Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Veysel Atayman, İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Kendi deyimiyle, 1969’dan bu yana çeviri ile yaşıyor. Edebiyat, edebiyat kuramları, felsefe, sinema gibi dallarda yüzü aşkın yapıta imza atan Atayman, mezun olduğu üniversitede Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı Almanca Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. 2009’da, Dil Derneği’nce verilen Ömer Asım Aksoy Çeviri Ödülü’ne değer görülen Atayman sadece kuramsal çalışmaları ile değil, çevirdiği çocuk kitapları ile de can veriyor Türkçeye. Çocukların severek okuduğu Thomas Brezina’nın, Diken Adam, Yeşil Köpek, Bataklıktaki Yaratık başta olmak üzere pek çok kitabını Türkçeye kazandıran Atayman, çevirinin yanı sıra editörlük ve yayımcılık da yapıyor. Sorularımızı bir makale tadında yanıtlayan Sayın Atayman’a teşekkür ederiz. İyi okumalar… Ë Röportaj: Çiğdem GÜNDEŞ evirmen olmak nereden aklınıza geldi? Siz mi “çeviri yapayım” dediniz, yoksa size öneri mi geldi? Orhan Koçak’ın 2011,Nisan’da Metis yayınları arasında çıkan “Bahisleri Yükseltmek” adlı Turgut Uyar ve İkinci Yeni incelemesinde şairin/şiirin hayatı üç aşama (geçit) üzerinden incelenir; birinci evrede, şiir (şair) öteki şairlerce “seçildiği” andan itibaren şiir/şair/Uyar artık kaçınılmaz yolculuğa mahkum edilmişlerdir. Artık organik bir kaynaşma, hatta bir tür hiyerarşik ilişki doğar; şiir mi hükmetmektedir yolculuğa, şair mi, Uyar mı, bir özne kalmış mıdır, dış nedir, talep nedir; merkezdeki ya da en üstteki kavramsal bütünlük olan “şiirin” bağlamlıkları gibi görünür her tezahür; inceleyicisi de dahil. Çeviriyle ilişkim için de kullanabileceğim bir yöntem bu. “68”lerde, Sinematek’in çekim gücüyle bir araya geldiğimiz günlerde Onat Kutlar’ın elinden “ben de çevireyim” diye “Genç Alman Sineması”na dair tanıtımları aldığım gün hükmü giymiş olduğumu düşünüyorum. Bu “üst kavramsal” (total) zorba, nerede çevrilecek bir metin varsa artık üzerine saldırtıyordu beni. Altmış dokuzlarda sanırım, Brecht’in “Mülteci Konuşmalarını” okurken, kapıp Kerem Görsev’in babasının yanına gittim. Ama zaten o ara “MarksistLeninist Felsefe Sözlüğü” ve iki üç kitap çevirmiştim oraya. (ya da o aralar). Doğan Görsev, o zamanlar İsvan’ın basın danışmanlığını yapıyordu. Çevirilerimi hiç yorulmadan yeşil, kırmızı, mavi boyayıp dururdu. Adımı bir kitabın üzerinde görme sabırsızlığımın karşısına, sence bu cümleyi, paragrafı okuyan ne anlar? Sorusuyla heyecanımı da hep anlayışla karşılayarak dengeler dururdu. Metin ile –ben ile (çevirmen ile) okur/ alımlayıcı/ tüketici arasındaki hiyerarşi daha o birkaç yıl içinde yok olmuş, neyin, kimin kime tabi ya da bağlı olduğu sorusu organik bir ilişkiye yerini bırakmıştı. Ve elbette bana yönelik altından hiç kalkamadığım bir tür sorumluluk etiği oluşmuştu sanırım. Hangisi daha kolay ve zevkli; Türkçeden Almancaya mı Almancadan Türkçeye mi? “Almanca” yerine kaynak dil diyelim. Erek dile (bizim özelimizde Türkçeye) çevirme (sadece sözlü dilin “yazılı” düzleminden EDEBİYATIN SESSİZ KAHRAMANLARI madıklarımla yüze yakındır