25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ ses dinletisi işini de kapsayan yaygın bir tüketim işletmeciliği sektörü doğdu. Teknolojinin geliştirdiği bir yığın işitsel kolaylık yardımıyla insanlara ses duyuruluyor. Vakit öldürme amaçlı pop, yerli pop vb. müziğin büyük yaygınlığı ve yaratıcılıktan uzak anonimliği sanatın geleceği adına endişe verici. Ancak, sesle akılduygu bolluğu yaşatılması hâlâ mümkün değil. İşitsellik, derinlemesine bir bilirkişilik oluşturma gücüne hâlâ sahip gözükmüyor, bereket versin. “YİRMİNCİ YÜZYIL BİNLERCE, ON BİNLERCE YILLIK BİR AKIŞIN İÇİNDE SADECE BİR KESİT” Yirminci yüzyılı özel inceleme konusu yapan unsurları da değiniyorsunuz. Heykelde Rodin ve Maillol ile ulaşılan akışkan bir lirik dışavurumculuğu okuyoruz mesela. Bir Gürdal Duyar’ın Türk heykel sanatının aydınlık bir adresi olduğunu da... Ayrıca bir dönemin ünlü Fransız müzik dergisi Le Monde de la Musique‘in yirminci yüzyılın en önemli on müzik yapıtını saptama amacını taşıyan müzik insanlarına yönelik anketini de sunuyorsunuz. Aslında insanoğlu yaratıcılığının görsel olarak binlerce yıl öncenin Altamira mağaralarındaki duvar desenlerinden bu yana uzun bir geçmişi var. Müzik enstrümanları tarihine bakıldığında da yine 5 bin yıl öncesine kadar ulaşabiliyoruz. Yakın bir geçmişte Hitit dönemi kabartmalı heykellerinde şekil bulan enstrümanlardan hareketle, çağdaş benzerlerinin yapılması ve müzik enstrümanı olarak kullanılması yolunda gayretler gösterildi. AB projelerinden Kaledeiscope’un Türkiye bölümünü yöneten mühendis müzikolog dostumuz Oğuz Elbaş’ın gayretleriyle ve Orta Doğu Teknik Üniversitemizden genç bilim adamlarının da katkısıyla eski enstrümanlar bugün kullanılabilecek boyutlarda yeniden projelendirildi. Yirminci yüzyıl binlerce, on binlerce yıllık bir akışın içinde sadece bir kesit. Ancak, bilimselteknolojik gelişme ile sanattaki çok köklü değişiklik arayışlarının üst üste geldiği ve geniş yankılamalı toplumsal yansımalara yol açılan bir dönem. Geçen yüzyılın başlarında Einstein’ın, Gauss’un, Cézanne’ın, Debussy’nin, Stravinski’nin, Picasso’nun, Rodin’in ve Dostoyevski’nin hepsinin yaşça farklı olsalar da ayrı bir dönemin insanları olarak etkinlik gösterdiğini tasarlayabiliyor musunuz? Ancak, kitapta, eski yayınlardan alıntılarla desteklenen yirminci yüzyıla gösterilen ilginin kuvvetli başka bir nedeni de var. Benim o yüzyılın sanatsal kültürel ve sosyopolitik gelişmelerini birebir izleyebilme, yabancı ülke deneyimlerimin de yardımıyla geçmiş son elli senenin sanat ve kültür insanlarının bir kısmını etten kemikten tanıma şansım oldu. Bu, beni daha içinden tanıdığım bir dönemle ilgili bir şeyler söylemeye yönlendirdi. Ayrıca, bu kitap kendi asıl mesleki etkinliklerimin arasından koparılmış zamanlara sığdırılarak parça parça yazıldı. Yani bir seferde bir oturuşta ortaya çıkmadı. Bu parçalardan ilkleri iki binlerin ilk yıllarında kaleme alındı. O aralarda hem Avrupa ülkelerinde hem de ABD’de taze bitmiş olan yirminci yüzyılla ilgili hesaplaşma sergileri, festivalleri ve bunlarla ilgili yayınlar yoğun biçimde kendini gösteriyordu. Bir bölümünü dikkatle izleme fırsatı buldum. Sonraki metin parçacıklarına da yirminci yüzyılın son dönemleri kaçınılmaz olarak damgasını bastı. Yine sormuş olduğunuz, yirminci yüzyılın büyük yapıtları uluslararası anketi de ilgilendiğim bir konuydu. Anketle ilgili o dönemdeki yayınlarımdan bazı alıntılar kitapta yer aldı. Artık yayımlanmayan Le Monde de la Musique‘in uluslararası çerçevede yüzü aşkın besteci orkestra şefi, enstrüman yorumcusu, müzik tarihçisi ve müzikolog arasında yaptığı ankete yoğun bir katılım oldu ve sonucunda geçen yüzyılın en büyük eserleri olarak on tanesi ortaya çıktı. Seçilen yapıtların başında Stravinski’nin Bahar Ayini yer alıyor. Evrensel yirminci yüzyıl serüveni ve Türk Resim sanatının gelişmesinde temel engebeler neydi? “Evrensel” olarak nitelendirilen görsel sanat anlayışına, ülkemizde on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ulaşıldığı biliniyor. Yani yüz elli senelik falan bir mesele. Bu kısa yol üzerinde baleye öykünmecilik kaçınılmaz olacaktı. Bale Avrupa sanat kültürünün temelini oluşturan tarihsel gelişmeyi yakalamaya pek gayret etmeksizin, peşin izlenimciliğin, sonra kübizmin, biraz soyutçuluğun hafifçe dışa vuruculuğun karmaşık etkileri altında kalındı. Kendi benliğini koruyarak evrenselleşmenin kolay olmadığı açık. Çok özgün var oluşlu bir Doğu ülkesi Japonya bunu kısmen gerçekleştirdi. İspanyol kökenlilik ve Katoliklik, ilerleyemeyen bir ülke olsa da Meksika’yı bir uzak Batılılık içinde zaten tutardı. Orada Meksikalılığın en eski kökleri ile Batı çizgisinde evrenselleşmeye bağdaştırma gayretlerine tanıklık edildi. Ancak, diğer Latin Amerika ülkeleri dahil ekonomisi (ve dolayısıyla sosyo ekonomisi) yetersiz gelişmiş toplumların sanatkültür dünyası gelişme çizgilerinde öykünmeciliğin izleri gözleniyor. Kendi kökeniyle bağdaşık bir dünyalaşmayı Türkiye’nin de becerememiş oluşu bu çerçevede çok şaşırtıcı değil. Ama bugün lehimize bir noktanın altını çizmek gerekiyor: Öteden beri, bünyesinde yetişmiş insan gücü bulundurma gibi bir olgu yaşanmış, ülkemizde. Resimheykelmüzik üçgen alanında dünya yarışında da gelişmiş gücümüz bireysel varlık göstermeyi becermiştir. Leyla Gencer ve İdil Biret’in dünya yıldızlığı güçlü bir örnek. Çok uzun soluklu prestije sürekliliği sergileyememiş olsalar da, ikinci Paris ekolü soyut resim akımında Selim Turan, Hakkı Anlı, Nejat Devrim ve Mübin Orhan’ın ulaştığı uluslararası saygınlık mertebesi de ayrıca gururla hatırlanmalı. Heykelde İlhan Koman ve kısa süreli de olsa Kuzgun Acar’ın parlak uluslararası kariyerlerinin de altı çizilmeli. Kitapta, uluslararası deneyim şansı bulamamaksızın ancak dünyadan haberliliği kuvvetle sürdüren bir grup sanatçıdan genişçe söz ettim. Engellere ve engebelere karşın ciddi bir ulusalcılık tavrı sergilemesi içinde olan 1910’larda doğan özgün adamlar “yarı yitik bir kuşağın serüveni” yaşamıştı. Geçen günlerde yitirdiğimiz Ferruh Başağa’dan sonra yaşayan hiçbir temsilcisi kalmayan ve sanat tarihi çalışmalarında hak ettiği payı hiç alamamış bulunan bu kuşağın sanatçılarıyla ilgili geniş bir şeyler yazma fırsatını bulmuş, zevkini yaşamıştım. Bu kez, eski yazı dizilerinden ve yakın zamanlarda yazdıklarımdan alıntılarla desteklenmiş olarak bu büyük adamlara yeniden saygılar sunma fırsatı yakaladım. Sanat tarihi incelemelerinde yine bir ölçüde kenarda kalmış olan 1900’lerin başında doğmuş ressamlardan da yine eski yazdıklarımdan alıntılar çerçevesinde söz etmeyi de bir saygı borcu bildim. Mimarlık ve yapı sanatının özel gelişmesi ve son 150 yıllık durumuna özel bir bakış da sunuyorsunuz kitabınızda. Başlıca saptamalarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi. Bu tür bir metinde, sanat ürünlerinin geniş kitlelerle buluşma mekânları olan konser ve opera salonları ile müze binalarından söz etmemek eksiklik olacaktı. Ayrıca mimarlık ve mühendislik öğrencilerine yaptırdığım proje çalışmalarında bu özel yapılar ele alınageldi (Louvre, MoMA, İstanbul Arkeoloji Müzesi, New York ve Guggenheim Müzeleri, Viyana Opera Binası birkaç defa uykuya yatarak yılan hikâyesine dönmüş olan İstanbul Ayazağa Konser Salonu ile Ankara’nın yeni konser salonu projesi, Helsinki Konser Salonu, Oslo Opera Binası, Los Angeles Disney Konser Salonu tarihi Side tiyatrosu vb.). Bu anlamda özet bir bilgi aktarımıyla yetinilmekle birlikte, duygusal anılarda çok bağlı olduğum iki tarihi bina Louvre ve Ermitaj müze yapılarından yaşanmış öyküleri de katıp özel yer verdim. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Gözün ve Kulağın Düğünleri/ Erhan Karaesmen/ Literatür Yayınları/ 340 s. 3 ŞUBAT 2011 SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1094
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle