Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ olayı yaratan kendi sınıfının insanlarına içinde bulundukları sefaleti bir gerekçe kabul ederek acıma ve merhamet duygusu ile bakar, dahası, onlara yardım etmek ister. Patronun ormanlarını ateşe vermeye, sürülerini yoksul halka dağıtmaya karar vermiştir. Gecenin karanlığında köyün sessizliğini bozan kararlı ve ürpertici bir sesle bağırır: “Hey ahali, hey yoksul ve yaşamaktan bıkmış insanlar, neşeleneceğiniz gün geldi. Yoksulluğunuzu unutacaksınız. (Aspromonte…). O acıdığı ve merhamet gösterdiği halktan hiçbir tepki görmez.O sese açılan pencereler hemen kapanır. O sesi hiç kimse tanımaz. Öykünün düşgerçek ilişkisine dayalı kurgusu Antonello’nun gerçekçi bir tümcesi ile noktalanır. Jandarmalar onu yakalamaya geldiklerinde onlara şöyle der: “Sonunda Adalet ile konuşacağım, çünkü onunla karşılaşmak ve durumumu anlatabilmek için epeyce uğraşmak zorunda kaldım” (Aspromonte…). Gerçekte gerek Alvaro gerekse Argiro dayanışmanın, direnmenin etkili olduğuna inanıyorlar. Onun yollarını arıyorlar toplumsal adaletsizliğe ve onu yaratan zorbalara karşı koymak için: “Burada, bu köyde, bu sahtekârlar egemen olduğu sürece hiç kimseye kurtuluş yolu yok. Evimizden yüksek sesle konuşabilecek, onları dize getirebilecek birinin çıkması benim için, bizim hepimiz için büyük bir başarı olurdu” (Aspromonte ... ). Ancak ikisi de Antonello’nun başvurduğu direnme biçimini salık vermedikleri gibi daha uygar ve daha akılcı bir direnme ve dayanışmadan yanadırlar. Bunun içindir ki Argiro oğlu Benedetto’yu eğitmek yollarını arar ve ondan bu zorbalara aklı ve bilgisiyle karşı koymasını umar. Ve onun içindir ki Alvaro bir yapıtında bu konuya eğilir ve şöyle der: “Güneyin yaşamındaki bunalımın yoksulluktan doğduğu doğrudur. Ve bunu itiraf etmek gerekir, ama toplumsal dayanışmanın, düzenleyici, arabulucu ve ilişkileri ılımlı kılacak bir sınıfın eksikliği bu sorunu daha da etkin kılar. Bu sınıflardan biri halktan gelen ve görevi gereği iktidarların emrinde olan, halkla idareci sınıf arasında olağan bir arabuluculuk görevi üstlenebilecek kişiler tarafından oluturulabilir. Bu gerçekleşmiyorsa (halkın içinde bulunduğu durumu bilen, arkasına bakmayı sevmezse) halkın durumunun çok daha ağır olacağı anlamına gelir” (7). GERÇEK DEĞERLER ARAYIŞI Öz topraklarının insanlarıyla iç içe olmanın kazandırdığı deneyimler ışığında yapı kazanan bu yapıtı anıroman olarak nitelemek olasıdır. Yazarın, sürekli çağrışımlarla çocukluk anılarına yaptığı göndermeler şiirsel bir süreçle diri tutulmaktadır. Olayın kahramanları söylencenin belli belirsiz boyutlarından sıyrılıp gerçek bir kimlik kazanmak çabasındadırlar. Kimi zaman da bu gerçekliği mit düzeyine indirgeyen olaylar dizisi de başlı başına yazarın başka bir yönünü simgeler. Gerçek ve mit bu yapıtta duyarlı bir biçimde buluşurlar. Ancak kişilerini, olay örgüsünü söylence ve mit havasına büründürmüş olması kimilerinin (8) savunduğu gibi yazarın öyküye masal anlatımı kazandırmak istemesinden değil, o el değmemiş dünyadan gerçek değerlere yol verecek öğeleri yakalamak tutkusundan kaynaklanır. Gerçekte de Alvaro bu yapıtında en başarılı anlatımını o gerçek değerlerin arayışı içine girdiği zaman verebilmiştir. Eş deyişle, Calabria “romantik ve dekandent” sığınak olmaktan kurtulup çobanlarıyla, yoksulluğu ve geri kalmışlığıyla gerçek bir Calabria olduğu zaman sahici yapısını kazanmıştır. Yazarın düşgerçek ikilemine dayalı deneyimini yapıtın diğer öykülerinde de gözlemlemek olanaklıdır: Alvaro, kendini tümden toplumsal ve siyasal yapının doğurduğu adaletsizliği, eşitsizliği bildirime kaptırmamış, doğanın yarattığı giz dolu dünya ile bu gerçek arasında bir örgü örmüş ve toplumsal gerçeği, doğanın ve insanların ürünü olan yazının çekiciliği, bilinemezliği içinde sunmaya çalışmıştır. Nitekim işi bağbozumunda üzüm ezmek olan genç kızın öyküsünde (Üzüm Ezici Kız), yazar, öyküye bir doğa betimiyle girer. Gerçekte yaşamın canlı, güçlü ve mutlu yanını simgeleyen bu tabloda doğa ile insan arasındaki iletişimi vurgularken bu iletişim ışığında toplumsal yapının sürecini irdeler ve insanların giz dolu dünyasına girmeye çalışır. Görünüşte bir doğa betimi gibi gözüken gözlemlerinde bile yazarın insana dönük irdelemelere yöneldiği gözden kaçmaz: “Gölgeye sinmiş salkımlar yaşamla yüz yüze gelen insanlar gibi esrarlı bir hal alıyorlardı”(Üzüm... ) Böylece yazar gerçeklerden kaçmak tehlikesiyle karşı karşıya gelmekten kaçınır. Kaldı ki yaratmak istediği mit dünyasının temelini de gene o toplumsal süreç içinde beliren insan ya da bu insanın yerleştiği doğa oluşturmaktadır. Bağbozumunu betimleyen bu öyküde her şey özenilen bir dünyanın ayrıntılarıyla yoğrulurken karşıt cinsten iki insan imgesi bu görüntünün ana unsurunu oluşturur: “ Önünde sonunda seni öldüreceğim bir gün. Bunu yapamayacaksın. Göreceksin. Niçin şimdi yapmıyorsun? Şimdi işini bitirmek zorundasın. Bunun için mi ?Yüreğin yiyiyorsa, yap da görelim. Diz çöküp özür dileyeceksin benden, sonra da ... Yürekli olsaydın, sana ihanet etmezdim” (Üzüm...) Bu öyküde Alvaro güneyin bir başka toplumsal sorununa parmak basıyor: İffet, namus sorunu. Güney kadını ezilmişliğine, yoksulluğuna, geri kalmışlığına karşın gerektiğinde başkaldıracak güçte olduğunu göstermek için iffeti kendisine bir silah olarak seçmiştir. Erkeğine ihanet etmekle kadın haklarının savunuculuğunu üstleneceğine inanmış olması, gizlice ve sinsice yürüttüğü bu davranışını zaman zaman açığa vurmaya iter onu. Öz ahlak anlayışına uygun olan bu davranışında, daha fazla horlanan bir yaratık olması nedeniyle, bir öç almak duygusu gizlidir. Ancak bu duygular zaman zaman isteri ölçülerine varır. Dışa vuran ve varlığının esasını oluşturan bu isterik duygular hiçbir yönden doymamış güneyli kadının içinde bulunduğu bunalımın simgesidir. Bize, bu öykü, bu yanıyla Verga’nın Lupa’sını anımsatır. Ölümü bile göze alarak özgürlüğünü ve bağımsızlığını kabul ettirebilmek için tüm geleneklere, törelere meydan okuması kadın haklarının ne denli çiğnendiğine işarettir. Bir başka öyküsü de, Taçlı Kadın, toplumun fanatik boyutlara varan dinsel inançlarını sergilerken gene aynı konuya değinir ve bir genç kızın sevgilisi ile kurduğu gizli iletişimi hangi amaçla bir dinsel tören sırasında açığa vurduğunu belirtmek ister. Kilisede, Tanrı’dan bir tansık beklenirken çocuğun atı ile mihraba kadar sokularak sevgilisini terkisine alıp kaçması toplumsal bir paradoksun canlı bir örneğidir. Bunun yanında genç kızın bu davranışı sevgi ve sevecen duygularını bile prangada tutmak isteyen bir toplumun bağnaz düşüncesine bir başkaldırıdır. (Yazının devamı önümüzdeki sayıda) Türkiye’ye Yolculuk/ Corrado Alvaro/ Çev: Necdet Adabağ/Literatür Yayıncılık/ 116 s. SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1092