29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Joyce Carol Oates’tan denemeler Roman, tek çaresi roman olan bir dert Joyce Carol Oates, Amerikan edebiyatının yaşayan en önemli ustalarından biri. Kitapları sürekli hareket halinde bir zihnin dağarcığından çıkmış; değişik biçimlerde yazıyor ve kendini tekrar etmiyor. Ama her kitabında Amerikan edebiyatının tüm geleneklerinin izi seziliyor; Poe’ya da rastlıyorsunuz onu okudukça, Dickinson’a da. Bir Yazarın İnancı, edebiyatla yatıp edebiyatla kalkanların, önemli bir yazarın edebiyat üzerine düşüncelerini merak edenlerin, özellikle yazarlığa adım atmaya hazırlananların elinden bırakamayacakları cinsten bir çalışma. biliyorlar mı? Acı meyve nedir bilirler mi?” Yazmaya yeni başlayanlarla buluşma olanağı bulduğum zaman, kendimce şu öneride bulunuyorum: Edebiyatın bir okulu, bir kılavuzu yok. Bize yol gösterecek tek kılavuz yine usta yazarların kitapları. Zamanımızın çoğunu okumaya ayırmalıyız bu nedenle. Hele bu ustaların kendi yazarlık deneyimlerini anlattığı kitaplar, ne eşi bulunmaz bir kılavuz. Amerikalı yazar Joyce Carol Oates’ın mücevher değerinde bir kitabı yayımlandı: Bir Yazarın İnancı/ Yaşam, Zanaat, Sanat… Kitabı görünce, ister istemez, “Bir yazarın inancı olur mu?” diye sordum kendime. Çünkü yazmak, herhangi bir inançla değil, ancak yenilikler peşinde çabalamakla sürdürülebilecek bir şey. İnançları yıkmak, edebiyata sinmiş tüm alışkanlıkları aşmaya çalışmak. Ama çoğu zaman bunun da bir inanca, bir alışkanlığa dönüştüğünü görebilir insan. Bu nedenle yazmak, çoğu zaman tümüyle belirsizlik içinde sürdürülmüyor mu? Henry Miller’ın sözünü ettiği “acı meyve” bu olabilir mi acaba? Oates, bir yazar olarak inancını kitabın hemen başında açıklıyor: “Sanatın insan ruhunun en yüce ifadesi olduğuna inanıyorum” diyor. “Bireysel ses toplumsal sestir. Bölgesel ses, evrensel sestir.” Oates, çocukluğunu, yetiştiği ortamı ve kendisini ilk etkileyen kitapları anlattığı denemesinde, “ilk imgeler”i nasıl ayrıntılarla anımsadığını anlatıyor. Niagara kırsalında geçirdiği ilkokul yılları, öğretmenler, sınıf arkadaşları ve tabii Amerikan kırsalının olağanüstü betimlemeleri ve has bir yazarın kalemlerle tanışması: “Belki de kalem kutularını anımsayan hiç kimse yoktur? Üç aşağı beş yukarı öğle yemeği bakracının boyutlarında olurlardı, çekme gözleri kaydırılarak yürütüldüğünde, uçları daha yeni açılmış sarı ‘kurşun’ kalemler, boya kalemleri, silgiler, pergeller gözler önüne serilirdi. Belki de yine kimsenin anımsamadığı öğle yemeği bakraçları da neredeyse kalem kutularıyla aynı boyutta olurlardı, fakat mis gibi boya kokan kalem kutularından farklı olarak, termosun içindeki sütün, çürük muzun, salamlı sandvicin ve parafinli kâğıdın feci kokusunu salarlardı.” Oates’ın okulun kitaplığında gördüğü ve görür görmez büyülendiği bu büyülenmede kitabın boyutu, gösterişli cildi ve içinde insana sonsuzluğu çağrıştıracak kadar çok sözcük bulunması da etkili elbette ilk kitap, bir sözlük. İngilizcenin bu “bütün” kitabıyla tanışma, yazarlık tutkusuna eğilimli bir çocuk için ne büyük şans. Oates’ın yaşamında ilk büyük kitap, bir sözlük. Bu anı, hepsinden önce geliyor; tüm yaşamı boyunca peşini bırakmayan Alice Harikalar Diyarında’dan bile önce: “Aslında ilk okuma deneyimlerimi