herhalde. Çeviri yaparken, kitabın yazarı ile iletişim kuruyor musunuz? Çeviri yaparken kitabın yazarıyla en sert ilişkiyi kurduğum an, “Disiplin’i çevirirken anlamadığım bir paragrafı yazarından yeniden yorumlamasını istediğim andı. Dört beş sayfalık bölümü, “haklısınız, şimdi okuyunca benim de kafam karıştı,” mealinde bir yanıtla yeniden yazıp yollamıştı. (Ama işte bu küçük deneyim bile, buradaki Veysel Atayman yayıncının gösterdiği hayretle birleştiğinde apayrı bir tartışmayı konuşuyorum) giriş açıklamama bağlantılı açabilir: dilin, düşüncenin birbirlerine mutlak şekilde yanıt bulabilir. Şiirin şairinin kolunyapışık olduğu sanısı bizde çok yaygın. Aynı dan tutup ona “hadi dediği” andan onu içine düşünürün aynı düşünceyi ikinci yazışında yuvarladığı ruhsal girdapların (bence) aynısı düşünceyi de etkileyecek biçimde yeniden içine girersiniz. Şiirde de öyledir çünkü: ifayazabileceğini unutup kaynak metinlere desine kavuşturduğunuz “şeyin” sadece dımutlaklık/bir kerelik hali atfetmek. (Velilerin şa değil size de yeni bir kapı araladığını göçocuklarına karşılaştırma yapmak amacıyla, rürsünüz. Çeviride her adım, en alt birimden üzücü bir yanılsamayla, her metnin bir tek üste, bütüne doğru, panikleştiren, coşturan, karşılığı olduğu sanısıyla, ‘bu metin aslından küskünleştiren, sevindiren ve öğreten, vb. mı çevrildi?’ diye sıkça sorduğuna tanık bir sürecin parçası olarak alır sizi götürür. olup dururuz.) Kaynak dil Türkçe ise ve çeviri tersine ise, Son yıllarda Türkçenin uğradığı yıkımdan ben kişisel olarak (küçük metinler yaptım ara söz ediliyor. Özellikle gençlerin anadili doğru sıra) anlamı aktarma gibi bir darlığın üstesinöğrenmediklerine, doğru kullanmadıklarına, den (belki) gelebilme hazzından öteye, bir bu konuda çok özensiz davrandıklarına dik“arabulucu” (gobetween) rolünün altından kat çekiliyor. Bir akademisyen dolayısıyla kalkmanın ötesinde bir duygu taşımadım saher zaman gençlerle beraber olan bir uzman nırım. olarak, bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir Yapacağınız çeviriyi siz mi seçiyorsunuz, miyiz? Dilbilimciler sinema, T.V. dizisi çeviriyoksa yayınevi mi seçip size veriyor? lerinden de çok yakınıyor. Son zamanlarda Yapacağım çeviriyi çoğunlukla kendim “Çeviri Türkçesi” gibi hatta “Kötü Çeviri seçmiş oldum bu süreçlerde. O anlamda da Türkçesi” gibi bir olgu gelişti. Örneğin; saat biraz şiir ile paralellikler kuruyorum zaten. belirten anlatımlarda “...on gibi”, “bir gibi” Seçilmişlik, görevce kapanmışlık hali, görevşeklinde anlatımlar var. Oysa Türkçede lendirilmenin mercileri arasındaki mesafeyi “…on sularında,”, “…bir sularında,” denir. silikleştiriyor. (Şiirde de toplumsal, güncel Gerçekten böyle bir kirlilik ya da bozulma görev, şairin ayağına sıkça sarılır.) Ama günvar mı? Varsa nasıl aşılır? Sizce bu sektörün cel ile genelin buluşma noktası değil midir bir dil üzerindeki etkileri bu denli büyük olaşiiri/edebiyatı evrenselleştiren? İkinci büyük bilir mi? baskısını Cumhuriyet Kitaplar’da yaptığımız Türkçenin yıkımı meselesi, sadece çeviri “Evrim dizisi” tipik bir gerçekleşmişliğidir üzerinden