03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D eni bir insan yaşamanın akışını değiştirebilir. İzmir Halkevi Dergisi FİKİRLER 1947’de yeni bir anlayışla yayına giriştiği zaman, derginin çevresindeki yeniyetme gençlerden biriydim. Ceyhun Atuf Kansu’yla ilişki kurmuştuk. Onun şiirini, hekimliğiyle bütünleşen kişiliğini seviyorduk. İzmir’deki önemli bir arkadaş topluluğunun tıp fakültesini seçmesinde Ceyhun Atuf Kansu’ya duyduğumuz sevginin de payı var. Sonra o, kırklı yılların ikinci yarısındaki “Kırk Karanlığı”nda, nice kırgınlıkları çiğneyerek kuzeydoğuya, Turhal’a gitti. Hasta çocukların evini ısıtan, kuytu odalarını ışıtan bir kış güneşi gibi Anadolu’yu yeniden keşfetti. On yılı aşkın Turhal serüveninden sonra yeniden Ankara’ya döndü. Ankara günlerimizde birbirimizi daha yakından tanıdık. Türk Dil Kurumu yıllarımız gülerken ağlatan anılarla yüklüdür. Kalbine yenik düştüğü zaman 59 yaşındaydı. Kalbimiz en güçlü organımız olsa da, nice yüklerin yanı sıra, toplumsal baskıların yükünü kolay kaldıramıyor. Belleğimde Ceyhun Atuf Kansu’yla ilgili silinmeyen anılar var. Ama bu yazıların konusu onları anlatmanın yeri değil. BİR ÖDÜL GELENEĞİNİN 25. YILI Ailesi, Ceyhun Atuf Kansu’nun anısını canlı tutmak için bir “şiir ödülü” düzenledi. Bu yıl, “2011 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü” 25. yılındaydı. Ödülü “Melez Zamanlar” adlı şiir kitabıyla Ferruh Tunç kazandı. Ferruh Tunç’un şiirlerine geçmeden önce Emin Özdemir’in “Kansu’ya Mektuplar”ına da değinmek gerekecek. “Kansu Şiir Ödülü”nün “Seçici Kurul” üyesi Emin Özdemir bir gelenek oluşturdu: Ödül nedeniyle her yıl Ceyhun Atuf Kansu’ya bir mektup yazarak hem ödülün, hem toplumun değerlendirilmesini yapıyor. Böylece toplumdaki yozlaşmayı, yozlaşan insan ilişkilerini Kansu’ya anlatarak dertleşiyordu. Eleştirel deneme tadındaki bu mektuplar, ödülün anlamını belirten özellikler taşıyordu. Ceyhun Atuf Kansu da o dönemin yoz toplumundan uzaklaşıp Turhal’a çekilmemiş miydi? “Kansu Şiir Ödülü”ne 1986 yılında Behçet Aysan değer görülmüştü. Ferruh Tunç’a doğru bu ödüle değer görülen ozanlar Ceyhun Atuf Kansu’dan el almış gibiydi. Her ozanın şiire bakışı kendine özgü olsa bile, toplumcu duyarlıkta bütünleşen bir güç oluşturuyorlar, toplum sorunlarını değişik bir şiirle yorumluyorlardı. Alışılmış bir şiirin izini sürenler değişen şiirin ayrımına varamıyor. Kendi değer yargılarını geçerli sayanlar bir başka şiirle karşılaşınca yadırgıyor. Anadolu’yu bir “kartpostal manzarası” gibi anlatan manzumecilerden sonra, Ceyhun Atuf Kansu’nun Anadolusu; doğasıyla, insanıyla şaşırtıcı bir özellik taşıyordu. Ceyhun Atuf’tan el almış gibi, kendi gerçeğinden, kendi çevresinden yola çıkan ozanlar, kişilikli bir şiir geliştirmenin çabası içinde, koSAYFA 22 31 MART eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN Ceyhun Atuf Kansu’dan el almak Y zasını örmeye çalışıyor. Halk ozanları yaylaya çıkmanın, divan ozanları Göksu, Sadabat eğlencelerinin özlemini çekebilir. Günümüzün kent yorgunu ozanları, sevisiz insanlar olmanın bezginliğiyle topluma bakabilir. Alışmadığımız bir toplum bizi “Melez Zamanlar”da yaşamaya mı sürükleyecektir? “MELEZ ZAMANLAR” Ferruh Tunç’un şiirleri; şaşırtıcı bir öfke, bir alaysamayla topluma bakmamızı ister gibidir (MELEZ ZAMANLAR, Sözcükler Yayınları, 2010). Yabancı toplumlarda, değişik insan ilişkilerinde, o ilişkilerle biçimlenen yeni koşullarda, zamanlar da bir başka boyut kazanır, belki de melezleşebilir. Kendini dar bir çevrenin koşullarına alıştırmış bir ozanın, değişik toplumları, başka insan ilişkilerini yaşayan bir “bürokrat ozan”ı anlaması kolay değildir: “Bürokrat harcıralı beyannamesini dolduruyordu anmalık hediyeyi yerleştiriyordu çantasına yolcu adam cep telefonundan sevgilisiyle konuşuyordu” Ama kim olursa, nerde olursa olsun sevi ilişkisi değişmez denebilir. Kualalumpur’daki kadın da çocuk doğururken; “Paylaşılmaz olsun diye oğlan uğruna ölünsün diye kız doğururlar... Severlerdi dünyanın bütün çocuklarını” Ferruh Tunç diyor ki: “Karaladım, karalaması olmayanı Yazdım, temize çekilmeyeni.” Ferruh Tunç, uzak ülkelerdeki alışmadığımız ilişkileri, yabancılaşmayı anlatıyor: “Ani aşklardan geldiğimizi buraya, uzun konuşmalara, stratejik ortaklıklara Bu ellerimizle sermediğimiz otel yataklarına kendimiz değilmiş gibi yatışlara” Bir tren penceresinden gördüğümüz kadın yüzü hızla gerilere çekilirken nasıl içimizdeki bir yere dokunursa, o uzak coğrafyadaki kadın da onda iz bırakır: “Kusursuz İngilizcesinde bir sömürge ezikliği vardı ‘Nehru yeleği’mi satın aldığımda yanımdaydı.” Bir raslantının karşımıza çıkardığı kadından belki bir yorgun bakış kalır, belki unutulmaz bir gece... İnsanı gülümseten bir güvencedir bu! Oysa asılan adamların hesabını sormak için ne diyordu Nâzım Hikmet: “Kıyamet günü kıyamet günü bir suali var Azrail’e hapishane kalemince mukayyit kulunuzun.” Oysa zaman öylesine başı boş akıyordu ki, kimsenin o “son gün”e aldırdığı yoktu. Ferruh Tunç uzak ülkelerdeki bir başka kadına bakıyordu: “Güneyli hüznüydü bu benim yakıştırdığım Atlanta’da bir kadına.” Ama öte yandan yıkılan bir ülke varmış, kimse aldırmıyordu buna: “Merdiven korkuluğuydu Saddam o sıralarda.” Bu bir reklamdır: “Bu olağanüstü kullanışlı arsızlık tanrısını ucuzlattık!” Bir başka kentte duran zamana alışmanın bezginliği içindesinizdir: “Bir kent birden eskiyiverir İnsan bildik duygularla buluşunca Boston’da çünkü bu ilk defa değil Bir kilise korosu, parkta Bu makyajsız, yeşil örtülü kadınlar... Yeni bir kentte olmak hem İlahilerden de eskidir.” İnsan kendini değiştirmedikçe tekdüze bir zaman içinde usanmışlığa düşer. Başka bir kent, başka insanlar ilgimizi çekmez olur. Yeryüzünde öylesine dolaşmanın da anlamı yoktur. Bu bir reklamdır: “Ey sessizlik, iki cümle arasında amorti gibisin.” İstanbul’a dönseniz bile artık yaşamanın doğal akışı içinde değilsinizdir. Her oluşumda bir yapaylık vardır. Bu yapay, bu içtenliksiz davranış usandırır insanı: “Bu gece Sultanımsın!” (Bu bir reklamdır...) “Stres” en büşük düşmanımız mı? Çağın vebası “selilüt” mü? İstanbul bir tele kent mi? Ferruh Tunç umutsuzdur: “İşte bu yüzden diş izleri var çeperlerinde sözcüklerin tırnak sıyrıkları, sırtında yarı çıplak uyuyan cümlelerin.” SUÇ TOPLUMUNDA MI YAŞIYORUZ? Ferruh Tunç’un şiirlerinde, her zamanki alışkanlıklarımız şaşırtıcı gerçeklere dönüşüyor. Akan zamana sevi ilişkisinden bakmanın bir anlamı olmalı: “İnsan din değiştirmiyor doyasıya sevişince.” Siyasetin tekdüzeliğinden usanıyor: “Köşe yazarı olup ahkâm kesmiyor.” Bir insan ormanı olan kentten marka merakıyla mı kurtulacağız? Araya giren ölümler de var. Onlarla yakın arkadaştınız. Yaşamöyküleri bir belirsizlik içinde kalıyor: “Meğer hayat, Yazdığın kâğıt kadar inceymiş bazen...” Yaşamanın bir oyun olduğuna inanmamız mı gerekiyor? Demek bu oyunda “cemaat”e geçmek de var. Emin Özdemir, “dönek” diye Ceyhun Atuf Kansu’ya yakınıyor onlardan. Ferruh Tunç, ince bir alaysamayla, “Cemaatimize hoş geldiniz!” diyor: “Yaşamak prova etmekse, sahneye Nasıl çıkacağımızı da söyler mi biri?” “Sözleşmiş ama sürpriz tadında Görüşmeden ama kucağınızda.” “İşte böyle, sözlerin ıslatmayan yağmurunda Düşük kalorili kehanetler fısıldayarak kulağımıza Akmadan, taşmadan ama bentleri doldurunca” “Cemaatimize hoş geldiniz!” O “cemaat” anlayışında Osmanlıyı diriltmek özlemi olabilir: “Cansız yatardı Osmanlı bir mermer musalla taşında.” Ne var ki Ferruh Tunç’un “Melez Zamanlar”ında yaşıyoruz. Artık kendimizi tanımamız kolay değildir. Ferruh Tunç nasıl bir değişimden geçtiğimizi sorguluyor: “Peki ne oldu da, biz böyle olduk; İçinde güvende olduğumuz ‘klik’lerimize ne oldu? Ne oldu, daraldıkça değerlenen (pahalanan) duygusal güvenlik ağlarımıza?” (onlar) gitgide çıkar çetelerine dönüşüyor.” “Melez Zamanlar”da seviler de, olaylar da karmaşık bir akış içinde suç toplumuna dönüşüyor. O zaman Ferruh Tunç soruyor: “Suç mu büyüktü cezadan, tersi mi yoksa? Ceza var mıydı gerçekten? Suç da mı yoktu aslında?” “Melez Zamanlar”ı anlatmak kolay değil. Dilin yeniden yapılanması gerek. İyisi mi, Ferruh Tunç gibi “Gidene Not” bırakarak yazıyı bitirelim: “Aklından geçenlerdir sana armağanım Sana bütün kötülüğüm de bundan ibaret.” Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: BU BİR REKLAMDIR İyi şiirin ayrıca tanıtılması gerekmez. “Üstad elinde serteser ahenk olur lisan” diyordu Yahya Kemal Beyatlı. Usta ozan neyi, nasıl anlatacağını bilir. Ferruh Tunç bir etkinlik olarak bakıyor şiire. “Araya reklam girmeyen söz hükümsüzmüş” derken kendini önemsetmek isteyen ozanların gereksiz çabalarına gülümsüyor. Bu bir reklamdır: “Kıyamet günleri için garantili Ferruh Tunç, “Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü”nü, Kansu’nun ablası Bahar Gökler’den aldı. (Fotoğraf: Necati Savaş) kasalarımız vardır.” Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1102
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle