Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ertuğrul Özkök ile ‘Tuhaf’ bir söyleşi ‘Liberal bir zulüm dönemi yaşıyoruz’ Ertuğrul Özkök’ten gizemli bir yolculuk daveti… 20 yıl Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni’ydi. Ayrılmasına ilişkin söylenmeyen kalmadı. Kimi çok sevdi kimi nefret etti. Kimi yazılarında hem asap, hem ezber bozdu, kimi yazılarında helal olsun dedirtti. Ne olursa olsun hakkında bir şeyler hep muğlak kaldı. Şunu özellikle belirtmeliyim ki kendisine de ifade ettim, bu söyleşiyi Ertuğrul Özkök’e sıklıkla sinir olan bir gazeteci olarak yaptım. Bu hâlâ zaman zaman sürüyor ve biliyorum ki bu konuda yalnız da değilim. O da biliyor bunu ve anlayışla karşılıyor. Mesleki kalem erbaplığına rağmen hayatı boyunca kendisini doğru ifade edemediğini söylüyor. Gerçekler dünyasının göbeğinde hayallerinden inşa ettiği tuhaf hakikatleri anlattığı kitabı “Tuhaf”ta bambaşka bir Ertuğrul Özkök’le tanışacaksınız. ‘Öteki ben’ini kitlelerle paylaştığı kitabında inancın ve gizemin labirentlerinden seslenecek sizlere. Tinkerbell’in peri tozları, çocukluk keşiflerinin heyecanı, öte coğrafyaların öcüleri, efsaneleri, albatroslar, lahitler, mezarlar, kodlar, şifreler, dini figürler, inancın isi, pusu yolculuğun duraklarından sadece birkaçı. Ertuğrul Özkök ile kitabı “Tuhaf”ı konuştuk ama hepsi bu kadar değil! Kesinlikle değil! Ë Gamze AKDEMİR itabınız içsel dünyanızın, içinizdeki çocuğun keşfe çıkışı gibi... Mistisizim, gazeteci merakı, hayatta havada kalan sorularla başa çıkış gibi... Sonra Da Vinci merakınız malum... Bu kitapta da sanki yol göstericiniz gibi... Dan Brown’ın yazma biçimine merakım var. Gazetecilik okullarında programları belirleyen bir insan olsam Dan Brown’ı ders diye okuturdum. Türkiye’ye geldiğinde kendisiyle sohbet ettim, dedi ki “Benim yazımın bir matematiği vardır. İnsanların okurken zevkle öbür sayfaya geçmelerini sağlıyorum. Her sayfanın sonunda aynısını yaşatıyorum.” 20 yıl gazeteciliğimde insanların neler okuyup neler okumayacaklarını ve nasıl yazılması gerektiğini biliyorum. O yüzden yazarken, bu kitap bir bilemediniz iki gecede bitirilmeli, insanlar bir sayfadan öbür sayfaya bir bölümden öbür bölüme tereddütsüz geçebilmeli ve cümleler en fazla 78 kelimeyle yazılmaSAYFA 16 K lı diye bir hedef koydum. Yani Dan Brown’ın da bahsettiği direkt anlatımı getiren o matematiği kurdum ki bu bence dünyadaki en etkili anlatım biçimidir. Mesela beni en çok etkileyen, yazma duygumu başlatan kitap Albert Camus’nün “Yabancı”sıdır. Çünkü bir insanın hayatındaki en önemli şeylerden bir tanesidir anneyi kaybetmek. Adam annesini kaybettiği cümlesiyle başlıyor kitaba. Çok basit bir cümleyle başlıyor. Kafka’nın “Metamorfoz”u nasıl? “Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş buldu”. Bu iki kitap sadece dünya edebiyat tarihinde değil dünya yazma tarihinde de milattır. O yüzden kitabı yazarken buna dikkat ettim, çok basit bir anlatımla yazdım. Kitapta önde olan manevi, içsel dünya, reel dünya ise belli belirsiz, hayli geride… İnanıyorsunuz da yazdıklarınıza. Mesela kayıp denizci ile ilgili o ilk bölümde alınyazınızın kodunun o çocukken bulduğunuz ve izini sürerek Japonya’da ilginç sonuçlara ulaştığınız duvardaki yazı olduğuna ciddi ciddi inanıyorsunuz.. Hem de nasıl inanıyorum ki o harfleri (bileğindeki dövmeyi göstererek) buraya da kazıdım. Sevdiğim bir yönümdür, kendimi inandırırım ben. Bu kitapta iç dünyamı sorguluyorum ve yaptığım en güzel seyahat. Spielberg’in çocukluğuna göndermelerde bulunduğu üç beş şirin veledin macera arayışlarındaki tadı da andırıyor bir yandan kitabınız.. Spielberg evet çok doğru söylediniz. Ama Spielberg’den önce çocukluğumda beni en çok etkileyen 12 ciltlik İki Çocuğun Devrialemi kitabıdır. Bana sünnette hediye edilmişti, hâlâ buralarda bir yerde durur başucu kitabım olarak. ‘HALLACI MANSUR’UN PEŞİNDEYİM’ Kitabı okuyunca daha iyi anlıyoruz ki gazeteci olmasaymışsınız sırtınıza çantayı atıp dünyayı dolaşırmışsınız... Öyleyim tabii.Hâlâ da öyleyim, şimdi Hallacı Mansur’un peşine düştüm, Tempo dergiyle İran’a gideceğim. Diyebilirim ki beni Mevlana’dan çok daha fazla etkileyen bir figürdür Hallacı Mansur. Bir İslam Galileo’su gibi bir gerçeğin ifadesinde yapılabilecek feda kârlıkların en uç noktasını göstermiştir. Doğduğu yere bir tür hacca gider gibi gitmek istiyorum. Böyle sufi sezişler, mevlevi dönüşler, dinler tarihi derken dinler tarihine, kutsal kitaplara hayli meraklı olduğunuz bu kitapla tescillenmiş oldu diyebilir miyiz? Şöyle söyleyeyim; evimdeki koleksiyonum en zengin iki bölümü şarap ve inançtır. Neden şimdi hani yaşınızın ilerlemesiyle mi ilgili? Hayır. Bir kere benim dinle alakam yok. Bu çok tehlikeli de bir laf biliyorum. Yaşlandıkça dindarlaşıyor falan değilim ama çocukluğumdan beri hiçbir zaman Allah’a olan inancımı kaybetmedim. Çok dindar ama çok özgür de bırakan bir ailede büyüdüm. Günde bir büyük rakı içen ama Ramazanda ağzına rakı koymayan, cuma günleri namaza giden bir babayla büyüdüm. Annem hâlâ beş vakit namazına kılıyor, dizlerindeki ağrıya rağmen aksatmıyor. Tek tanrılı dinlerin hepsinin başında bir sorun olduğuna inanıyorum. Müslümanlığın başında fundamentalizm, Yahudiliğin başında siyonizm sorunu var. Hıristiyanlığın başında evangelist bir hareket ve Hıristiyanlığın o fetih duygusundan dolayı özellikle Amerika’da canlanan oraya buraya müdahale sorunu var. Tek tanrılı dinler beni çok hayalkırıklığına uğrattı. Dinlerin mutlaka ve mutlaka baskıcı iklimlerine bir çare bulunması gerektiğine inanıyorum. Dinler insanları kendisine baskıyla değil özgürlüklerle bağlamalı. O zaman, onların gerçek din olduğuna inanacağım. O yüzden Jacque Attali çok doğru bir tahlilde bulunarak önümüzdeki dönem artık lego dinler dönemi başlayacak diyor. Her insan istediği dinden istediği bölümü alacak, onları ekleyerek kendisine ait bir puzzle elde edecek diyor. Dolayısıyla aynı zamanda bir sosyolog olarak da en geç elli yıl içinde tek tanrılı dinlerin, peygamberlik sistemlerinin çok ciddi biçimde sorgulanacağına inanıyorum. Çünkü sonunda dini din yapan Allah değil, peygamberlik sistemleridir. Son derece saygım var, hiç itirazım yok ama şu soruyu sorma hakkına da sahip olduğumuza inanıyorum: Acaba peygamberlik sistemlerini bugüne kadar iyi mi yorumladık, yüzyıllar içinde bize gelişinde doğru mu aktarıldı? Çünkü Kuran’ı okuduğunuzda o kadar baskıcı bir şey görmüyorsunuz. O zamanlar dinleri baskıcı hale getiren nedir? Bunun sırrını çözmemiz gerekiyor. Hallacı Mansur “Allah benim” dediği zaman bana göre insanlara dinin oluşturduğu sistemlerden daha fazla bir görev getiriyor yani Allah’ı yeryüzünde temsil etme görevi getiriyor. Burada mantık olarak dini sistemin kendini temsil duygusundan daha kuvvetli bir duygunun olması gerekiyor. Ben inancı, sıradan bir dindardan çok daha fazla içimde hissettiğime inanıyorum. Niye? Sonunda Allah ile baş başa kaldığım zaman ben de en gelişmiş duygu şükretme duygusu oluyor. Çok şükrederim. ‘HERKES GİBİ SONRADAN GÖRMEYİM’ Toplu bir yorumlama getiriyorsunuz, her şey birbiriyle bağlantılı hani kelebek etkisi… Öyle. Kendimle sonradan görmeyim diye dalga geçerim hep çünkü herkes sonradan görmedir. İzmir’in en fakir mahallelerinden birinde doğdum, devlet bursuyla okudum ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1069