Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nurdan Gürbilek’ten yeni denemeler: Benden Önce Bir Başkası Beni benimle bırak(ma) Nurdan Gürbilek Benden Önce Bir Başkası ile okuyucularının tekrar karşında. “Yaratıcı eleştirinin” önde gelen isimlerinden Gürbilek bu kitabında Dostoyevski, Kafka, Ahmet Hamdi Tanpınar, Benjamin, Peyami Safa, Edward Said ve Cemil Meriç gibi kalemlerin yapıtlarından yola çıkarak farklı okuma arayışlarına giriyor. Yazarların eserlerini yaptığı, karşılıklı ve çapraz okumalarla anlamlandıran; adeta yeniden yaratım sürecine sokan Gürbilek, okuyucuya bilinen bu yapıtlarda yepyeni bakış açılarıyla yoğrulmuş farklı bir dünya sunmayı amaçlıyor. Ë Eray AK “beni öp, sonra doğur beni” Cemal Süreya arşılaştırmalı edebiyat, birkaç dilin edebiyatıyla aynı anda ilgilendiği bir disiplin. Batıda 1960’lardan önce gündeme gelen ve üniversitelerde okutulmaya başlanan bu disiplinin Türkiye’ye gelişi ise 1996’ya rastlar. Doğuşunda ve sonrasında, ona asıl anlamını kazandıran kavram olan “metinlerarasılık” ise yapıtı yoktan var eden bir yaratıcıyazar imgesini sorgulamak üzere ortaya atılmış ve edebiyat metinlerini anlamlandırma adına, “yaratıcı eleştirinin” ilk adımları da böylelikle atılmış. Nurdan Gürbilek’in Benden Önce Bir Başkası adını taşıyan yeni kitabı da bu kavram üzerine inşa edilmiş denemelerden oluşuyor. Kitabın “giriş” yazısı, Gürbilek’in bu denemelerle yapmak istediklerini anlamak adına önem taşıyor. Bu yazıda Gürbilek, “metinlerarasılık” kavramının çıkış noktasını şöyle açıklıyor: “Edebiyat metinleri kendi kendini harekete geçiren bir yaratıcının ürünü değildir’, diyordu kuramcılar; böyle el değmemiş bir süreç yok burada, bütün metinler kendilerinden önce üretilmiş metinlerle konuşarak dokunmuştur.” Ardından sonrasına gidiyor; kavramın bugün ne anlam ifade ettiğini, yine kendine has cümleleriyle açıklıyor: “Artık ‘metinlerarasılık’ denince, bir yazarın kendinden öncekilere şapka çıkarmasını, sonra da kaldığı yerden yoluna devam etmesini anlıyoruz.” Bunları açıkladıktan sonra Gürbilek’in yola çıkış felsefesini anlamlandırmak kolaylaşıyor: “(…) Hiçbir yapıt boşluğa doğmaz; akan nehre sonradan eklenir.” Yazarın amacına dair küçük bir not daha: “(…) Bir yazarı daha iyi anlayabilmek için, ona bir başkasının bakışını değdirmekten kaçınmayalım.” Yazarın kitabı kaleme almak için yola çıkışında onu adeta buna “iten” sorular da var ve o sorular, kitap boyunca devam edecek soru yağmurunun da temelini oluşturuyor. Yazarların eşsiz dünyalar yaratmak için kaleme aldığı yapıtların gerçekten “biricik” olup olmadığını anlamak adına da soruluyor bunlar: SAYFA 4 31 MART 2011 K “Başkaları ne söylerken o bize ne söylemiştir? Aynı soruyu başkası nasıl, o nasıl cevaplamıştır? Başkasının sorusunun yerine kendi sorusunu geçirebilmiş midir? Geçirebilmişse nasıl?” Kitaptaki denemelerde Gürbilek’in peşine düştüğü “temel” soruların sadece bir kısmı bunlar. FARKLI OKUMA PERSPEKTİFLERİ Benden Önce Bir Başkası’na bu bağlamda yaklaşırsak kitapta “Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını Kafka’nın Dönüşüm’üyle, Kafka’nın Babama Mektup’unu Oğuz Atay’ın Babama Mektup‘uyla, Tanpınar’ın günlüklerini Dostoyevski’nin Yer Altından Notlar’ıyla, Benjamin’in Pasajlar’ını Tanpınar’ın Beş Şehir’iyle birlikte ele alan çapraz okumalar” yer alıyor. Ayrıca, “Peyami Safa’nın Şark Nedir?’ini Cemil Meriç’in Bu Ülke’siyle, Cemil Meriç’in Bu Ülke’sini Edward Said’in Şarkiyatçılık’ıyla birlikte okuyan, bir ikili okuma perspektifine bağlanan karşılaştırmalı denemeler” de yazarın yarattığı okuma dünyasının içinde kendine yer buluyor. Gürbilek, bahsedilen metinleri yan yana koyup onların eksilerini ya da artılarını dile getirmiyor çalışmasında. Hangisinin fikri daha iyi ya da hangisi özgün veya kopya gibi “gereksiz” arayışlara da girmiyor. Ele aldığı yazarların ve yapıtların fikirsel doğuş aşamalarına iniyor ve oralarda derin kazılara, yeniden yaratım süreçlerine girişiyor. “Dostoyevski bunu derken Kafka da bu algıyı şöyle biçimlendirmiş” demekten çok öte Gürbilek’in yaptığı. Fikrin, yazardaki varoluşuna gidiyor ve ele aldığı fikri korkmadan