Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Münir Göker’le ‘Yenikapı Hikâyeleri’ne dair ‘Bugünkü İstanbul cangılını beğenecek kadar sadomazoşist değilim’ Münir Göker, namı diğer “Bambino”, Yenikapı Hikâyeleri‘nde hem kendi yaşamından parçalar hem de kurguyla buluşturuyor okuru. Anılarıyla bağlantılı öyküler de bulunmasına karşın Göker, kitabın sadece anı olarak anılmaması gerektiğini söylüyor. Göker, kitabını anlattı. Ë Sennur SEZER ize kendinizi tanıtır mısınız? Münir Göker ya da kitaptaki adıyla Bambino kimdir? Trenin son vagonunda, yaşamın son dilimindeki yolcu kendini nasıl tanıtır? Yine de şöyle diyelim Boğaz’daki yalısında kemanla Mozart, Vivaldi, Schubert çalan İstanbul aristokratı annem Bedia Hanım (Rita Haywort’a benzerdi), kemanla hiç ilgisi olmayan Karadeniz yakışıklısı babama âşık olmuş. 1930’ların romansıyla evlenmişler. Harp yıllarında ben dünyaya gelmişim. Annem babamın hâkimliği nedeniyle yıllarca Karadeniz’de dolaşmış. 1958’de İstanbul’a geldik. Hep evden ayrı hala, teyze ve dayı evlerinde misafir öğrenci olarak eğitimi tamamladım. Ortaokuldan lise sona kadar hep aile dışında tek başıma okudum ve mücadele ettim; hem çalıştım hem de okudum. Vakko’da geçici mankenlik buna dahil. Üniversite yıllarında ise senin bohem dediğin benim ise kendini kanıtlama yaşantısı diye gördüğüm şiir, şarap, leblebi ve Yenikapı’da Tango Bıyık Bilakis diye adlandırılan açık hava meyhanesi günleri başladı. Bu arada 1962 yılında İstanbul’un ilk sinema kulübünü kurmuşum: Hukuk Fakültesi Sinema Kulübü. Sonra Sinematek’in kuruluşuna katıldık; Onat Ağabey’in davetiyle. İlk yönetimde bulundum. Sinema yazarlığı yaptım. Atilla Dorsay ve rahmetli Kani Suveren Sinema Yazarları Derneği’ni kurduk. Vatan, Politika, Dünya gazetelerinde sinema yazıları yazdım. Bir filmde reji asistanlığı yaptım ve bir filmde de jön olarak oynadım. Ancak 19641970 yıllarında bir ayağım sürekli Yenikapı’daydı. İşte kitabımın kahramanları o güzel insanları Yenikapı’da o yıllarda tanıdım. Sonra kopuş. Ticaret Odası. Bursla Paris. Orada boheme geri dönüş. Çünkü Utku Varlık, Komet, Mehmet Güleryüz, Hilda Yosmayan, Alaatin Aksoy gibi bu SAYFA 20 4 AĞUSTOS zen de bir şeyler ekledim. Ancak temel aynı kaldı. Bugünkü yaşamda ise böyle insanlar yok artık. İstanbul’un kalabalıklaşmasından ve kabalaşmasından şikâyetçi gibisiniz. Yenikapı Hikâyeleri, bir geçmişe özlem kitabı sayılabilir mi? Evet tümüyle geçmişe özlem kitabı. Ben bugünkü İstanbul cangılını beğenecek kadar sadomazoşist değilim. 19 milyon nüfus, 17 bin tinerci çocuk ve 80 bin işportacı. Döner bıçaklarıyla maçlara giden gençlik. Yürümeyen trafik. Kaldırımda cirit adan pizzacı motorları. Bu İstanbul’un neresini seversiniz Allahaşkına Sennur? Sen seviyor musun? Edip Cansever’in bir şiiri geliyor aklıma: “Sen yoksun, çevrende kimseler yok/ zengin olsan da yoksulluğun bitmez.” “BUGÜNKÜ GENÇLİK BİLGİSAYAR YALNIZLIĞINDA KALMIŞ” Anlattığınız bohem Yenikapı’da. O dönemde bir de Pera’da yani Beyoğlu’nda Baylan’da Asmalımescit’te süren bohem vardı. Beyoğlu bohemiyle Yenikapı’yı kıyaslar mısınız? Haklısın Yenikapı Bohem’i Pera’ya Yakup’a, Kulis’e, Lefter’e, Entelektüel Cavit’e, Tosun’a, Kulüp 29’a göre daha gariban bir bohemdi. Ancak bizimkilerdeki arkadaşlık, dostluk birbirini kayırma daha yoğundu. Ayrıca doğa ile daha içli dışlıydık. TangoBıyıkta kayalıkları üzerinde yıldızları seyrederken (her ne kadar soframızda Gıdasız Erdoğan’ın tuttuğu taze istavrit ve Güzel Marmara şarabından başka bir şey bulunmasa da) yıldızlara bakarak Ruhi Su söyler ve Şekspir, Atilla İlhan, Cemal Süreya terennüm ederdik. Yani bizim insanlarımız daha sıcak, daha içten, daha az ticarete bulaşmış, amaçları varolmak iddiasıyla temelde espri, gır gır, şamata, mavra üzerine kurulmuştu. Pera ise özellikle akademi tayfasıyla daha entel, kibirli, birbirini çekemeyen (hele ressamlar) sanat yoluyla zengin olmak isteyen kişilerdi. Fırıldak yanları daha fazlaydı. Biz onlara göre daha saf ve temizdik. Her iki tarafa abone ben, Umbor, Topal Sadi falan vardı. Bir de Gâvur Turgut (Turgut Kut). O zaten Mektebi Sultani’dendi. Bir de tiyatrocular. Tabii Arapoğlu’nun taksitli lahmacunu Pera’nın pahalı kadehlerinden daha cazip gelirdi bize. Bence gençlik değişmez. Hep iyi niyetlidir ve cesurdur. Eksikleri vardır elbet. Sizce bugünün gençlerinin eksikleri neler? Aksi fikirdeyim Sennur. Her şey gibi gençlik de erozyona uğradı. Çünkü bugünkü gençlik bilgisayar yalnızlığında kalmış. Kocaman ekranların presinden kurtulup gün ışığını yakalayamıyor. Doğaya ilgileri yok. Bizim kuşak gibi kayalıklarda yıldızların altında, şiir okumadılar. Gökkuşağının altına da koşmadılar. Yalnızlar. Bilgisayar yalnızlığı bu. Aşkları ve romansları yok. Varsa da sanal. Her şey sanal. Bir yanda sokaklarda çello çalarak dilenen gençler, flütle kötü de olsa Mozart çalarken gecenin ayazında titreyen küçük çocuklar. Öbür yanda ciplerle Bağdat Caddesi’nde yarış yapanlar. Gençliğin bu hale gelmesinde magazin medyasını büyük sorumluluğu ve günahı var. Bizim kuşağımızın gençleri kalmadı artık. Sanatta, iş hayatında ve politikada bambaşka bir kuşak yetişti. Yenikapı Hikâyeleri/ Münir Göker/ Cinius Yayınları/ 272 s. B günlerin ünlü ressamlarıyla sürekli beraberdim. Paris’teki bu akademi grubu İstanbul’da iken Yenikapı bohemine üstten bakarlardı. Paris’te Nâzım Hikmet’in oğlu Mehmet. Abidin Dino ve Münevver Hanım’la tanıştım. Yenikapı Hikâyelerini yazmamda Utku’nun büyük etkisi oldu. Bana Paris’te yaptığı Yenikapı’da kafa çekenler desenini verdi. Kitabımın kapağı o. Bu kitabı önce, hikâyenin Yenikapılı kahramanları, sonra Utku ve Sait Faik’e borçluyum. Trenin son vagonunda seyahat ederken yazmak zor iş. Çünkü o sarsıntıda eli titriyor insanın. Ölümden hiç korkmadım ve korkmuyorum. Montaigne’nin dediği gibi “İnsan bilmediği bir şeyden nasıl korkabilir?” Şimdilerde Ekonomik Durum gazetesi ve Büyük Kulüp dergisinde köşe yazarlığı yapıyorum. “ESKİ DOSTLAR, ESKİ TOSTLAR” Yenikapı Hikâyeleri, Kemal Bey’in kahvesini anlatıyor. Tavla bile oynanmayan, yalnız kitap okunan kanaryalı kahveyi. Hikâyelerde hangi özelliklerinizle kendinizi anlatıyorsunuz? Yenikapı’ya 1960’ların başında geldim. Daha önce Hukuk Fakültesi’nde çalışkan öğrenciydim. Doğrudan sınıf geçerdim. İkinci sınıfta Yenikapı’ya dadandım. En küçükleri olduğumdan “Bambino” derlerdi. Bu adı da galiba Mehmet Barlas veya Turgut Kazan taktı. Yenikapı’daki tüm gırgır, şamata ve mavranın içinde bulundum. İddia ediyorum bu denli renkli ve marjinal kişiler pek az romanda veya hikâyede vardır. En kıdemlimiz Turgut Ağabey’di (Turgut Kut). Sonra Can, Şehirbay Hoca, Tellak Yüksel, Mavro Yahya, Nizo, 2011 Romy Armağan. (Armağan çok güzel bir kızdı hâlâ güzel tabii Aktris Romy Schneyder’e benzetirdim) Tiyatrocular (rahmetli Savaş Dinçel, rahmetli Ayton Sert, Ali Poyrazoğlu, Yaman Tüzcet, Müjdat Gezen ve Haldun Ergüvenç). Bu tipleri ayrı ayrı çizmek müthiş bir uğraşı gerektirecekti. Bir kalıba sığan insanlar değildi. Bunlar yirmi boyutlu entelektüel, dost, verici, kaprisli, kızgın ve ukala yaratıklardı. Hepsi çok sevimli insanlardı. Yıllardır bir araya geliriz ritüel toplantılarda, sürekli kavga döğüş yapılır, sonunda “eski dostlar, eski tostlar” nağmeleriyle toplantı sona erer. Önümüzdeki ay toplantısına seni ve Sevgili Adnan’ı da bekliyorum. Yenikapı Hikâyeleri’nde olay çok. O nedenle tipleri ayrıca işleyemedim. Ancak Can Paşa’nın, Mavro Yahya’nın, Umbor’un ve Ayberk’in, Topal Sadi’nin tipleri belirginlik kazandı. Bunun yanında Yenikapı’yla ilgisi olmayan hikâyeler var. “Karıncaların Düş Gördüğü Yer”, “Müşavir”, “Guguk Kuşu.” Bana göre bunlar anılardan bağımsız hikâyeler. Bu nedenle kitabı sadece anılar olarak yorumlamak yanlış. Bu anlatılanlar, benim de bir dönemini bildiğim gençlik avareliği ya da kibar söyleyişle “bohem” dönem anlatımı mı? Bu avare gençliğin idealleri yok muydu? Yenikapı’da kimsenin tanımadığı birkaçı hariç medyada hiç yer almayan o güzel insanları, yaşanmış anılarla kendime göre değiştirerek biraz şiir, biraz romans, hüzün, dostluk katarak hikâyelere dönüştürdüm. Steinbeck’in Yukarı Mahalle’sindeki Danny, Pablo, Pilon, Jesus Maria gibi sıradan ama adam gibi adam olan bu marjinal insanların hikâyesini yazdım. İdeal falan derken bizden genç bir kuşak silindi gitti düzenin çarkları arasında. Bizler bu mavralar sayesinde o tuzaklara düşmedik. Siyasetten uzak, kendi renkli şiir, romans dolu dünyamızı yarattık Yenikapı’da. Siyah ama güzel sinemalarımız vardı. Renkli televizyonlarımız yoktu amma Ruhi Su’larla, Fransız şansonlarıyla, Nat King Cool’larla, Frank Sinatra’larla dolu radyo günlerimiz vardı. Hiçbir şey olmasa rahmetli Savaş’ın armonikasıyla caz dinlerdik. Ben hep bunların özlemi içinde yazdım Yenikapı Hikâyeleri’ni. Bohem demek doğru mu bilmiyorum. Bir şeyler yaratmak ve var olduğumuzu kanıtlamak istiyorduk ve içimizden ünlü ressamlar, tiyatrocular, şairler, yazarlar yetişti. Ben ise trenin son vagonunu yakalamaya çalışıyorum, Yenikapı Hikâyeleri’yle. Ben anıları bazen değiştirdim, ba CUMHURİYET KİTAP SAYI 1120