konuşulacak bir alan oluşturmubence bu tespitin. Okuduğumu en yakınımyor. Mesela Almancanın bilim dili olarak gödan başlayarak paylaşma heyecanından bir çüşü sorunu dert halinde orada. Hele politiyıl kıvranıp durdum. Sonra Bülent Forta, ka, sosyoloji, siyaset, ekonomi ve özelikle “bunu hemen basalım”la zaten müthiş günbilim alanındaki akademik çalışmaların bile cel, hatta siyasal bir konu olan evrim konuİngilizce yazılması. Egemen dile yakalanmasunu, evrensel sorunlar ile bir arada tartışan ma kaygısıyla subkültürel alanların/gençlerin bu metinlerin klasikleşmesinin yolunu açtı. yarattıkları diller (şu kuşdili gibi bir şeyler) (hâlâ yeri doldurulamayacak birer klasik olzaman zaman konuşuluyor. (Fransız subkülduğunu düşünüyorum dizinin.) Bütün (kendi) türel gençliği bağlamında mesela). Dilin taöğrenme adımlarım, öğrendikçe kapıldığım rihsel genelreel ilişkilerle bağlamını unutheyecanların, coşkuların satırlara, paragrafmak, kusursuz, mükemmel Türkçemiz, harilara yansıdığını hâlâ görebiliyorum bugün. ka Osmanlıcamız gibi idealleştirmelere kapı (Değerli hocam Tahsin Yücel’in, dil anlayıaralayabilmekte. Osmanlıcayı şiir alanına şıyla öyle pek barışık olmayan dile rağmen, kıstırıp oradan seslenen entelektüellerimiz, 3. kitaba ödül verilmesine katılışı da sanırım mesela Divan şiirinin, bu dilin, tarihsel bir yagörebildiğimi söylediğim şeyleri elbette “göşama kesitine, dünya görüşüne, geniş anrebilmiş” olmasıdır.) lamda bir ideolojiye karşılık geldiğini unuta Şimdiye kadar Türkçeye kaç kitap karak, ince ayarlar üzerinden Osmanlıcayı yüzandırdınız? celtmekle kalmayıp Türkçenin de o dile göre Dilimizde “yeniden yazmaya” çalıştığım azlığından, eksikliğinden söz etmeleri tipik metin sayısı, (Sevgili öğrencilerimden biribir farkındalıktan uzaklık örneği olmalı. Akanin bir gün benim çevirilerim için,” Hocam demilerdeki onca yazılıp çizilene rağmen hâsiz çeviri metninin sonuna ‘yazarına katkılalâ bir dilin zenginliğinden, yoksulluğundan, rından dolayı teşekkür ederim’ diye yazsanız yetersizliğinden söz etmek (çevirmenlerin de nasıl olur?”la özetlemişti tarzımı kendine gösıkça sıkıştıklarında ima ettikleri bir şeydir re) çok sayıda uzun kısa metinlerle, çocuk kitaplarıyla, ve benim “derleyen” tanımıyla yaptığım, okuma, anlama, çevirme, katılma türü çok sayıda tanımı kendinden menkul (Aşk Filmleri, Şiddetin Mitolojisi, Postmodern Kurtarıcılar, Kant, Schopenhauer, Devlet Felsefesine Giriş) ve yapıp da isim koy4 Ç bu) dili dünya dışı, zamanmekân üstü, aşkın bir olgu gibi görmekten öteye bir anlam taşımamaktadır. Egemen dilin ideolojik düzlemi de içermesinden ve hâkim ideolojinin hâkim sınıfın ideolojisi olmasından “kurtulmaktan”, yakalanmamaktan söz ettim. Bugün küresel finans kapitalizm iletişim araçları üretiminin artı değeri üzerinden canını kurtarmaya çalışıyor. En başta, konut ve arabaların dışında, görselişitsel ürünlerin dolaşımı vazgeçilmez bir ticari kaygının ayağı. İletişim teknolojisi alanında kullanım, yazılım şu bu düzleminde zaten artık İngilizceden kaçış yok. (Almancada olduğu gibi, çoğu Almancalaştırılmış olsa da bu alanın). İkinci bir belirleyici, pazarda dolaşan ürünlerin (görsel malzemenin, diyelim ki dizilerin, popüler filmlerin) dünya ölçeğinde gittikçe klişeleşen bir kolay anlaşılır dille, imgelerle pazarlanması). Finans kapitalin dil talebi en başta alım gücüne sahip vasata (tüketici orta sınıfa) hitap eden dil. Pazarlamada, reklamda, tanıtımda o kültürel coğrafyaya özgü sloganlaşmalara, bozulmalara işlevler yükleyen bir dil. (Bir tüketim nesnesi olarak anlayabileceğimiz dizilerin, özellikle yerli dizilerin yüzeysel, klişe diyaloglarına bakmak yeter.) Kirlenmekten çok dilin reel hayatın tüketim, siyasal, vb. bölgelerinde araçsallaştırılmasından söz etmek doğru olacaktır öyleyse. “Kötü çeviri” bana çeviribilim düzleminde tanımlanabilecek bir ifade gibi gözükmüyor. Hele referansı “iyi çeviriyse”. Tanımlanamaz referansların birbirini ayakta tutması gibi bir durum. Edebiyat dalında, pek çok ödül, ödüllü yarışma düzenlenmekte. Çeviri dalında, özellikle edebiyat çeviri dalında da yaygınlaştırılması sizce “iyi çevirmen” yetişmesi, çevirmenlik mesleğinin özendirilmesi için güdüleyici olur mu? İyikötü çevirmen meselesini, “çeviri bilinci” düzlemine çekmek gerekiyor. (Akademik bilgiyle de destekli (Mütercim tercümanlık bölümleri vb.) bir çeviri bilinciyle üretilen her çeviri, bilinçli ise, çeviridir. İşlevseldir. Ama sıkça belirttim başka fırsatlarda da: biz sol rüzgârlar döneminde maddi karşılıksız ya da sembolik paralarla çeviri yaptık. Çeviri ile şiir arasında kurmaya çalıştığım ilişkide bu da var aslında. Ben çevirmenliği aynen şairlik gibi, bir seçilmişlik, başlatılma haliyle açıkladım girişte. Şimdi kimi çeviri kurumlaşmaları “hak/hukuk arayışları” peşindeler. (Alınıyorsa bir şey ne iyi). “İyi çevirmen” yetiştirememenin/olamamanın bu bağlamda, ekonomik zorluklarla yorumunu kabul etmiyorum. Çevirmenlik “mesleği de” (belli spontane çeviriler, doğrudan sözlü çeviriler bir yana ki çok sınırlı bu imkânlar) bence tanım olarak kullanılmasa iyi olur, diyeceğim. Ama ille de konuşulacaksa, birileri “iyi/ kötü” çevirmen ilan edilenin neye göre bu itibara ve itibarsızlığa mahkum edildiğini örnekleriyle açıklayabilirse bir kitapçık, kılavuz ediniriz. İyi olur. Sizce Türkiye’de yeterli sayıda, yetişmiş, konusunda yetkin çevirmen var mı? Aslında bana sorduğunuz soruların temel zaafı diyelim, yayınevine, kuruma ve kaynak metne apriori bir bağışıklık tanınmış olması. Olay bir bütün. Çevirmen, her ne kadar belirleyici öğe gibi dursa da bu denklemde, bu üç ayağın organik bütünlüğünün sağlıklı işletilememesi durumu var. Bu anlamda işi parasal haklara çeken tartışmaları fazla işlevsel bulmuyorum. (dediğim gibi, iyi kötü bir şeyler ödeniyorsa ne iyi). Ama çevirmen hayatın saldırısını başka emek pazarlamalarıyla çıkarmak zorunda. Cevabı Turgut Uyar şiirine yönelik o bence enfes incelemeden bir Uyar talebiyle tamamlayayım: “Ben kırkından sonra artık yazmayan şairlerimizin, hayatın yükü, geçim derdi falan gibi sebeplerle değil… kendilerini yeniden icat edemediklerinden sustuklarına inanıyorum.” AĞUSTOS 2011 SAYFA 25 1120 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1120