dallandırıp budaklandırarak cesurca içine dalıyor. Bunların yanında, bahsettiği kalemlerin, ele aldığı metinleri yazarken içinde bulunduğu “kişisel” durumunu da bu karşılaştırmanın içine dahil ediyor. Yani, yazıyı ortaya çıkaran yaşanmışlıkların da peşine düşüyor bir nevi. SORU SORMAK ÖNEMLİ! Nurdan Gürbilek’in bunu yaparken elindeki en önemli silahı ise yazının başında da belirttiğim gibi “soruları.” O sorularla birlikte okuyucu olarak biz de elimizde olmadan, ister istemez konuların içine dalıyor ve edebiyat dehlizlerinde çok da aklımıza gelmeyecek, yepyeni yaratımlarla dolu bir yolculuğa çıkıyoruz. Yazarı, yazması için ateşleyen, o “yaratıcı” sorulardan birkaç örnek vermek, Gürbilek’in kitapta nasıl bir edebiyat dedektifliğine soyunduğunu anlamak adına bize yardımcı olur: “Freud’un babaoğul savaşından uygarlığın büyüme yasasını çıkarttığı ‘Oidipus kompleksi’nden sonra hangi babaoğul öyküsü bizi hazırlıksız yakalayabilir?” ya da Tanpınar’ın günlüklerinden sonra meydana gelen “hüsran” havası üzerine sorduğu “Büyük Tanpınar imgesi neden şimdi, Tanpınar’ın belki kendinden sonra okunsun, belki de bir gün ortadan kaldırırım diye tuttuğu bu defterler yüzünden parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya?, Muhteşem Tanpınar’ın içinde Biçare Hamdi’nin hiç mi izi yok?” soruları. Bazen de sadece hayal ürünü bir merak üzerine sorulmuş, fakat o küçük meraktan büyük kapılara açılan sorular var: “Tanpınar’la Benjamin Paris’te karşılaşsaydı eğer, nasıl bir fikir alışverişi olurdu acaba aralarında?” ya da “Oryantalizm’e uzaktan veya yakından benzeyen bir kitabın altında (neden) bir Türk’ün imzası yok?” Görüldüğü gibi sorular önemli. Hatta önemli olan soru sormak burada, sorabilmek. Bu yapıldığı zaman yol yarılanıyor adeta ve denemelerde izlenecek yol da okuyucunun kafasında böylelikle şekilleniyor. Yani, sorular kitaptaki en önemli haritamız. Sonrasına ise soruların peşinden koşmak kalıyor. Gürbilek de tam olarak bunu yapıyor ve kendi sorularının ardına okuyucuyu da katarak koşuyor. Ta ki kendisinin de tatmin olacağı bir yanıt buluncaya ya da açılım kazandırılmadık bir cümle kalmayıncaya dek. Tüm bunların yanında, kitabın dipnotlarına az da olsa değinmek gerekir diye düşünüyorum. Onlar da dünya içinde ayrı bir dünya oluşturuyor. Yararlanılan eserlerin bir listesini vermekten öte bir işlev kazandırılmış dipnotlara. Onlar sayesinde anlatılan konuya çok farklı perspektiflerden yaklaşabiliyor okuyucu. KENDİNİ DOĞURAN ELEŞTİRMEN Kitaptaki denemeler adeta birbirini tamamlarcasına ilerliyor, fakat bunların içinde Orhan Koçak üzerine kaleme alınan deneme, tüm yazılardan farklı bir yol tutuyor. Yazı, Orhan Koçak ve Adorno’nun bazı paralel yürüyen fikirlerinin hızıyla kaleme alınmış. Kitap boyunca bir bütünlük oluşturan, farklı fikir ve yazarlardan bahsetse de mutlaka kendine bir geçiş noktası bulan yazıların arasına bu deneme nereden girdi peki? Gürbilek’in kitap boyunca sorduğu sorulara verdiği yanıtlar gibi bu soru da yanıtsız kalmıyor: Yazar kitapta, yaratım süreci ve öncesini ele aldığı yazarlar gibi burada da kendi yaratım sürecini etkileyen bir figür olarak Orhan Koçak’ı ele alıyor. Bir çeşit kendi eleştirel serüveninin temellerini sunuyor bu yazıda Gürbilek. Dostoyevskilerin, Tanpınarların, Kafkaların, Benjaminlerin yanına bu da hiç oldu mu şimdi sorarsınız diye söylüyorum: Çok güzel olmuş! Gerçi kendisi de çok düşünerek koymuş bu yazıyı kitaba. “Giriş”te ayrı bir parantez açmış bu konuyla ilgili. Gürbilek ve Koçak gibi eksikliğini kanımca fazlasıyla çektiğimiz “yaratıcı eleştiri” kalemlerinin, yaratım sürecinin öncesine, “Kapalı Kapıdaki Çatlak”tan da olsa bakabilmek Benden Önce Bir Başkası’nın kanımca en güzel yanlarından biri. Kitabın diğer yazılarında orijinal sorularla bildiğimiz, tanıdığımız yazarları yeniden yaratan eleştirmen, burada ise kendini adeta “tekrar doğuruyor.” e.erayak@gmail.com Benden Önce Bir Başkası/ Nurdan Gürbilek/ Metis Yayınları/ 218 s. ¥ Nurdan Gürbilek, 2010 Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü Cevat Çapan’ın elinden alırken. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1102 CUMH