25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ satın alınacağına da inanamazdı, kuvvetordu komutanlarının toplanıp sorgulanmasına da… Nasıl bir çöküş gözlemlediniz ve gözlemliyorsunuz meslek ile sektörün psikolojisinde? Mesleğimizin bir kısmında psikoloji iyi. Onlar için tüm bunlar avantaja dönüştü. Meydan kendilerine kaldı, patronların bol bol yalakaya gereksinimi oldu. Adam yerine konulup televizyonlara çıkıyorlar. Onlara görüşleri soruluyor. Onlar da tek gözlerini kapatıp görüş bildiriyorlar. Zaten her konuda görüşleri var. Kendilerine ekrana uygun gömlekkravat aldılar. Ama bu mesleğin gerçek mensupları, yani eskiden beri işini iyi yapanların morali sıfır… AKP tekrar tek başına iktidar olursa birkaç gün içinde çoğunun çekip gideceğini ve her yerin yalakalara kalacağını düşünüyorum. “BEL ALTI VURMAYI ÇOK İYİ BECERİYORLAR” Enis Berberoğlu size “Kayseriliye bir süre dokunma” dedi Cumhurbaşkanı’nı kastederek, siz ne yaptınız? Bir süre önce de Bülent Arınç’ı kastederek Manisalıya dokunma dediklerini öğreniyoruz. Ne hissettiniz ve ne yaptınız? Kızdım ve telefonu kapatınca Andree’ye “Bana bir çay ver” dedim. Ben kızınca bir de çay içerim. Kimi zaman ben istemesem de Andree “sana bir çay vereyim mi?” der. Belalı ve çileli iş gazetecilik malum… “Herhangi bir insan gibi özgür değildik” diye yazıyorsunuz. Hep ve daima mı böyle hissettiniz? Sivil hayatta bile tetikte olma halinden bahsediyorsunuz kitapta bir de… Bu her zaman için geçerli. Adamlar bel altı vurmayı çok iyi beceriyor. Bu aslında cemaat yöntemi. Dedikodu, iftira, aşağılayarak kimliği silme yöntemi daha doğrusu. Bu beni hep tedirgin ediyor. Kardeşim kadar çok sevdiğim iki dostum Uğur Dündar ve Emin Çölaşan ile hep bunu konuşuruz. Bize hırsız mırsız diyemezler. O zaman vurmak için özel hayatımıza sızabilirler. Kimi bizi sevenleri dahi kullanabilirler. Bunu yüksek yargı mensuplarını, askerleri ve gazeteci arkadaşlarımızı hırpalarken yaptılar nitekim. Emin Çölaşan kovulduğu zaman Hürriyet gazetesi size sevimsiz görünmeye başlamış, öyle yazıyorsunuz ve ne yapmanız gerektiğini okur yoklamasına bıraktığınızı ve bu duygularla kaleme aldığınız “Kürek Mahkumları” yazınızı anımsatıyorsunuz… Okurların tümü aynı şeyi düşünmez ve aynı şeyi istemez. Her zaman sanki ikiye bölünürler, yarısının istediğine öbür yarısı karşı çıkar. Ben zamanla okurlarımın ikisinin de aklına gelmeyen çözümler bularak işin içinden çıkmayı denedim, böylece her iki taraf da kırılmayacaktı, olmadı… Burada da öyle olmuştu. BEKİR HOCA TARİKATI! Cindoruk gitme demiş değil mi ve dikkate de almışsınız? Cindoruk’u tanısanız yakından, siz de onun her dediğini yaparsınız. O bir bilge kişidir ve tam bir ağabey… Abdullah Gül en çok neden sizin Cumhurbaşkanınız olmayacak? Bu iyi bir soru. Ben “O benim cumhurbaşkanım değildir” dediğimde, AKP’nin oyları yemlediği için kim onu cumhurbaşkanı seçti de “O bizim cumhurbaşkanımızdır” dedi? MHP lideri Devlet Bahçeli… Aradan zaman geçti, altı gün önce televizyonlarda “O bizim cumhurbaşkanımız olamadı” anlamında bağıran kimdi? Yine Devlet Bahçeli… Öbür türlü görmemekanlamamak için körsağır olmak gerekliydi… Kapınızın önüne gelen ve size destekte bulunan okurlarınız… Ne güzel ve nadir bir ilişki… Okurlarınızı anlatır mısınız? Okur profilinizi, desteklerini, tarzlarını, birkaç anekdotla değerlendirir misiniz? Benim okurlarımdır onlar. Onlara ne kadar minnet duyuyorum, onları ne kadar çok seviyorum ve onlara ne kadar çok muhtacım bilemezsiniz. Sokakta karşılaşırız kimi zaman. Önce durup uzaktan bir bakarlar. Sonra ürkek yaklaşırlar, yüzleri öyle ak, bakışları öyle anlamlı ve başları öyle diktir ki… Andree kulağıma “Gereksiz bir şey yapma” der… Gereksiz… Yani boyunlarına sarılmak gibi, ellerindeki filenin içine bakmak gibi, çocukları varsa burnunu sıkmak gibi, gençyaşlı demeden boyunlarına sarılıp mıncıklamak gibi… Birbirimize yaklaşırız, gözlerimiz denk gelir, o an sarılırım boyunlarına, yanaklarını öperim, ellerini tutup bırakmam, konuşuruz, bir ara filelerininpaketlerinin içine bakarım, içinde ne olduğunu görmek için değil, bana o hakkı verdiklerini hissetmek için. Sonra ayrılırız, benim de onların da gözleri dolu dolu gideriz yolumuza… Dincilerden en çok tepki aldığınız yazı “Evet Duası” değil mi? Nasıl tepkiler aldınız? Bunu çok açıklayamam. Ayrıldığım bir gazetenin şu anda çalışan yazarı ile ilgili. Onu bu zamandan sonra kırmak istemem. Habertürk dönemi için neler söylersiniz? Referanduma kadar yazma denmesi olayı… Sonraki süreçte kovulmanız… Ayrıca 17 meslek kuruluşu medya tarihinde ilk kez bir araya geliyor sizin için… Orhan Erinç’in okuduğu bildiri… Bu konudaki değerlendirmenizi de paylaşır mısınız? Bu da iyi bir soru. Olan oldu artık. Evet, Orhan Erinç’in öncülüğünde medya tarihine geçecek bir olaydı o. Ama asıl şimdi bu tür eylemler önem kazanmalı, dahası zorunlu hale gelmeli. Bir sabah bu ülkenin azçok ruhu kalmış gazeteleri siyah başlıklarla çıkmalı. Televizyonlar o akşam ekranlarını karartmalı. Medya bunu ülkemiz için, çağdaşlığımız için, gençlerimiz, çocuklarımız için yapmalı. Ya yapmazsa… Ki zor yapmaları… O zaman yakında dinciler onların dünyasını karartacaktır göreceksiniz. Yukarıda da söyledim. Cemaatin kesin adamı olmadan kimseye yaşama hakkı yok. Cemaatçiliğin anlamı budur zaten. Yoksa ben de bir cemaat kurarım “Bekir hoca” diye… Ama tarikat kendi içinde dahi en fanatiklere görev verirken, bizim yalakalara orda oturma izni verirler mi dersiniz… “BEN İLHAN SELÇUK OLAMAM” Son soruda soracağım Cumhuriyet’i Bekir Ağabey! Cumhuriyet sürecini anlatın ve burada yazmanın nasıl bir duygu olduğunu da. Önce bu köşeyi bana verdiklerinde “Bana dayak attıracaklar” dedim. Hikmet Çetinkaya’ya gidip “Beni dövdüreceksiniz” dedim. Çünkü İlhan Ağabey’in fanatikleri “Başka yer mi yok” diye beni dövecekler sandım. Geceleri uyku girmedi gözüme, adeta sancılarım tuttu. Bir ara vazgeçtim aslında. O sabah ilk uçakla İstanbul’a gelip gazete yönetimine “Bana arka sayfalarda yer verin. Burada da kim yazarsa yazsın” demeye karar verdim. Ama korktuğum olmadı. Şu ana kadar beş binin üzerinde “Hoş geldin” mesajı aldım, onlara tek tek yanıt veriyorum şu günlerde. Sadece iki tanesi “Başka yer yok muydu” biçiminde. Onlara da yanıt verdim, umarım orayı benim seçmediğimi anlamışlardır. O köşenin anlamına gelince; bunun bilincindeyim. Ama ben İlhan Selçuk olamam. Olmaya kalkarsam olmaz, yapamam. Gidenlerin yerine aynılarını bulmak ve koymak her zaman zordur. Hele o İlhan Selçuk ise… gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Başın Öne Eğilmesin/ Bekir Coşkun/ Bilgi Yayınevi/ 158 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1092
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle