Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y Bir Dünya Kupası daha geride kaldı. Bu kupanın belki de en önemli özelliği, tarihinde ilk kez bir Afrika ülkesinde, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde düzenlenmesiydi. Gölgede ve Güneşte Futbol’un yazarı Eduardo Galeano, 2010 Dünya Kupası maçlarını izledi mi, bilmiyorum; ama Güney Afrika’ya gitmemiş olsa bile, en azından televizyondan izlemiştir diye düşünüyorum. ençliğinde futbolcu olma düşleri kurmuş olan Galeano’nun ülkesi Uruguay, 1930’da ev sahipliğini üstlendiği ilk Dünya Kupası’nda Arjantin’i yenerek, 1950’de de Brezilya’yı evinde bozguna uğratarak sihirli kupayı iki kez kazanma onuruna erişmişti. Uruguaylılar, İsviçre 1954 ve Meksika 1970’ten sonra Güney Afrika 2010’da üçüncü kez yarıfinal oynadılar. Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nın, Ateş Anıları’nın, Kucaklaşmanın Kitabı’nın, Biz Hayır Diyoruz’un yazarı Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol’da, tarihsel kökenlerine indiği futbol oyununa tutkuyla yaklaşırken, futbolun küresel şirketlerle hiç de kutsal olmayan ittifakını eleştirmekle yetinmemiş, bu oyunun çekiciliğini ideolojik gerekçelerle yadsıyan kimi solcu aydınlardan da esirgememişti eleştiri oklarını. Her Dünya Kupası’nın ardından kitabına yeni bir bölüm ekleyen yazar, romancı, militan gazeteci Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol’da Güney Afrika 2010 için de bir bölüm açacaktır mutlaka. eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Mario Vargas Llosa futbolu, futbolcuların tanrılaştırılmasını ve Maradona’yı yorumluyor Yaşasın Maradona! bu oyunu hor görüyorlardı. Kral Lear’de, Kent Kontu’nun karşısındakini topa tutarken, “Sen, aşağılık futbol oyuncusu!” demesi de boşuna olmasa gerek. KALECİ NABOKOV Aralarında Henry de Montherlant, Albert Camus ve Vladimir Nabokov’un da bulunduğu pek çok yazar, “ayak topu”nun büyüsüne kapılmıştır. 20. yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli romancı ve oyun yazarlarından biri sayılan Montherlant, fiziksel gücü ve erkekliği yücelten yapıtlarıyla tanınmıştı; futbola olan eğilimi de bu eğiliminden kaynaklanmış olabilir. Nabokov ise, anılarında, Cambridge Üniversitesi’nde kalecilik yaptığı günlerden söz eder. YOKSUL CAMUS Camus’ye gelince, o, Cezayir’de futbol oynadığı gençlik günlerinden tutkuyla söz ederken, en iyi ahlak derslerini üniversite dersliklerinde değil de, futbol sahalarında aldığını söyler. Neden hep kalecilik yaptığı sorulduğunda verdiği yanıt ise, onun “özyaşamöyküsü”nün çarpıcı bir parçası olarak kalacaktır: “O zamanlar çok yoksulduk. İleride oynayanların ayakkabıları çok çabuk eskiyordu. O yüzden kaleci olmayı seçmiştim…” VARGAS LLOSA DÜNYA KUPASI’NDA Futbol sevdalısı yazarlardan biri de Mario Vargas Llosa. Pek çok yapıtı dilimize de çevrilen Perulu yazar, İspanya’da düzenlenen 1982 Dünya Kupası sırasında bir gazeteye futbol yorumculuğu yapmıştı. Vargas Llosa, Dünya Kupası açılış maçından bir gün önce, Barcelona’daki Nou Camp stadyumunu gezerken, Perulu futbolcuların yanlarında getirdikleri büyücülerle ilgili sorularıyla karşılaşır öteki gazetecilerin. Perulu oyuncular, La Coruña kentindeki ilk rakipleri Kamerun takımının yanında getirdiği büyücülerin gücünü kırmak için kendi büyücülerini almışlardır yanlarına. Vargas Llosa, Perulu büyücülerin nerdeyse ulusal haydut edebiyatının bir parçası olduklarını, “büyücülüğü” Dünya Kupası’nı ucuz yoldan izleyebilmek için kullandıklarını söyleyerek meslektaşlarını düş kırıklığına uğratmak istemez: PERULU BÜYÜCÜLER “Onlara, bizim takımla gelen büyücülerin, Peru’nun en önemli büyücülük yöresi olan Ayabaca dağlarından kopup geldiklerini anlattım. Ayabaca’nın, kız çocuklarının yürümeyi öğrenmeden süpürge sopaları üstünde uçmayı öğrendikleri, oğlan çocuklarının da kendilerini kurbağalar ve yılanlara dönüştürmeyi öğrendikleri bir yöre olduğunu söyledim. O anda soru yağmuruna tutuldum. Perulu büyücüler kara büyü mü yapıyorlardı, yoksa ak büyü mü? Ben orta yolu seçtim, bizimkilerin ‘cholo’ büyüsünde, yani kırma büyüde uzman olduklarını söyledim. Kuşkusuz, bütün bu futbol dışı öğelerin PeruKamerun maçını gerçekten ‘büyüleyici’ kılacağını eklemeyi de unutmadım…” 1980’LERİN PELE’Sİ 19 Haziran 1982 günü yayımlanan “Maradona ve Kahramanlar” başlıklı yazısında ise, gencecik yaşında “tanrılaştırılan” Maradona’yı yorumluyor Vargas Llosa: “Belçika’yla oynanan açılış maçında silik bir oyun çıkardığı için, birçokları Maradona efsanesinin nereden çıktığını ve neden hâlâ sürdüğünü soruyordu. Oysa küçük yıldızın yeteneğini baştan sona konuşturduğu ArjantinMacaristan maçından sonra artık kuşkuya yer yok: Maradona, 1980’lerin Pele’si. Bu kadar da değil: İnsanların aslında kendilerine tapınmak için yarattıkları canlı tanrılardan biri Maradona.” O sıralar Maradona, Barcelona’ya yeni transfer olmuş. Vargas Llosa, bu transferden söz açarak sürdürüyor yazısını: “Maradona, çok kısa sürmesi kaçınılmaz bir dönem için, dünyadaki milyonlarca insanın gözünde, bir zamanlar Pele, Cruyff, Di Stefano, Puşkaş neyse o. Yine çok kısa bir süre için, futbolun cisimleşmiş hali, bu sporu simgeleyen kahraman. (…) Barsa’nın ödediği on milyon dolar, basit bir ölümlü için çok büyük para, ama bir efsaneyi satın aldıkları düşünülürse sudan ucuz.” MARADONA’NIN RESİTALİ Peki, Maradona nasıl oynuyor? Vargas Llosa gibi bir yazar nasıl bir yorum getiriyor onun oyununa? “Maradona’nın oyununu tanımlamak kolay değil. O kadar karmaşık bir oyun ki, tanımlarken kullanılan her sıfatın ayrıca anlamlandırılması gerekiyor. Soylu Pele gibi göz alıcı ve dramatik değil, ama en olmadık açılardan kaleye çektiği güçlü şutlarda ya da bir kısa pasla karşı konulmaz bir atağı başlatıverişinde o kadar etkili ki, onun, oyunu bireysel bir deha gösterisine (ya da, bir yorumcunun, Macaristan’a karşı çıkardığı oyundan sonra pek haklı olarak dediği gibi bir ‘resital’e) dönüştüren olağandışı bir oyuncu olmadığını söylemek büyük haksızlık olur.” KUTSAL CANAVARLAR Vargas Llosa, insanların çağdaş kahramanlara duydukları gereksinimden söz ederken, futbolcuların kahramanlığının kısa ömürlü olduğunu vurgulamadan edemiyor: “İnsanların çağdaş kahramanlara, tanrıya dönüştürebilecekleri varlıklara gereksinimi var. Bu, her ülke için geçerli. Kültürlü kültürsüz, zengin yoksul, kapitalist sosyalist, her toplum etten kemikten idolleri tahta oturtmak ve onlara tütsüler yakmak gibi akıldışı bir gereksinim duyuyor. Bugüne kadar politikacılar, askerler, film yıldızları, sporcular, dolandırıcılar, hovardalar, azizler ve amansız haydutlar popülerliğin sunaklarına oturtuldu ve kolektif bir tapıma dönüştürüldü. Fransızlar bunlara çok güzel bir söz bulmuşlar: ‘kutsal canavarlar’. (…) Ama futbolcular, hiç kuşkusuz, kitlelerin çılgınca tapınmasını korkunç bir silaha dönüştürebilen politikacılar ve askerlerden çok daha zararsız. Futbolcu tapımı, bir film yıldızının tanrılaştırılmasını kuşatan yüzeyselliğin zehirli havasını taşımıyor. Bir futbol yıldızına tapınma, onun yetenekleri sürdüğü sürece geçerli, yeteneklerin sönüp gitmesiyle tapınma da yitip gidiyor…” Bir futbolcuya duyulan hayranlığı, saf şiire ya da soyut resme duyulan hayranlığa çok yakın buluyor Vargas Llosa. Böylesi bir hayranlığı, ussal olarak tanımlanabilecek bir içerik olmadan, salt biçime duyulan bir hayranlık olarak görüyor: “Futbolun erdemleri beceri, çeviklik, hız, virtüozite, güç zararlı toplumsal tutumlarla ya da insanlıkdışı davranışlarla ilişkilendirilemez. O nedenle, madem kahramanlara gereksinim duyuyoruz, yaşasın Maradona…” ? G SHAKESPEARE’DE FUTBOL Dünya edebiyatının anlı sanlı yazarlarının futbola duydukları ilgiyi Shakespeare’e kadar götürebilirsiniz. Yine Galeano’nun kitabında okumuştum. Shakespeare, 1592’de kaleme aldığı Yanlışlıklar Komedyası’nda, bir karakterin yakınmalarını dile getirirken futboldan yararlanır: “Beni futbol topu mu sandınız? Bir o yana, bir bu yana tekmeleyip duruyorsunuz. Böyle sürüp gidecekse, beni deriyle kaplamanız gerekecek…” Eskiden, İngiltere krallarının, halk arasında hızla yayılan futbolu zaman zaman yasakladıklarını, ama bu “bulaşıcı hastalığın” yayılmasını önleyemedikleri biliniyor. Belli ki, bir zamanların İngiliz soyluları da bazen iki köyü birbirine düşüren SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1066