Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Adnan Binyazar’dan denemeler Ë Erdal ATICI ıllar önce, Adnan Binyazar’ın kendi yaşamını anlattığı Masalını Yitiren Dev adlı yapıtını okurken her sayfasında iliklerime kadar ürperdiğimi, orada anlatılan bazı olayların rüyalarıma bile girdiğini anımsıyorum. Binyazar’ın anlattığı olaylar, o kadar korkunçtu ki kendi kendime bir insan bu kadar acıya, zulme, yoksulluğa nasıl dayanabilir diye sormuştum. Gerçekten bir insan onca acıya, zulme, yoksulluğa nasıl dayanabilirdi? Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi Adnan Binyazar’ın “Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi” adlı yapıtında konu olarak bir sınırlama yok, yaşamın her alanına, her konusuna dair yazılara yer verilmiş. İnsan, Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi’deki denemeleri okurken, yaşam denen uzun yolda yeni bir yol gösterici edindiği duygusuna kapılıyor ve yine yapıtın sayfaları arasında dolaşırken daha çok bilgilendiğini, daha çok aydınlandığını, daha çok hüzünlendiğini, daha çok mutlu olduğunu hissediyor. Y Sorgulamayı bilen bireyin kitabı Ë Aydoğan YAVAŞLI öz, S. Eyüboğlu’nun olsa gerek, öyle anımsıyorum: “Bütün çağlarda yazarın soylusu ezilenden, soysuzu ezenden yana olagelmiştir hep.” Sartre da, Le Monde muhabirinin bir sorusu üstüne “Yazar aç milyonlar için yazmadıkça hep bir tedirginlik duygusu altında ezilecektir” der. Peşrevi uzatmanın hiç gereği yok sözü nereye getireceğim, bu çok belli: Adnan Binyazar’ın denemelerini topladığı Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi adlı kitabına. Nedendir bilmem, Binyazar’ın çeşitli insan hallerinden tutun kitaplara, sanatın sorunlarından tutun yolculuklara; kaleme aldığı hemen her denemesinde, özellikle 1970’li yıllarda döne döne okuduğum, onu kendime arkadaş edindiğim Oktay Akbal’ı anımsattı bana. Belki “nedendir bilmem” demem yanlış, çünkü nedeni belli: Aklın yolu bir. Oktay Akbal’ın Konumuz Edebiyat’ta, Yeryüzü Korkusu’nda, İstinye Suları’nda, Gençler Bize Bakıyor’da ve diğer kitaplarında yapmaya çalıştığını, yaptığını Adnan Binyazar on yıllar sonra yine ve pırıl pırıl Türkçesiyle, sağlam mantığıyla pekiştiriyor. 26 yıl severek yaptığım öğretmenlik mesleğimi halen sürdürüyor olsaydım, Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi adlı bu kitabı öğrencilerime salık verir, derslerde ve ders dışı çalışmalarda mutlaka tartışır, tartıştırırdım. Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi’yi okuyacaklara bir öneri: Okumaya baş lamadan önce elinize mutlaka önemli yerlerin altını çizmek için renkli bir kalem alın. Bunu yapmazsanız, sözgelimi, “Kıvılcımın aydınlığını Edison, dünyanın döndüğünü Galilei, boyadaki balığı Picasso, sesin kudretini Beethoven, insanlığın geleceğini Marx görüyor. İnsan, benzerliğiyle değil, benzemezliğiyle insandır. Benzemezlik, hayatın ahengidir,” sözlerini yalnızca okuyup geçer, kim bilir, belki de ıskalayabilirsiniz. UFUK AÇAN ALINTILAR Bundan kırk yıl kadar önce bir taşra kasabasının lokantasında, duvarda çerçevelenmiş bir söze rastlamıştım: “Arif ile sohbet etmek lâli mercan incidir / Cahil ile ülfet etmek akıbet can incitir” diyordu. Adnan Binyazar’ın denemeleri, “lâli mercan inci” gibi… Bakın, altlarını çizdiğim, ufkumu açtığına inandığım bazı alıntıları sizlerle paylaşayım: “Uzaktan gören, kör bakar.” “Duyarlığı besleyen sanattır, düşüncedir. Kuşkusuz, ortalarda dolaşan ‘yüzlü’ yüzsüzlere kapılmamayı, yüzün sahtesini gerçeğinden ayırmayı ancak sanatla, düşünceyle beslenmiş kişiler başarıyor. Kadın ya da erkek, duyarlıktan yoksun nice kişi yüz aldanmasına kapılıyor da yaşamı boyunca başını beladan kurtaramıyor!” “Üniversitelerin edebiyat fakültelerinde yirmi beş bin öğrenci, en az iki binin üzerinde öğretim elemanı olmasına karşın, sanatsal değeri olan bir romanın ancak bin dolaylarında basılmasının nedeni beğenisel düzeysizliğin göstergesi değil midir?” “Küreselleşme, AB, Amerikan imparatorluğu; hepsi enerji kaynaklarına sahip olmanın, dünya ekonomisini ellerinde tutmanın hesabını yapıyor. Onlar, Afrikalı çocukların çölün ortasında akbabalara yem olmasına, Irak’ta her gün onlarca insanın ölmesine, bir ‘ekran oyunu’ gözüyle bakıyorlar.” Adnan Binyazar, seçimini ezilenlerden yana yapmış, yaptığı seçimin savaşımını S veren soylu bir yazar. Mustafa Kemal’in devrimlerine, Aydınlanma’nın getirdiği akıl ve bilim ışığına bağlı, emperyalizme ve gericiliğe cepheden karşı… Yurdumuzu emperyalizmin ve gericiliğin boyunduruğundan kurtaran Mustafa Kemal’in yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni yıllar sonra karalayıp kirletenlerle ilgili olarak şu acıtıcı soruyu soruyor, Emin Özdemir’den alıntılayarak: “Yanaklarına sanki masal kuşları konmuş, gözleri umudun güneşiyle ışıl ışıl çocukların yüzlerine nasıl bakıyorlar?” Binyazar, uzun yıllar Almanya’da yaşamış, oradaki yurttaşlarımızın sorunlarına yakından tanık olmuş, Batı uygarlığının nimetlerini tatmanın yanı sıra zayıflıklarını da saptamış. İstanbulBerlin arasında yaptığı yolculuklardan söz etmiş. O yolculuklarda tanık olduğu kimi gülünçlükleri, ders alınası durumları aktarmış. İstanbul’dan sonra Berlin’e adım atar atmaz içine düştüğü sessizliği, yaşama düzenine ilişkin kimi ayrıntıları bakın şöyle yorumlamış: “Yaşamaya düzen vermek çok mu zor? Düşünmenin önünde zorluk yoktur. Zorluk, bireyin, kendini bir düşünce varlığı olarak biçimlemesinde. Bu da, insanın kendine emek vermesine bağlı; okuyarak, güzel sanatların her dalına ilgi duyarak. Birey olma bilincinin özünde bu emek yatıyor. Yüz yirmi beş milyonluk Japonya’da bir kişi yılda yirmi altı kitap okurken, bu oran yetmiş milyonluk Türkiye’de altı kişiye bir kitaba düşerse. Böyle bir emekten söz edilebilir mi?” Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi, aslında ardında binlerce soru bırakan bir kitap. Sormayı, sorgulamayı bilen bir “birey”in kitabı. Öyle bir kez okunup bırakılası kitaplardan değil. Eminim, yaşama ve dünyaya ne zaman çok daha geniş açılardan bakma isteği duysanız, o zaman hemen sayfalarını karıştıracağınız, altlarını çizdiğiniz yerlerde göz izlerinizi arayacağınız bir kitap olacak. ? YÜKLÜ BİR YAŞAM Birkaç yıl önce Binyazar’ı Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı adına düzenlediğimiz; “Köy Enstitüleri ve Edebiyat” konulu söyleşi için Ankara’ya davet etmiştik. Aynı soruları bu kez kendisine sormuştum: “Masalını Yitiren Dev adlı yapıtınızda yazdıklarınızın hepsi doğru mu, gerçekten, o yoksulluğu, o işkenceleri yaşadınız mı?” diye. Binyazar, yüzünden hiç eksilmeyen hüzünlü gülümsemesiyle “Yaşadıklarım, yazdıklarından kat kat fazladır” demişti. Sanırım Masalını Yitiren Dev’i okuyup da, Binyazar’la karşılaşan pek çok okur; benim gibi ilgi ve merakla; “O yazdıklarınızı gerçekten yaşadınız mı?” diye sormuştur. Binyazar’ın yaşamı Diyarbakır’da başlıyor. Babasının evi terk etmesinden sonra annesiyle birlikte Ağın’a, anne memleketine dönüyor. Köyde de durumlar iyi değil; sıkıntı, yoksulluk ve acılar diz boyu. Bir süre sonra Binyazar, ortaya çıkan babasının çağrısı üzerine okumak amacıyla kardeşiyle birlikte İstanbul’a geliyor. Baba yeniden evlenmiş, ama değişen bir şey yok. Yine geçim sıkıntısının yiyip bitirdiği insanlar, yine yoksulluğun duvarlara sindiği eski ve duvarları rutubetli bir ev... Bir süre sonra baba yine ortadan kayboluyor. Binyazar kardeşiyle birlikte gizemli sokaklarını, yoksulluk kokan mahallelerini hiç bilmediği İstanbul’da ortada kalıveriyor. O İstanbul ki, sokakları, caddeleri durmadan yoksul insan öğütüyor... O günden sonra Binyazar’ın yaşamı tam bir cehennem azabına dönüşüyor. Kardeşiyle birlikte sırtlarında küfe pazarda hamallık yapıyor, sokaklarda yatıyor. Kardeşi kayboluyor, kendisi bir lokantaya çırak olarak giriyor. Kimsesiz, gidecek, sığınacak yeri yok. Umarsızlık diz boyu. Patronu ona evinin altında kışları buz kesen bir oda veriyor. Yıllar boyunca patronun dayaklarına işkencelerine maruz kalıyor, dayanıyor, ancak bir gün bu cehennem yaşamından kurtulabilmek için her şeyi göze alıyor ve anasının yaşadığı Ağın’a kaçıp gidiyor. Binyazar, Ağın’da bir süre yaşadıktan sonra, içindeki okuma aşkına yanıt verecek olan Dicle Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırıyor. “Anadolu köylerinde solup giden kır çiçeklerini artık soldurmayacağız” diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in, on bin Anadolu köyünü dolaşıp, köy sorunları saptayarak, çözüm yolunu bulan İsmail Hakkı Tonguç’un Köy Enstitülerine... İşte, Binyazar ve Binyazar gibi yoksul köy çocuklarının gerçek kurtuluşu, üretim içerisinde aydınlanmacı bir eğitim uygulayan Köy Enstitülerinde gerçekleşiyor. Köy çocuklarının okuyabilmesi için parasız yatılı olanak da sağlayan Köy Enstitüleri, Binyazar gibi 17 ¥ bin yoksul köy çocuğunun; yalnız SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1069