bu sözlükle edinmiştim. Ta ki beşinci sınıftayken Buffalo Akşam Gazetesi bir heceleme yarışmasının kazananını destekleyene kadar; evde bir sözlüğümüz yoktu. Bana tıpkı okuldaki gibi bir sözlük verilmişti. Bu sözlük de ödül olarak aldığım Alice kitapları gibi yıllarca benimle kaldı.” EMERSON’DAN CARROLL’A… Oates, okul yıllarında Amerikan klasikleriyle de tanışıyor; böylece önünde gerçek bir hazine açılıyor; yine okuduğu ilk edebiyat kitaplarından biri, Amerikan Yazını Hazinesi… Bir derleme. Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau (bu yazarlar doğalcı Amerikan edebiyatının öncüleri sayılacaklardır daha sonra) Nathaniel Hawthorne, Hermann Melville, Edgar Allan Poe… Edebiyat dünyası önüne tüm görkemiyle serilecek, genç yazar adayı da doymak bilmez bir iştahla bunları okumaya başlayacaktır. Bu yazarların çoğu, tıpkı sonraki denemelerde ayrıntılı biçimde anlattığı Thomas Mann, Lewis Carroll, Emily Dickinson, James Joyce, Virginia Woolf gibi, Oates’ın miras edindiği büyük edebiyat geleneğini temsil ederler. Bütün bu olağanüstü hazine, tüm yazı yaşamı boyunca Oates’ın yorulmak bilmez kılavuzu olur. Yazar, sevdiği yazarların kitaplarını nasıl okuduğunu, dahası onlardan ne öğrendiğini, bütün bu romanlardan, öykü ve şiirlerden yola çıkarak kendi yolunu nasıl çizdiğini açıklıyor denemelerinde. Elbette edebiyatta başarı göreceli; Oates, “Başarısızlık Üzerine Notlar” adlı denemesinde yazarların başarısızlık karşısında tutumlarını, kararsızlıklarını anlatırken genç yazarlara bu konuda içinde bulundukları belirsizliğin nasıl evrensel bir duygu olduğunu da anlatıyor: “Deha, bir deha olduğunu adamakıllı bilemez: umutları vardır, önsezileri vardır, öfkeye yol açan paranoyak kuşkuların acısını çeker, fakat eninde sonunda kıyaslama yapabileceği bir tek kendisi vardır. Başarı soğuktur ve aldatıcıdır, başarısızlık insanın vefalı yoldaşıdır, bir sonraki kitabın daha iyi olacağı hissini veren uyarıcıdır, aksi takdirde neden yazalım ki?” Bir Yazarın İnancı, önemli bir yazarın edebiyat üzerine düşüncelerini merak edenlerin, özellikle yazarlığa adım atmaya hazırlananlar için başvurulası bir çalışma. Zaten alt başlık da bir yazarın inancını özetliyor: “Yaşam, Zanaat, Sanat...” Oates’a kısaca roman nedir diye soracak olursanız onun yanıtı da bu denemelerde: Roman, tek çaresi roman olan bir dert… Bir Yazarın İnancı/ Joyce Carol Oates/ Çev.: Elif Erter/ Kavis Kitap/ 168 s. Joyce Carol Oates Ë Faruk DUMAN uşkusuz, bir edebiyat ülkesi var. Varlığını kitaplar aracılığıyla bildiğimiz, ruhunu, sevdiğimiz yazarların büyüleyici belirsizlikleri nedeniyle kavradığımız bir dünya. Hele yazma arzusu yeni yeni belirmişse içimizde. Genç yazar, yazdıklarını bu ülkenin üyeleriyle paylaşmak ister. Yazdığı nedir? Bir roman, bir öykü ya da şiir olabilecek niteliğe sahip midir? Neden kaynaklanmaktadır bu belirsizlik? Böylece bir kılavuz gereklidir ona; yazdıklarını okuyacak, ona yol gösterecek biri. Henry Miller, Big Sur ve Hieronymus Bosch’un Portakalları adlı güzel kitabında genç yazarların kendisini sık sık ziyaret ederek yardım istediklerini anlatır: “Bütün bu genç erkekler ve kızlar, bir zamanlar benim de arzuladığım gibi içlerinden geldiğince yazmak ve geniş kitleler tarafından okunmak istiyor. Kendilerini ifade etmek istiyor, dedikleri bu. Çok güzel. (“Kim engelleyebilir ki?” diye soruyorum kendime.) Kendilerini ifade ettikten sonra kabul görmek ve övülmek istiyorlar. Doğal olarak (Engel mi var?) ve kabul gördükten, tanındıktan sonra da emeklerinin meyvelerini toplamak istiyorlar. (İnsanca, son derece insanca.) Ama ve asıl mesele burada hayati soru şu: Nasıl bir “meyve”den söz ettiklerini K Merdan Yanardağ’dan ‘Kuşatılan Türkiye’ Ülkenin röntgenini çekmek Ë Ertürk AKSUN ürkiye uzun yıllardır çeşitli olaylarla “Cemaat” ya da en bilineni “Fethullah Gülen Cemaati” konusunu yakından takip ediyor. Ekonomiden siyasete, toplum yaşamından uluslararası ilişkilere kadar birçok konu artık “cemaatsiz” düşünülemiyor. Türkiye’nin en ortada ve en tartışılan gerçeği haline gelmesi ise hiç kuşkusuz 2002 yılından sonra oldu. Gülen’in 2001’de “Türkiye’de yapılacak işlerin tamam olduğunu” belirterek ABD’ye gitmesinin ardından yaşanan 2002’deki iktidar değişikliği ile de “cemaat gündemimiz” perçinlendi. Merdan Yanardağ’ın kitabında, Fethullah Gülen Cemaati ile ilgili konular yer alıyor. Cemaatin nasıl kurulduğu, yapılanması, bugün hâkim olduğu iş kolları, bürokraside nasıl kendisine yer bulduğu ve uluslararası ilişkileri T Merdan Yanardağ’ın Kuşatılan Türkiye isimli kitabı eski baskılarında olmayan eklerle genişletildi ve yeni bir kitap haline geldi. Kitabın bir “röntgen” çeker gibi yazılmış olduğunu, son dönemlerin gözde konusu “Cemaat”i mercek altına aldığını da söylemek gerek. gibi konular, dikkatli bir gazetecinin özenli bir çalışmasıyla ortaya konulmuş. Kitap bir “röntgen” gibi. Cemaat olgusunun iç görüntüsünü, “içeriden” tanık ve belgelerle ortaya koyuyor. Kuşatılan Türkiye kuşatan da cemaat olunca ister istemez biraz daha dikkatli kulak vermeli, satırları daha özenli okumalı. Kitabın kaynağını oluşturan iki röportaj, Yanardağ’ın 2006 yılında yaptığı iki ayrı televizyon programından alın ma. Yeni baskıda bir de buna Gülen Cemaati hakkında yazdığı kitap nedeniyle dikkati çeken ve bugün tutuklu olarak cezaevinde bulunan Hanefi Avcı’nın görüşleri de eklenmiş durumda. Gülen ile birlikte cemaatin ilk temellerini atan, yeminini belirleyen, örgütlenmesini kuran, medya, finans gibi kuruluşlarında aktif görev alan ve hepsinden önemlisi “Gülen’in Başyardımcısı” olarak yıllarca cemaate hizmet ettiğini söyleyen Nurettin Veren’in anlatımları dikkate değer. Cemaat soruşturması yapan ve bugün meslekten ihraç edilmiş bir başka Emniyet Müdürü olan Adil Serdar Saçan’ın anlattıkları da yenir yutulur şeyler değil. Avcı’nın belirlemeleri ve Yanardağ’ın analizleri ise kitabı okuyanlarda, “Türkiye’nin bugünkü gerçeği” konusunda detaylı bir fikir edinme imkânı sağlıyor. Özellikle Merdan Yanardağ’ın kitapta yer alan analizleri, büyük fotoğrafın görülmesini sağlayan çok önemli tespit ve değerlendirmeler içeriyor. Veren, cemaatin masonik örgütlenmelerde olduğu gibi “kapalılık ve gizlilik” esasına göre kurulduğunu söyleyip, “Eğer bu bir gönül hizmeti ise eğitim hizmeti ise niçin gizlilik üzerine kurulmuştur?” diye soruyor. Saçan, “Yüksek İstişare Konseyi, ülke imamı, kurum (polis, TSK vs.) imamı, bölge imamı, semt imamı, esnaf ima ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1094 SAYFA 18 3 ŞUBAT 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle