15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Deniz Erbulak’tan sıradışı bir roman: ‘Kıyametle Savaşanlar’ ‘Detaylara alışmak kadar riskli bir şey yok!’ me tezi sınav sorumdu. Yeryüzündeki kırıkları doğru tespit edebildiğimden emin olmadan, mühendis sıfatını kullanmama izin vermeyen bir eğitimden geçtim, diğer bütün jeoloji mühendisleri gibi! Yerküre, üzerinde yaşayan insanoğlunu hesaba katmadan kendi hareketlerini gerçekleştirir. Biz bununla karşılaşırız veya karşılaşmayız. O, doğal döngüsünü tamamlar. Bu romanda insanoğlunun kendine has hayat kımıltılarıyla, gezegenin kendine has hareketinin aynı zamana denk geldiğini varsaydım. Gazete ve dergilerdeki bilimsel makalelerde yazanlar günlük hayatımıza giriverse, ürkütücü olmaz mıydı? O zaman olup bitene sağlam bir hipotezi inceler gibi bakabilir miydik? İşte bu ürkütücü durumla yüzleşen insanların hikâyeleri var romanda. Elbette böyle bir hikâyede insanların ruhsal fırtınalarını da incelemek kaçınılmazdı. İnsanoğlu bazen doğaya karşı yeterliliğini sınamak zorunda kalabilir ve bunu yaparken de ailesini düşünmek, sevdikleri için korkmak, âşık olmak, her şeyini kaybetmek gibi durumların kararlarını etkilemesini engelleyemez. Toplu ölümlerin yaşanacağını bilmek ve sürekli bunu önlemeye çalışmaksa travmalara yol açacak bir durum. Romandaki dekan karakterinin ölümcül kararlarını ve otoritesinin sarsılmaz oluşundaki mecburiyeti de bu açıdan incelemek gerek. Dekan öğrencisiyle kadim toprağın ensesinde yakın takipte... Hem kendi yaşamlarındaki depremlerle hem de zeminin hareketleriyle sarsa savrula hedefe ilerliyorlar... Kader sorgulamaları sonra... Kaybolmuşluk hissi... Karışık bilimsel ve ruhsal olayların iç içeliği... Sonra “Bizim işimiz... Kıyametle savaşmak!” demesi Vedia Hocanın… Savaşmak ve en fazlası geciktirmek gücün yettiği! Romandaki bu kaderkıyamet hattını açar mısınız? İnsan hangi inanca sahip olursa olsun hayatın her anında kaderin varlığını sorguluyor. Bu noktada, işlerin her zaman kendi kontrolünde olmadığını, kendisinden büyük bir düzenin kurulu olduğuna inanabilir ya da bunu reddederek olaylar kadar bu düşünceyle de savaşabilir. Bu yüzden roman kahramanları da, herhangi bir insanın yapabileceği gibi karşılaştıkları her durumda ne kadar değişiklik yaratabileceklerini tartmaktan kaçamıyor. Beril’in edindiği bilimsel öğretiler, ona her şeyin gerçek olduğunu ve kurallar yerine getirilirse etkilerinden korunulabileceğini söylüyor. Duygularıysa buna kalkışmanın resmen delilik olduğunu! Kahramanla4 rın hemen hepsi de sık sık “Belki de artık bu iş bizim boyumuzu aşıyor” diyor. Bilme bazen yetmiyor ve korkuyu da engellemiyor. Ama belki doğru mücadeleyi sağlayabilir ve tıpkı yine kahramanlarımız gibi “Bunları fark etmemin bir sebebi olmalı” diyebilir insan. Bilmek kaderimizde varsa, değiştirmek de olabilir. Jeoloji mühendisliği o kadar büyük bir düzenin dengesiyle ilgili kararlar alıyor ki bazen faydalı olduğu kadar, ölümcül sonuçlara da ulaşabiliyor. Fakat unutmamak gerekir ki jeolojideki ölümcüllük, daima kıyamet boyutunda. Ölçüsü böyle! Bu yüzden bu mesleğin işi, gerçekten de kıyametle savaşmak, tıpkı romandaki Vedia Hanım’ın dediği gibi! “İNSANIN KENDİ ZAAFLARINA KARŞI FAZLA SEÇENEĞİ YOK” “Siz insanlara kaderlerini söyleyen kişi olacaksınız. Onların dere yataklarına, fayların üzerine yerleşmelerine göz yumarken ölüme; toprağın yüzlerce metre altından suyu çıkarıp, oluk oluk önlerine akıtırken de hayata izin vereceksiniz” diyen hocadan tokat gibi dersler... Türkiye’den altüst insan ve mesleki etik manzaraları da sunuyorsunuz romanınızda... Her meslekte kişisel çıkarların peşinden koşanlar var. Rant sağlamak için alternatifler daima bulunur ve insanlar daima zaaflarına kapılır. Üstelik benzer örnekleri gördükçe bu onlara hayatın gerçeği gibi görünmeye başlar. Oysa sade bir ahlâk ve doğru tercihler her şeyi değiştirebilir. Çalışma hayatımda ben de sık sık imara açılacak sahaların jeolojik etütlerini hazırladım. (Tıpkı kitaptaki Güngör Bey gibi!) Böyle bir etüt sırasında Afet İşleri’nin kontrol mühendisleriyle birlikte arazideki bir tepeye çıkmış sahayı inceliyorduk. Durduğumuz noktanın tam aşağısında küçük bir üçgen alan, kaya yuvarlanmaları açısından risk altındaydı. Bu küçük üçgeni imara kapatmak için ısrar edişimi hatırlıyorum. Makul bulundu ve kabul edildi. Orada tek bir bina vardı. Bir ev! Üç yüz metre kadar tepelerinde durmuş o evde yaşayan insanların akıbeti hakkında karar alıyorduk ve o insanlar bizi tanımıyordu bile. İnsan mesleğini yaparken nelere yol açabileceğini çok iyi tartmalı ve elbette bu, kendini önemsemekten çok, vereceği hizmeti önemsemekle ilgili olmalı. Japonya’daki depreme ilişkin değerlendirmeleriniz… Teknik olarak yorum yapacak çok kıymetli jeologlar var. Ben sadece işin insani boyutundan söz edeyim. Japonya’yı bir deprem sahası olmaktan çok depremi anlamış ve hayatında ona paralellik kurmayı bilmiş bir ülke olarak inceliyoruz. Hep birlikte gözümüzü dünyanın diğer ucuna çevirip bilmenin nelere yetebileceğine bakıyoruz. Bizim biliyor oluşumuz da zamanı geldiğinde bir şeylere çözüm olur mu diye anlamak için! Temel prensipler ve yürünen yol aynı: Engel olunabiliyorsa ol, olmuyorsa en az hasarla ya da hasarsız kurtul ve hasar varsa yaralarını doğru sar. Tecrübe, soğukkanlılık, bilinçli olmak, eğitilmek, teknolojik imkânlar yaşanan felaketleri oldukça değiştiriyor mutlaka. Belki de insanın doğaya karşı fazla seçeneği yok. Özellikle de kendi zaaflarına karşı! Japonya’da insanoğlu, doğanın yarattığı felaketi, kendi yarattığı felaketle, nükleer tehditle tamamlamadı mı? [email protected] Kıyametle Savaşanlar/ Deniz Erbulak/ İthaki Yayınları/ 656 s. AĞUSTOS 2011 SAYFA 17 Yer değiştiren kutup noktaları, büyük resmin serseri dalgalanışı, karanlığı getiren, güneşi doğurmayan manyetik yırtılmalar, hiçliğin helezonları, yerkürenin dokularının lif lif çözülmesi, gezegenin hazırlandığı asıl hareket... Zaman dalgalanmaları, manyetik anafora kapılıp radyoaktiviteden kavrulan ve başka bir zaman dilimine savruladuran bedenler ve yeniden