23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D B eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN Gerçeğin röportaj boyutu ir yazar, incelemek istediği bir konuyu ayrıntılarıyla araştırır, kendi görüşleri, yorumlarıyla geliştirir, giderek, gerçeğin gizlerine varmak ister. Böyle bir çalışma için ilgililerle de görüşmesi gerekir. Bir olayı anlatmakla yetinen, ‘haber’ özelliği taşıyan yazı, gerçeğin belirtilmesi anlamına gelir mi? Böyle bir olayın arkasında nasıl bir gerçek var? Önemli olan bunu araştırmaktır. “Ben sual sormadan o başladı” diyor Yaşar Kemal: “Bana, Mark Twain Cemiyeti fahri üyeliği verildi, dünya edebiyatına ettiğim hizmetten ötürü. Birçokları gibi ben de şaşırdım. Dünya edebiyatına hizmet filan etmediğimi söylemeye ne hacet. Bu, üyelik verilebilmesi için uydurulmuş nazik bir sebeptir sanırım” (Sait Faik’le Görüşme). Gene o görüşmeden anlıyoruz ki Atatürk Marc Twain Cemiyeti’nin bir numaralı üyesiymiş. Sait Faik en çok buna seviniyor: “Bir milletin yetiştirdiği en büyük çocuğu ile, o milletin kendi halinde bir küçük hikâyecisinin Amerika’da bir cemiyette buluşmaları küçük hikâyeci için ne bulunmaz şerefli bir fırsattır.” DİYARBAKIR Kuşkusuz Yaşar Kemal’in röportajlarında kişilerin önemi yadsınamaz. Ama o, kişilerden yola çıksa da bir kentin ruhunu, o kentin nasıl soluk alıp verdiğini anlatıyor. Diyarbakır 60 yıl önce nasıldı? Röportaja şöyle giriyor: “Diyarbakır akrepler şehri, gül şehri, karpuz şehri. Diyarbakır yeni yapılacak otelleri, eşsiz tabiatıyla turist şehri... Diyarbakır tezatlar şehri.” Kahveler tıklım tıklım işsiz insanlarla dolu. Hani Metin Demirtaş “İşsizlik, o en büyük hapishane” demişti ya; çimen ekilmiş, güllerle donatılmış birer avlusu olan Diyarbakır kahveleri işsiz insanlarla doludur. On günlük geçici bir işte çalışan adam sonra ne iş yapacaktır? Üstelik çoğu insan topraksızdır. Bu yoksul insanların her soruya verdikleri tek bir yanıt vardır: “İş yoktur.” Yaz gelince Dicle kıyılarına “hülle” denen, kamıştan kulübeler yapılır, karpuza çıkılır. Yatağını en derin oyan sulardan biridir Dicle. Diyarbakır karpuzu gibisi yoktur. Bu 60 yıl önceki Diyarbakır’da ilçeler arasında bile yol yoktur. İnsanlarla hayvanlar hanlarda bir arada barınır. Ortalıkta kum gibi sinek kaynar. Şumnu’dan, Deliorman’dan gelip de Diyarbakır’a yerleştirilen Bulgaristan göçmenleri de vardır. Diyarbakır toprağı çöl gibi gelir onlara. Bu topraklara alışamamışlardır. Toprak evlerde kalan, banka borcu yüzünden elinden toprağı alınan yerliler de var. Köy“İşte Doğu bu. Kesilmiş koyun başı Gibi bakar orda insan gözleri. Sevdalar, sıcaklık, yumuşaklık Türkülerde kalmış, bin yıldan beri.” YAŞAMANIN AKIŞI Yanan ormanların gümbürtüsünü duymak, kaçakçıların yaşama serüvenine karışmak, o çalkantılı dünyayı anlatmayı kolaylaştırabilir. Yaşar Kemal Antep’in buğday arastasındaki bir kahvede nargile tokurdatmasa o kaçakçılarla yakınlık kurabilir miydi? Artık Adanalı kaçakçı Hasan’dır o! İpek kaçakçılığından yakalanmış, içeri düşmüş, aftan yararlanmış, izini yitirip Antep’e gelmiştir. Kaçakçılık zorlu iş. Adam sana malı verir, sonra da “ihbar” eder. İşbirliği yapmak, kendini güvenceye almak gerekir. İşbirliği yaptığın adam da sağlam çıkmalı. İşin içinde afyon kaçakçılığı da var. Adanalı Hasan ortağına kendini beğendirecek ya; “Biz bu işin her yerine girdik çıktık. Genç ömrümüz mapushanelerde çürüdü” diyor. (Kaçakçılar Arasında 25 Gün). Sonra Antep pazarının uğultulu kalabalığını bir anlatışı var Yaşar Kemal’in: “Bir yana otuz kırk çarşaflı kadın oturmuş, türlü türlü, iğneden ipliğe, takunyadan kitaba kadar, türlü türlü eşyalar satıyorlar. Kırklık bi kadın, çarşafının içine büzülmüş, bir yumuk olmuş, önünde bir tek tesbih... Kadının gözleri bile gözükmüyor. Tesbihe alıcı çıkıyorum. Kırk kuruşa dövüş çekiş, bin bela alıyorum tesbihi...” Yaşamanın akışını gösteren çarşıların cıvıltısıdır. Ama “Sahaflar Çarşısı”nda duyulan sessizliğin sesidir. Yaşar Kemal el yazması kitapların serüveninde o çarşının da gizlerini anlatıyor (Sahaflar Çarşısı). YAŞAR KEMAL’İ YENİDEN TANIMAK Her yazar yaşamanın akışına kendine özgü bir yorumla bakar. Yaşar Kemal başına geleceklere aldırmadan o akışın içinde yaşarken gerçeğin gizlerine varır. Yalnız gerçeğin değil, dilin de gizlerine... Bu röportajlar görkemli bir romancının geleceğini sezdiriyor. Bilinmesi zor öyle ayrıntılar var ki, ancak bir romancının düşlem gücü onları görebilir. Olayların içinde yaşayan bir yazarın ses alma aygıtı kullanması gerekmez. O, nice sesleri, nice yüzleri düşlem gücünde çoğaltacak, aradığı gerçeğe ulaşacaktır. Bu 12 röportajın dışında, 12 yıl süren öteki çalışmanın birikimleri de yayımlanmalı. Böylece bu röportajlardan romanlarına sızan gerçekler de ayrı bir araştırma konusu olmalı. Ayşe Arman içi sevinç dolu bir yazar. O incelikli kadını Yaşar Kemal’in katlandığı yaşama koşullarında düşünemezsiniz. Ama bir yazar kendi iç dünyasından da yaşamanın akışına bakabilir. Kimin ne göreceği, ne görmeyeceği hiç belli olmaz. Ama Ayşe Arman’a düşen bir görev olmalı. Yaşar Kemal gibi röportaj ustası da olan bir dev yazarla röportaj yapmak. Kadın duyarlığı nice bilinmeyen gizlerin kapısını aralayabilir. Onun aynasında Yaşar Kemal’i yeniden tanımak olanağı bulunabilir. Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Edebiyatta “röportaj” olarak nitelendirilen yöntem, bilinen bir olayın arkasındaki gerçeğin araştırılmasına yönelik olarak ilgili kişilerle görüşmek, diye tanımlanabilir. Gizli bir cinselliğin gülümsediği Ayşe Arman röportajlarının içtenliği bir romancının iç dünyasını tanımamızı isteyebilir. Ses alma aygıtının olanaklarıyla kotarılmış röportajlar zorlamalı bir tanıtım sayılsa bile, okur, değişik bir dünyanın gizlerine varabilir. Yeter ki magazin yazısıyla edebiyat yazısının sınırları iyi çizilsin. Gene de röportajla gerçeğin izini sürmek kolay değildir. Yaşar Kemal’i yeni tanıdığım 1950’li yılların İstanbul’unda, Cumhuriyet gazetesindeki rüzgâr gibi röportajlarıyla okurları etkileyen bir yazardı. Şiirlerini yorumladığım bir yazıda bu ön çalışmaları anımsatmam gerekti (BUGÜNLERDE BAHAR İNDİ, Şiir, Yapı Kredi Yayınları, 2010). Kemal Sadık Göğceli kalemini Yaşar Kemal’e bırakırken, o rüzgâr gibi röportajlarıyla, bir kentin ruhunda, kaçakçıların karanlık dünyasında, bir kitabın gizinde, bir çini mavisindeki gizemde, gerçeği, yalnız gerçeği arıyordu. Görkemli bir romancının geleceğini haber veren röportajlardı bunlar. GERÇEĞE VARMAK Yaşar Kemal bu röportaj yazarlığını 12 yıl sürdürebildi. Kuşkusuz bu 12 yıl içinde yüzlerce röportaj hazırlamış olmalı. Onlar arasından 12 röportaj ayırarak bir kitapta toplamış (YAŞAR KEMAL, Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, Yapı Kredi Yayınları, 2011). Demek ki 1951 yılında başlayan, 1973 yılına dek süren bu çalışmaların üzerinden 60 yıl geçmiş. Gerçeğe varmak adına yapılan bu röportaj anlayışını Yaşar Kemal şöyle açıklıyor: “Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak” (Röportaj Üstüne). Röportajın hep bir insanla yapıldığına alışmışızdır. Ama insansız kent olur mu? Bir kitaba, bir çiniye de insan eli değmemiş midir? Nesnelerin arkasında, acımasız doğada bile insan elinin hüneri yok mudur? Doğrudan insanla yapılan röportajda, sıradan bir yazarın kendini önemsemesine gülümseyen bir okur, Sait Faik’in kendine aldırmayışına bakıyor da, önemini daha iyi anlıyor. SAYFA 22 4 AĞUSTOS lerde okul yok. “Yedikleri ekmek; buğday, arpa, darı karıştırılarak yapılıyor.” Ellerinde üç dört köy bulunan toprak ağaları da var. Marshall yardımından traktör alıyorlar. Makine insan gücünün yerine geçiyor. Yarıcıya gerek kalmıyor. Köylerden kentlere bir insan göçüdür başlıyor. Yaşar Kemal sur içindeki eski Diyarbakır’la sur dışındaki yeni Diyarbakır’ı canlı bir varlık gibi anlatıyor. Sıradan bir röportajı aşan bir anlatı bu! (Diyarbakır). “İŞTE DOĞU BU” Yaşar Kemal dünyaca ünlü yazarların röportajlarını anımsatarak “röportaj bir yaratmadır” diyor. Ne var ki siyaset anlayışımız gerçeği örtmek olduğu için röportajın gelişmesi kolay değildi. Yaşar Kemal diyor ki: “Ben doğudaki mağaralarda yaşayan insanları yazdığım zaman kıyametler koptu. Az daha gazeteden kovduruyordu beni o çağın hükümeti. Bereket versin ki Nadir Nadi ile Cevat Fehmi dayattılar.” Van’ın Sor köyü ile Goma köyündeki kuyu gibi toprağa açılan kapıları olan, yaşama koşullarıyla bağdaşmayan köy evlerini anlatıyor Yaşar Kemal. Bu kuyu evlerde saç baş darmadağınık, bakımsız insanlar yaşıyor. Yaşar Kemal Goma köylülerine takılıyor: “Yahu bu haliniz ne? Hiç olmazsa yıkanın. Biraz düzene girin. Şu yolunuzu köycek birleşip yapın. Sizin köyünüz kadar sefil köy doğuda az bulunur.” Kendi yazgılarını kabullenen köylülerin verdiği yanıt şaşırtıcıdır: “Bizimki gene ne nimet. Şu karşıki kayalık dağı görüyor musun? O dağın altında doksan tane mağara vardır. Büyük büyük mağaralar. İşte o mağaralarda bir köy yaşar. Yaaa... bizimki nur, nimet.” Yaşar Kemal, Kürtçe bildiğini gizleyerek Zübeyr Hoca ile Abdülhalim’le konuşur. O mağara çağı insanlarının yazgısını anlatır. Benim diyen bir yazarın üstesinden geleceği bir çalışma değildir bu! Bunca yıl sonra, demokrasinin gelişmesiyle onların yazgısı değiştirilebildi mi? Bu acımasız, bu inanılmaz serüvene Cahit Külebi’nin şiirinden bakmakla yetinelim: Fotoğraflar: Ara GÜLER Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1120
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle