Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Münir Göle’den ‘Yırtık’ Zor zamanlar Münir Göle, son romanı Yırtık’ta üç erkeğin birbirine bir kadın aracılığıyla teyellenen öyküsünü anlatırken arka planda, hayatın farklı dönemeçlerindeki kahramanlarının zamanla ilişkisini sorguluyor. Ë Esen TEZEL nsanoğlunun, aslen kendi başının altından çıkmış olan zaman kavramıyla ilişkisi hiç bitmeyen bir sınav. Sonsuz bir boşlukta kaybolmamak adına kendimize çeşitli zaman dilimleri yaratır, var oluşumuzu bu dilimleri birbirine eklemleyerek bütünlemeye çalışırız. Bütünün çerçevesini çizerken elbette yaşadığımız toplumun ve çağın zaman ölçütlerini kullanırız; belli bir takvim, belli bir saat belirleme tekniği, belli bir zaman ölçme şekli gibi. Fakat kişisel bağlamda tabloyu tamamlamak için asıl ihtiyacımız olan, sahip olduğumuz “boş zamanlar”ın içini dolduracak bize özgü yaşantılardır. “Birkaç dakika önce” içtiğimiz su, “bir hafta önce” ettiğimiz kavga, “önümüzdeki ay” çıkacağımız tatil, “beş sene önce” tanıştığımız arkadaşımız, “on sene sonra” yerleşmeyi planladığımız yer işte bu şekilde ortaya çıkar ve bir araya gelerek hayatımızı oluşturur. Fakat bireyin zamanla ilişkisine sınav niteliğini veren asıl unsur bütün bunların ötesinde, söz konusu ilişkinin o birey nazarındaki değişkenliğidir. Deneyimlerimiz, zamanı anlamlandırış biçimimizi hiç durmadan değiştirir. bu karakterin panik içinde kendine bir “şimdi sığınağı” yaratmaya çalışmasının gayet geçerli bir nedeni var. Hayatın öyle bir dönemecine gelmiş ki, onun için artık ertelemelerden mürekkep bir gelecekten söz etmek imkânsız. Fakat biz okur olarak bunu anlarken, o da acı gerçeği görüyor: “Şimdi”nin kaydını tutmaya çalışmak bile o “şimdi”yi yakalamaya engel. Hayatımızın herhangi bir ânını yazıya dökmemiz, o ânın geçip gitmiş olmasını, “bir an önce”ye dönüşmesini gerektiriyor. Kitaptaki ikinci hikâyede bir başka adam, kısa bir süre önce ayrıldığı eski sevgilisinin dedikodusunu yaparak onun hakkındaki “iç açıcı” fikirlerini okurla paylaşırken, kadınerkek ilişkisinin özünde taşıdığı bütün zehri kanımıza zerk ediyor. İnsanlar genellikle eski sevgililerini hayırla anmaz; özellikle de zamanın sihirli gücü henüz beyindeki limbik sistemi soğutmamışsa. Adamın bu beş para etmez kadına yönelik aşağılamaları, küfür düzeyine varan hakaretleri, onu ve ondan yola çıkarak ailesini, arkadaşlarını, dahil olduğu sosyal zümreyi yerin dibine sokuşu başlangıçta okur olarak bize haince bir zevk veriyor. Ne de olsa kötücül yaklaşımlar, şahsımıza yönelik olmadığı sürece daima eğlencelidir! Fakat adamın anlattıkları birbirine eklenip arttıkça, tablo değişmeye başlıyor. Hikâyesinin başında okur olarak bütün saflığımızla ona inanmaya hazırken, bir noktadan sonra onun bu bitmek bilmeyen, adeta kendi içinde bölünerek çoğalan öfkesinin altında farklı kaynaklar aramaya başlıyoruz. Belli ki bu adam, yakın İ ŞİMDİ VE SONRA Münir Göle’nin üç ayrı bölümden oluşan sürükleyici romanındaki üç erkek karakter, her ne kadar kendi apayrı dertlerine dalıp gitmiş gibi görünse de, aslında onları birbirine bağlayan en önemli unsur, romanın “leitmotiv”i sayılabilecek olan kadın kahramandan ziyade, söz konusu erkeklerin üçünün de zamanı anlamlandırma konusunda son derece kritik bir noktaya, bir tür uçuruma gelmiş olması. İlk hikâyede, işinden yedi gün izin alan ki bu izni niçin almış olduğunu sonradan öğreniyoruz bir adam, günlük tutarak bu yedi günü kayda almaya karar veriyor. Bu süreçte, belki o zamana kadar hiç düşünmediği şeyler düşünüyor; gövdesini dinliyor, evindeki sessizliğin sesini dinliyor, kendisine nasıl bir insan olduğuna dair sorular soruyor, bölük pörçük anılara dalıyor, alışkanlıklarını ve gündelik hayatını sorguluyor, yer yer içsesini bastırmaya çalışıyor. Fakat bu adamın asıl amacı, “şimdi”yi yakalamak. Çünkü hayatı hep “bugün kalsın, yarın yaparım”lardan oluşan bir geleceği planlayarak geçmiş; çoğumuz gibi. Bir süre sonra, kendisi için bunun kesinlikle mümkün olmadığını fark ediyor; “şimdi”sini çoktan kaybetmiş olduğunu görüyor. “Benim şimdim bitimsiz, çünkü o şimdi’den yoksunum ben,” diyerek, insanoğlunun yarattığı, zamana dair kavramlardan en önemlisini ıskaladığını kendine itiraf ediyor. Birinci bölümün sonunda anlıyoruz ki, geçmişi değerlendirme konusunda ciddi bir sorun yaşıyor; ilişkisi kısa bir süre önce bitmiş birçok insanın karşı karşıya kaldığı, “psikolog onaylı” diyebileceğimiz dozdaki acı ve kızgınlığın ötesinde bir yerde duruyor. Aslında söz konusu kadından da fazla, o kadınla birlikte olan, hem de oldukça uzun bir süre birlikte olan kendisinden nefret ediyor. Göle’nin daha önceki yapıtlarından da aşina olduğumuz “kopmakopamama” ikilemi, altında yatan tüm duygusal ve zihinsel dinamiklerle birlikte bu hikâyede bir kez daha gözümüze çarparken, adam eski sevgilisinin onda su yüzüne çıkardığı ve aslen bu kadınla ilişki yaşamasını sağlayan kendi ucuz, adi, bayağı yanından tiksiniyor. Bir insanla birlikte olmak, o insanın bir parçasını ölene dek içimizde taşımayı peşinen kabul etmektir ve adam, ne kadar lanetle anarsa ansın, eski sevgilisini tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibi geçmişten alıp “şimdi”den geçirerek geleceğe taşıyacağını biliyor. MESAFEYE TUTUNMAK Üçüncü ve son hikâyenin baş karakteri, masa başına oturur oturmaz kendisine musallat olan tıkanıklığı aşarak romanında ilerlemeye çalışan bir yazar. Bu adamın kendi üzerine kapalı, alışkanlıkların belirleyici olduğu, ben odaklı dünyası, o dünyanın içine giren bir kadınla birlikte yavaş yavaş sarsılmaya başlıyor. Söz konusu kadın, artık bizim için tanıdık: Birinci hikâyede, “şimdi”yi yakalama derdindeki adam için teğet geçmiş bir aşkı, bir tür “kayıp zamanı” simgeleyen, ikinci hikâyede ise yakın geçmişteki eski sevgiliye saydırılırken karşımıza çıkan ve öfkeli kahramanımızın uzak geçmişte birlikte yaşadığı, hem hayatının kadını hem de çocuğunun annesi olduğunu öğrendiğimiz kişi: Chiara. Üçüncü adamın Chiara’yla ilişkisi, başlangıçta belli bir duygusal mesafe ekseninde şekilleniyor ve adam, kendisinin de çok doğru bir biçimde ifade ettiği gibi, “bu mesafeye tutunuyor.” Ne de olsa o güne kadar kimseye ihtiyaç duymamış, kimsenin hayatına karışmamış, kimseyi kendi hayatına karıştırmamış, hiç kimse için gündelik akışında en ufak bir değişiklik yapmayı aklının ucundan bile geçirmemiş. Bu kadınla ilişkisini de aynı mesafede sürdürebileceğini düşünüyor. Üstelik bir yandan da ondan, romanına ivme katacak bir ilham perisi olarak faydalanmayı kuruyor. Fakat hesaba katmadığı şu ki, zaman içinde derinleşen her ilişki, ilişkiye giren tarafların geçmişinin yükünü sırtlanmaya yazgılıdır; özellikle de bu yük ete kemiğe bürünmüşse. Chiara’nın bir çocuğu var ve adamın başlangıçta farkında bile olmadığı bu ufacık ayrıntı, kısa bir süre sonra bu ilişkinin geleceği konusunda ne kadar belirleyici olacağını açık seçik ortaya koyuyor. Çocuk sahibi olan her insan gibi Chiara’nın da önceliği çocuğu; çocuklu bir insanın hayatındaki en önemli kişi olmak asla ve hiç kimse için mümkün değil. O güne dek mutlu mesut şimdi’yi yaşayan adam, hayatında belki de ilk kez gözünü geleceğe diktiği noktada o geleceği oluşturup, paketleyip hazır olarak bir kenarda bekletmenin yolunu aramaya başlıyor. Çünkü ona göre, “geleceğe yönelebilmek için, şimdi’de bütün parçacıkların ekilmiş olması” gerekiyor. Yazısını “ilmek ilmek örerek” kitabında süratle ilerlerken, bir yandan da geleceği örmeye çalışıyor ve bu yolda attığı ilk önemli adım, kadına kendisiyle birlikte yaşamasını teklif etmek oluyor. Fakat kadın bu teklifi kabul ettiğinde, onun çocuğunu da büyük bir doğallık ve rahatlıkla çünkü kimin bir annenin çocuğunu kolunun altından ayırmamasına itirazı olabilir ki? beraberinde getireceğini düşünemiyor. Çocuğun gelişiyle birlikte doğal olarak adamın rahatı bozuluyor ve bu defa da geleceği dikenlerinden arındırmak üzere ikinci bir hamle yapıyor: Çocuğu bir yatılı okula göndermeyi öneriyor. Bütün çabası, kendi için keyfince kurmuş olduğu hayatın bir benzerini, Chiara’yla ikisi için kurmak yolunda. Bunu başaramıyor; çünkü ipler bu kez onun elinde değil. Gerçeği anlar anlamaz, geleceğe bakışı farklı bir boyut kazanıyor: Geleceğin olasılık zengini doğasını tüm netliğiyle görüyor, planları bugün onaylansa bile yarın hiçbir şeyin ya da belki bazı şeylerin planladığı gibi gitmeyebileceğini anlıyor ve kendisine şu hayati soruyu soruyor: Acaba bizzat vücuda getirmediğim bir geleceğe teslim olma riskine hazır mıyım? Bu soru, içinde bir tür özgürlük ihtimalini barındırmakla birlikte adam için, bugüne kadar varlığından bile haberdar olmadığı bir huzursuzluğun kaynağı haline geliyor. Görüldüğü üzere, romanın üç ana karakteri de zamanın gündelikten farklı bir biçimde tanımlandığı ve yorumlandığı dönemeçlere gelmiş erkekler. İlk karakter için şimdinin anlamı yokluk, ikincisi için geçmişin anlamı öfke, üçüncüsü içinse geleceğin anlamı risk. Hayatın hiçbir iniş çıkış içermeyen rutin dönemlerinde, zaman durgun akan bir sudur ve kendimizi akışa fazla kaptırırsak, o gün ayın kaçı olduğunu bile unutabiliriz. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği sorgulamaya ise, daha da az vakit ayırırız. Çünkü zaman üzerine düşünmeye, hatta zamanı saptamaya ihtiyacımız yoktur. Ancak hayat bir gün, can sıkıcı derecede sıradan bir insanın karşısına bile bir yol ayrımı, bir uçurum, hatta kendini sonunda boğazına kadar içine gömülmüş bulacağı bir bataklık çıkarabilir. İşte zamanın bizim için ne anlama geldiğini asıl bu kritik dönemlerde anlarız; tıpkı gerçekte nasıl bir insan olduğumuzu ancak acı çekerken anladığımız gibi.? Yırtık/ Münir Göle/ Yapı Kredi Yayınları/ 328 s. SAYFA 13 Münir Göle’nin üç ana karakteri de zamanın gündelikten farklı bir biçimde tanımlandığı ve yorumlandığı dönemeçlere gelmiş erkekler. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1066