yeniden yaşayıp ölmek! Sonra bürokrasi, sistem, çark! Kenetli çıkarlar silsilesi... İşaretleri çoktan başlamış depremin yıkımını geride bırakan toplumsal, siyasal yıkım, zincirleme o çöküş ve sınır bilimin ve insanlığın sinir uçlarından seslenen bir roman... Deniz Erbulak’la Kıyametle Savaşanlar‘ı konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR oca bir dağın kucağında yürüyüş ekibinin tırmanışıyla başlıyor roman ve sonrasında an be an fizik ve zihin ötesi olaylar zinciriyle gerilim ve yer yer paranoyaya dönüşen endişeler ve arayışlar silsilesiyle ilerliyor… İnsanlar genellikle hayatında aksi giden bir şeyler olduğunu hisseder. Ama önce bazı şekle dayalı belirtileri fark eder. Sonra arkasındaki derinliği kavramaya başlar. Romanı da okura böyle sunmak istedim. Tıpkı gerçek hayattaki kavrayış şeklimiz gibi! Bu hikâyede de önce göze tuhaf görünen bazı olaylar yaşanıyor. İnsanlar kayıp vakalarını münferit olaylar olarak görüyor. Oysa kısa süre sonra herkes o kayıplardan biri olabilir. Sonra depremler sıklaşıyor. Ama insanlar korkularını çabuk unutuyorlar. Dikkat edilmesi gereken detaylara alışmak kadar riskli bir şey yok! Bir gün uyanıp bakıyorlar ki güneş doğmamış. Birkaç bilim insanı fikrini söylüyor. Sonra tekrar hayat gailesi. Hayatın günlük akışındaki o bildik kimi yanlış, kimi suç, kimi erdem sayılan insani tercihler ve hareketler, aslında pekâlâ bizim son yaptığımız şeyler olabilir bu hayatta. Romanda da modacı olmayı isteyen jeoloji son sınıf öğrencisi Beril’in gözünden bakıyoruz bunlara. Olaylar sarpa sardıkça Beril’in de düşünceleri ve beklentileri değişiyor, önünde mesleğini kullanması gereken bir yol açılıyor. Çarpışması gereken şey sıradan bir afet değil, neredeyse kıyametin ta kendisi! Hepsinin bir saçmalık olduğunu varsayıp kendi yoluna gidebilir. Dekanın ona dediği gibi, böyle yaparsa ölen diğer insanlardan tek farkı her şeyi bilerek ölmesi olacak. Oysa Beril, karşısına çıkan gerçeklere bile bile sırtını dönecek biri değil. (Belki birçoğumuz değiliz.) Beril, akıl almaz bir biçimde kıyametle savaşmayı seçiyor. Hayatındaki her şeyden vazgeçmeyi göze alarak. “JEOLOJİDEKİ ÖLÜMCÜLLÜK, DAİMA KIYAMET BOYUTUNDA” Mistiğe meyleden bilimsel açıklamalar, doğayla ve bilinmezlikle buluşturuyor okurları... Zamana ve uzama karşı en çok da insanın aymazlığına karşı bir mücadele sunuyor… Sınır bilimin sinir uçlarında bir gezinti gibi romanınız... İnsanın mantığı bilimi çözebilir belki ama ruhu her zaman hayatı çözemiyor. Bu noktada sığınacağı düşünceler mistik de olabilir, insan tamamen isyana da meyledebilir. Kahramanlarımız da hep bu gelgitler içinde yaşıyor zaten. Bu tür durumları kanıksamak oldukça zor. Romanda bu konuya yaklaşımım jeolojiye bakış açımdan kaynaklanıyor. Jeoloji mühendisi olarak, baktığım dağları sadece hoş bir manzara olarak görmeme pek imkân yok. Kutup noktalarının yer değiştirmesi, Genel Jeoloji ders kitabındaki konulardan biridir. Faylarsa bitir K CUMHURİYET KİTAP SAYI 1120 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle