03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K 1 Nisan şaka günü… Gülmeye gülüyoruz da bunun üzerinde gereğince düşünüyor muyuz? Şakayı düşünmek de iş. O halde ister gülmece ister karikatür olsun ötekilerinde görüldüğünce usun soyutlayımla önümüze serdiği şaşırtıcı, olağanüstü büyülü bir evren sanat… Tabuların yıkıldığı, dogmaların yerle bir edildiği alan; insan usunun, uslamlamasının, soyutlayımının, düş gücünün şenlik yaptığı… Eğer böyle olmasaydı, özgür biçimde gülebilir miydik? Öyleyse karikatür üzerine düşünmeye kalkmak, usumuzun kavuştuğu özgürlüğün de bayramını yapmak anlamına geliyor diyebiliriz gönül rahatlığıyla… Bu konuya değgin ne zaman düşünmeye kalksam Turgut Çeviker gelir usuma, onun yıllar yılı yaşatmak için çabaladığı Güldiken dergisi… Çeviker’in Karikatür Üzerine Yazılar’ı (İris, 1997) duruyor masamda. İris Yayıncılık damgalı öteki kitaplarla birlikte. Yine Turgut Çeviker’in derleyip yayına hazırladığı, Turhan Selçuk’un “yazı ve söyleşiler birikiminden yapılmış” “bir bakıma bir karikatürcünün romanı” sayılabilecek Grafik Mizah (İris, 1998) adlı yapıt da bunlar arasında… Eskimemişliği, yarattığı devrim kuramının yanı sıra 1950’lerde sanat ortamlarımızda topluca yaşanan dönüşümün karikatürdeki açılımlarını temellendirdiği için… Bunlara ileride döneceğim. Nezih Danyal’ın, çocuklarda karikatür sanatına dönük kavramsallık yaratmak, çizgisel serüven eşliğinde onlara yoldaşlık yapmak, ötesinde bu sanata yeni alanlar açmak üzere hazırladığı, Nezih Danyal Karikatür Vakfı yayını albümler de anılabilir: Kurabiye (2005), Haydi Karikatür Çizelim (2006). Sonra Hasan Efe’den bir kitap: Karikatür ve Edebiyat (İlya, 2007), ardından imzalayıp gönderdiği dosya: Karikatürü Düşündüren İnsan (2010). O halde hadi buyurun karikatür üzerine düşünce üretme temrinine, harmanına… BİR ÇİZGİNİN ÖTEKİ ÇİZGİYLE İLİŞKİSİ... Bir çizgi çekiyor karikatürcü, bir “şey”e dönüşüyor bu. Sonra bir çizgi daha, o da başka bir “şey”e karşılık geliyor. Çizgi, çizgi; derken başlangıç noktasıyla hiç de ilgisi olmayan “bambaşka bir şey”e varılıyor. Sonuçta karikatür denilen yüksek soyutlayım düzeyine sahip zengin sanat türünün herhangi verimiyle karşı karşıya geliyoruz. Ürün, çizen insanın açılımını getiriyor ilkin karşımıza. Bunu sözcüklerle yapmaya yeltensek şiire mi çıkardık gide gide? Öyle ya hiçbir sanat dalı, doğrudan ya da bire bir anlatım getirmiyor. Bu yolla sanat da yapılamıyor yapıt da üretilemiyor zaten. İster şiir, ister çizgi… O halde yazınsal sanatlarda gözlendiğince karikatür de eksiltiyle iniyor gizin derinine; çizgi bunun hem göstereni hem simgesi… Çizgide, arındırma, soyutlama da en yüksek düzeye ulaşıyor. Akla kara, uzunla kısa, yaşla kuru vb. öze, biçime değgin zıt kavSAYFA 20 31 MART itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Eğriye eğri çizgiye çizgi ram çiftleri konumuyla da olsa bu böyle. Bütün bunların yanında kendisi üzerine kapanarak felsefi içkinlik için de kollarını sıvıyor çizgi. Evet, karikatür, bir felsefenin çizgi yoluyla kendini ele vermesi bir bakıma… Hasan Efe, karikatürdeki “düşündürtücü” niteliğin kaynaklarına indiği çalışmasında, özellikle “anlamlandırma” olgusuna değinip bu yönde derinleşmek için gerekli ipuçlarını toplamaya girişiyor. Efe’ye göre karikatür, görsel metindeki sapmaların etkisiyle ortaya çıkan anlam yoğrulması, yoğunluğu, karmaşası sonucunda çözümlemeye uğruyor… “Bu kadar çok espriyi nerden buluyorsun?” sorusuna Cemal Nadir’in, “Çarşı, pazarda çok, bana seçmek ve çizmek kalıyor!” yanıtı (Nüktedan Cemal Nadir, Haz.: Süleyman Bulut, Pupa,2010, 23) bu doğrultuda örneklenebilir. Çünkü Cemal Nadir, buradaki “seçmeçizme” vurgusuyla olgusal olanın aktarılması yerine soyutlanıp dönüştürülmesi kavrayışının altını çiziyor. Nitekim Sedat Sever, karikatürün öğrenme süreçlerinde kullanılması gerektiğini vurgularken “özgürleştirme” eylemi üzerinde de sıkı sıkıya duruyor onun. Bu konuda Nezih Danyal’ın Haydi Karikatür Çizelim çalışması da örneklenebilir. M.Mahzun Doğan’ın dile getirişi de bu yönde: “Karikatür, salt bir çizim değildir. Yeni anlam arayışları, çağrışım olanakları, tasarımlar, gerçeklikler sunmak durumundadır.” (Hasan Efe; 2007, 64; 99) Hasan Efe, bu dile getirişleri topluca şöyle özetliyor: “Bir görsel metin olan karikatürü anlama belli bir birikim işidir. Bilgimiz ne kadar derin ve yaşam tecrübemiz ne kadar fazlaysa görsel metni çözmemiz de o kadar farklı olur.” “Asıl eksiklik bizde olabilir mi sorusu önümüze geniş bir ufuk açar.” “Görsellik kavramı bir genelleme olmasına karşın ‘düşünce’ ile içselleştiğinde anlam alanı daraltmış olur ki bu da ‘karikatürü’ karşılar kuşkusuz. Çünkü karikatürü oluşturan unsurların içinde çizgiden sonra ilk öne çıkan ‘düşünce’dir.” “Demek ki karikatür ‘sınır tanımaz’ bir görsel sanattır diyebiliriz.” (Efe; 2010, 8, 12, 13) Karikatür için bu kuramsal düşünce gelgitlerinin ardından güldürü olgusuna, bunun tarih içinde konumlanışına göz atmak yararlı olacak… GÜLDÜRME EYLEMİNDEN DÜŞÜNDÜRME EYLEMİNE... Karikatürün daha çıkış noktasında bizi yüz yüze getirdiği güldürme, gülümsetme eyleminin aslında gide gide düşündürme eylemiyle üst üste çakıştığı vargısına ulaşılabilir. Ama asıl üzerinde durulması gereken yan, sanatta bin yıllarca yaşanan dramatik, tragedik yapının, insanoğlu tarafından çok uzun yol kat edilerek güldürü olgusuyla değiştirebilmesinde yatıyor!.. İnsan, nasıl oldu da tragedik olandan kalkarak güldürü kavrayışına vardı, bunu çizgiyle taçlandırdı acaba? Melih Cevdet Anday, o her zamanki kuşatıcı, kavrayıcı tutumuyla Gelişen Komedya (Adam, ikinci basım, 1984) başlıklı denemesinde (ve seçkisinde) sözü şuralara getirir: “Komedyayı tragedyadan daha kolay sanmak yanlıştır.” “… Aklı başında insanları güldürmek (.) güç bir iştir.” “Komedya, ilkçağdaki iğneleyici, acıtıcı niteliğini korumaktadır, ama onu hafif, değersiz bulma görüşü de eksilmemiştir.” “Oysa bugün bizim için komedya çok daha ileri giden bir sanattır.” “Düş anlamsız ve özgürdür, onda uyanıklıktaki temkin ve mantık yoktur. Düş dünyasının saçmalığı komiktir. Freud düşü ve şakayı, korkunç fizik gücün bir boşalışı, insan ruhunun derinlerini aydınlatan bir çakış olarak yorumlar. (…) Düşleri kullanarak gerçeküstücülük modern sanatın komedyasını, psikanaliz modern tıp pratiğini aldı./ Şakanın düş gibi bilinçdışından gelme ve aklın altında bulunagelen eski korkunç itici güçlerin özgür kalma mekaniği olduğunu söyleyen sadece Freud değildir. Karikatürcüler ve gülünç sanat ustaları da, ‘mani’ nöbetleri ile dolu bir çeşit düş tekniğini kullana gelmişlerdir…” (64, 65, 79, 85) Melih Cevdet, felsefi kucaklayıcılığıyla konuyu, bakın nereye taşıyor: “…Komedya bizim kötü durumumuzu tragedyadan daha iyi yankılıyorsa bunda şaşacak ne var?” “İnsan, toplumsal hayvan, gereç yapan hayvan, konuşan hayvan, düşünen hayvan, dinsel hayvan diye tanımlanmıştır. Onu gülen hayvan diye de tanımlayabiliriz.” “İki yanlı bir sanattır komedya. Eğer biz şimdi komedyayı tragedyadan ayırmakta güçlük çekiyorsak bu, tragedya ile komedyanın aynı şey olduklarından değil, daha çok komedyanın çoğun kendi varlığını yitirmeden trajik eylem dönencesi ile kesişmesinden geliyor.” (88, 93) Toplumca güldürüye yatkınlığımızın altını çizmekte de yarar var. Şu satırları, Sevinç Sokullu’nun Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi’nden (Kültür Bakanlığı, 1979) aktarıyorum: “Tiyatromuzun ulusal kökenini oluşturan Geleneksel Karagöz ve ortaoyunlarının güldürü doğrultusunda gelişmesi ilgi çekicidir. Bu güldürüler en sorunsal durumla ve elverişsiz koşullarda bile halkın baş eğmeyen özünü ve yitirmediği yaşama sevincini dile getirmiş, bir soytarılık ortamında toplum düzenini eleştirmiştir.” “Dünya, duyanlar için tragedya, düşünenler için komedyadır, denilmiş. (…) Öteki yaratıkların bilmediği bir şeyin daha farkındadır insan. Kusurlarını, eksiklerini de görür. Üstelik bu kusur ve eksikleri ile olması gereken yetkinlik arasında bir karşılaştırma da yapabilir. İşte bu kendini bilme, komedyanın hareket noktasıdır. Bu bakımdan komik öz aydınlatıcı, uygarlaştırıcı bir sanatı oluşturur. (…) Komedyada (.) kişi, kendini ortaya atarak benliğini açık eleştiriye sunar ve böylece hem onu tehlikeye atmış, hem de arıtarak korumuş olur./ Komedya, kendini eleştirme, yıkma ve yapma gibi iki uçlu bir nitelik taşımaktadır. Aynı zamanda, kendine uzaktan bakmayı gerektirdiği için gülmeyi de doğurur.” (Önsöz/Giriş) Demek ki çağdaş sanatın vardığı düzeyin ölçütü bağlamında karikatür, bunun sağlaması olarak da alınabilir… KARİKATÜRÜ OKUMAK... Karikatürü okumak, çizgilerdeki altyazıyı ya da balon içini okumak anlamına gelmiyor elbette. Herhangi sanat yapıtının okunuşu, onun görünen, dıştan algılanan göstergelerinden kalkılarak ulaşılan anlam örgülerini, bunların ilişkileniş biçimini açığa çıkarmak anlamına geliyor. Bu çerçevede karikatürü okumak, hiç kuşkusuz onun göstergelerini yerli yerine oturtmak demek. Onu nesnelleştirip görünür kılma eylemi yani. Buna göre karikatürü okumak, onun anlam değerlerini gösterip açığa çıkarabilmek için, bizim de karikatürcünün ulaştığı düzeyin benzerine sahip olmamız gerekir. Yoksa çizgiye vereceğimiz gülme tepkisi, düşünsel eleştiriye götürmeyebilir bizi. Pek çok romanın, filmin, oyunun, müziğin, resmin, yontunun hiç okunmadan öylece ortada bırakılmasına benzer biçimde çizgi de suya yazılmış sıradan ime dönüşebilir. Demek ki insanoğlunun trajik olandan, ağlatandan kalkarak güldürmeye, düşündürmeye ulaşma yolculuğunun benzerinin bireyler tarafından da yaşanması gerekiyor. Son yıllarda yayımlanan karikatür kitaplarına, bu bağlamda yukarıdakine benzer bir okumanın süzgecinden geçerek yaklaşmak olanaklı. Mehmet Selçuk’un Yengeç’i (Günebakan, 2007), Semih Poroy’un Feklavye’si (Sel, 2008), Selçuk Demirel’in Gösteri’si (YKY, 2010) farklı okumalar gerektiren yapıtlar olarak alınabilir pekâlâ. Mehmet Selçuk, Yengeç’te geniş bir yelpazeye yayılan ürünleriyle karşılıyor bizi. Soyutlayımda daha çok yalın, düz örnekler dikkati çekiyor. Hatta yer yer anlatımcı karikatürlerle de karşılaşılabiliyor. Halkın genelde çizgiden bekleyeceği gelenekçi çizer tutumu bu. Selçuk Demirel, Gösteri’de hem çizgi yelpazesini daraltıp yeğinleştiriyor hem de bunu anlamlandırma temelinde yoğunlaştırıyor. Bu doğrultuda karikatürlerini bize tamamlatıyor da denebilir. Yani biz, birer izler (izleyici) olarak bu karikatürleri okumazsak, ortada kalıyor verimler. Semih Poroy Feklavye’de ise yorumlamayı, bunun için de ayırıp toplamayı, sınıflandırıp bölmeyi öne alıyor. Olgusal gerçeklikleri tersine çevirerek bu konuda yeniden düşünülmesini sağlıyor. Üstelik bunu, yazınsal alana yönelik erke bağlamında da koyuyor ortaya. Şunu söylemekten çekinmeyeceğim: yazınsal açıdan kimi ileri sürüşler için Poroy’un Feklavye’de dile getirdiği çizgisel öne sürüşlerin mutlaka göz önünde bulundurulması gerekiyor… Sonuçta her üç çizer de bizi insanlığın trajik olandan komiğe giden yoldaki uğrak yeri güldüşündürü aşamasının emekçileri olarak karşılarken çizilen her eğrinin bir doğruya karşılık geldiğini de ortaya koyuyor… Ee, ne demişler; eğriye eğri, çizgiye çizgi. Şakanız usunuzda olsun efendim. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1102
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle