık varsa o kadar aşk var. Tanımsızdır aşk, sınırsızdır. Aşk vardır ve yoktur. Köşe yazılarından tanıdığımız, yazdığı roman, deneme ve öykülerle edebiyat alanında da boy gösteren Mine Kırıkkanat, Aşk Varmış Aşk Yokmuş adlı kitabında aşkın bu renk renk, çeşit çeşit, başka başka tezahürlerini anlatıyor. Konu ettiği aşkın o uçarı elle tutulmazlığına, kavranmazlığına, hiçbir kaba sığmazlığına uygun olarak, kitapta bütünsel açıklamalara, olgusal analizlere, kapsayıcı tanımlara ulaşma kaygısı yok. İyi ki de yok, zira her tanımlama bir sınırlama; konusu sonsuz ve sınırsız olan her tanımlama daha baştan yanlış olacaktı. Kırıkkanat, bunu bildiği SAYFA 16 4 AĞUSTOS U için olsa gerek kavramın kendisini değil onun hallerini, görüngülerini ferah, geniş, özgür bir üslupla anlatıyor. En doğrusu da bu değil mi, hatta tek doğrusu? Argümanlarla, önermelerle, çeşitli bağıntı, fonksiyon ve nedensellik ilişkileriyle açıklanabilseydi aşk, bunun şimdiye kadar yapılmış olması gerekmez miydi? Dahası bu şekilde açıklanabilen bir kavram aşk olur muydu? “Aşk öğrenilir mi? Eğitilebilir mi, insanı insan yapan en muhteşem duygu? Ölçüye vurulabilir mi, zapturapta gelir mi, işlenebilir mi? Cinselliğin evet, idmanı ve deneyimi vardır, düşünsel ve bilimsel taktikleri, hatta dopingi bile yapılabilir. Ama aşkın? Cinsellikle hiç ilgisi olmayan, tarihte insanoğlu iki ayağı üzerine kalkıp yürüdüğünden beri ilkelliği, coşkusu evrim geçirmeden süren tek duygu, karşı durulmaz çekim hali, uğrunda ölünen, öldürülen sevda nasıl dizginlenir ki?” diye yazıyor Kırıkkanat, adeta kitabın özünü ortaya koyuyor ya da daha doğrusu kalem oynattığı konu karşısındaki tutumunu özetliyor. Deneme, öykü, anı, gezi gibi formlarda kaleme alınmış toplam elli bir bağımsız yazıdan oluşan kitap beş ana bölüme ayrılıyor. Her yazıya eşlik eden siyah beyaz fotoğraf ve çizimler bir yandan anlatıma hareketli bir görsellik katarken bizce bir yandan da kitabı aynı zamanda bir klasik fotoğraf albümü niteliğine büründürüyor. “1968 yılının özgürlüğe susamış asi baharıydı. Paris sokakları molotofkok teyli ve göz yaşartıcı bomba kokuyor, genç kızlar ve delikanlılar dudak dudağa öpüşerek, polisle dövüşüyorlardı” diye başlayan kitabın ilk bölümü, bu hareketli girişe uygun bir şekilde “Devlerin Aşkı” başlığını taşıyor. Victor Hugo’dan Napolyon Bonaparte’a, Ted Turner’dan Elizabeth Taylor’a, Bernard Henry Levy’den Picasso’ya, Mitterrand’a kadar tarihte yer etmiş pek çok ‘dev’ kişiliğin eşleriyle, sevgilileriyle, metresleriyle yaşadıkları aşklarından kesitler sunuyor yazar. “Aşkın Halleri” başlıklı ikinci bölümde sevgi, nefret, kıskançlık, sadakat, ihanet, şiddet, şefkat ve şehvet gibi “hal”ler, Kırıkkanat’ın kaleminden kimi zaman hüzünlü, kimileyin gülünç ve her daim duru, akıcı, keyifli hikâyeler olarak süzülüyor. Başrollerini sarışın bir başkan ve esmer bir stajyerin paylaştığı ve oval bir odada yaşanan oral bir maceranın anlatıldığı hikâyeyi bir yerden hatırlayacağız derken erkek porno yıldızı Rocco Siffredi’nin aslında mesleğini icra ettiği zamanların dışında iyi bir aile babası olduğunu öğreniyoruz: “Her akşam işinden dönen bir İtalyan gibi evine geliyor, ailesine nefis soslu makarnalar pişiriyor, karısıyla sarmaş dolaş televizyon seyrediyor, oğluna banyo yaptırıyor; ertesi sabah ikisini de “ciao” diye öpüp işine, yani porno filmler çevirmeye gidiyor. Herhangi bir işçiyle arasındaki fark, alet edevatını pantolonunda taşıması!” Kendisini terk eden maço sevgilisinden intikam almak isteyen kadının bulduğu müthiş yöntem, heyecan arayan zamparaların baltayı “Selamet Ordusu”na vurmaları, Paris’teki Kleopatra cinsel takas kulübünden manzaralar... Aşkın renk renk, çeşit çeşit hallerini betimliyor Kırıkkanat. PARİS’TE SON TANGO Kitabın “Hatırlıyorum Aşk Vardı” başlıklı dördüncü bölümünü aşkın şehri Paris’e vakfetmiş Kırıkkanat. Etkileyici bir şekilde betimlediği Paris sanki gözümüzde canlanıyor okudukça. Mekânlar, kişiler ve tabii aşklar birbirinin mütemmim cüzü adeta. Aşk olmasa Paris, Paris olmasa aşk anlamsız kalacak. Aşkın daha çok melankolik, derin, hüzünlü hali var bu bölümde. “Bir gün durulur sular ya da akmaz olurlar. Kurak bir toprak gibi yarılır yürek. Yanındaki yaşlı kadın gibi olurdu ölümü beklemek. Yalnız olmak ya da olmamak. İşte mesele buydu. Cesaret. Başka seçeneği yoktu. Kalktı. Yürüdü. Düşeceği ya da düşürüleceği hamleye doğru. Cesur ve yalnız” diye yazıyor; Hemingway’in, Jules Romains’in Abidin Dino’nun ve tabii Paris in başrollerde olduğu öyküsünde. Marlon Brando’ya bir saygı duruşu niteliğindeki “Siz Marlon, Ah Siz!..” başlıklı metinde, hem Marlon Brando’ya ilanı aşk ediyor hem de edebi yetkinliğini gözler önüne seriyor: “Siz bir ‘İhtiras Tramvayı’nda Vivien Leigh’i kollarınıza alırken sarışın Vivien o güçlü kollarınızda bayılırken; inanılmaz bir çekiciliğin kabuğu içinde, yaydığı erotik elektrikten rahatsız olan beyniniz, o inatçı alnın altındaki çatık kaşlarınızla siz, Tanrı ve Şeytan’ı aynı hamurda birleştiriyordunuz. Eksi ile artıydınız. Gençliğinizde, sokaklardan yaralı kedi köpekleri, sarhoş dilencileri toplayıp evine getiren siz, saçtığınız ışık, ona kapılan tüm sevdiklerinizin kanatlarını kavurdu bir bir.” ZAMANIN ÖLDÜRDÜĞÜ AŞK Aşkın zaman ile ilişkisine de değiniyor yazar: “Yaşlılar, bindikleri araçların gidiş yönünde oturmayı yeğlerler. Şoföre arkalarını dönmeyi sevmezler. Belki pencerelerden ters akan manzaraya odaklanmakta zorlanır yorgun gözleri, belki gelecek duraklara değil de, geçmiş duraklara bakmak başka bir şeyi, geride bıraktıkları her şeyi anımsatır onlara bilinçsizce” diyor. Geçmiş duraklara bakmak istemeyen yaşlıların geride bıraktıkları şey aşk olmalı. Ölmüş aşk. Zamanın öldürdüğü aşk. “Aşkın celladı zamandır” diyor Kırıkkanat: “Heyecanı söndürür önce. Ayrılık zamanla gelir. Heyecanını söndüremediği, aşkını bitiremediği sevdaları ise ölümle ayırır zaman. Ama son söz daima onundur. Zaman, sondur. Yaşamın son gerçeği ölüm, zamanın kimseyi ıskalamayan baltasıdır. Bazen de kader.” “Aşkın İhanet Hali” başlıklı son bölümde de aşkın ertesi gününden, orta yaş bunalımı ve ikinci bahar takıntısından, ayrılıklardan, trenlerden, garlardan, barlardan, Bolero’dan ve Anabel Lee’den ve elbette Paris’ten söz ediyor yazar. Tabii hepsinde var ya da yok olan, başlayan ya da biten, beslenen ya da öldürülen aşktan söz ediyor ama yalnızca sahici aşktan. “Benim bütün erkeklerim de aynı tempoda yükselen, üç notadan ibaret Bolero’ya âşıktılar. Ne dediğimi anlamadılar. Çünkü yoksuldular. Hayal yoksunluğu giderilemez. Hayalleri başkasından çalarak edinemezsiniz. Hırsızlık yaparak âşık olunmaz. Aşkın taklidi yapılmaz. Sahtesi yoktur” diyor. Evet orijinaldir aşk, taklit edilemez, sahtesi yapılamaz, seri üretime de gelmez. Her aşk biriciktir, bir diğerine benzemez, binlerce, milyonlarca sahici aşk vardır, her âşığa eşsiz bir tane düşer. Aşk Varmış Aşk Yokmuş/ Mine Kırıkkanat/ Destek Yayınları/ 224 s. “Hatırlıyorum Aşk Vardı” başlıklı dördüncü bölümünü aşkın şehri Paris’e vakfetmiş Kırıkkanat. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1120 Fotoğraf: Philippe Matsas Mine Kırıkkanat’ın kaleme aldığı Aşk Varmış Aşk Yokmuş, aşkın sonsuz sayıdaki görüngülerinden bir seçki sunuyor bize. Kırıkkanat, bir büyük resim çizmeye çalışmıyor; küçük parçaları nasıl birleştireceğini, nasıl bir büyük resim oluşturacağını okurun hayal gücüne bırakıyor. CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle