Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ man biraz demode kalmıyor mu? Eski Yunan felsefesinden hareketle çağdaş şiiri anlamak ne kadar olanaklıdır ki? Yıllar önce bir arkadaşım biraz şaka yollu uyarmıştı beni. “Aristoteles veya Platon yerine biraz moda filozofları referans edinsen, daha fazla ilgi uyandırmaz mısın?” diye. Sorun referans meselesi değil tabii ki. Antik Yunan felsefesi aleyhtarlığı, temelde YahudiHıristiyan felsefe geleneğinin bir izleği. Postmodernizm de bu geleneğin bir versiyonu. Unutmamak gerekir ki moda olmakla felsefe aynı türden şeyler değil. Çağdaş felsefe veya çağdaş filozof derken, işaret edilen genellikle belli bir görüş, yani belli bir içeriktir. Oysa felsefe, görüş ve öğretide değil ama konu nesnesini gözden yitirmemekte, nesnenin neliğini ona uygun şekilde tanımlamakta, aynı türden olanı aynı bağlamda değerlendirmekte ortaya çıkar. O nedenle felsefeye, bir içerik değil, bir etkinliktir denir. Bence bunun en iyi yapıldığı yer de Antik Yunan felsefesi. Benim konu nesnem ise hangi şairin şiirini irdeliyor isem o şiirin bütünlüğüdür kuşkusuz. İçerik, bende değil, konu nesnesi edilen şiirin kendisindedir. Bir şiir bütünlüğüne yaklaşırken, benim herhangi bir fikirlerden oluşan bir görüşüm yok. Şiirle ilgili bütün bilgi şiirin içinde mevcuttur, referanslarıyla, atıflarıyla, bağlamlarıyla.. Bana düşen, onu betimlemek. Bir şiirin, ne ölçüde çağdaş olduğu sorunu da, çağdaş filozoflara göre değil, çağdaşlığın kriterlerine göre belirlenir. Örneğin feminist kuramın bilgisel kazanımlarını içselleştirmemiş, erkek egemen bir söylemi dile getiren toplumcu gerçekçi bir şiirin çağdaşlığından söz edilebilir mi? “İLGİLENDİĞİM METİN, ŞİİRİN KENDİ VARLIĞI” Kitabın altbaşlığı “Türk Şiirine Felsefeyle Bakmak” adını taşıyor ama şiire felsefeyle bakmanın ne demek olduğuna ilişkin teorik bir yazı da yok bu kitapta. Neden ikinci başlık? Bu kitap da Felsefi Şiir adlı kitabımda olduğu gibi dergilerde yayınlanmış yazılardan oluşuyor. Bin sayfa civarındaki yazılarından seçilerek oluştu. İçinde, üç ay önce yayınlanmış yazı da var ama on yedi yıl beklemiş yazı da. Bununla birlikte bu derleme yazılardan oluşan bir kitap değil, kendi içinde belli bir bütünlüğü var. Bu bütünlük, bakış tarzından, irdeleme tarzından, yani izlenen yöntemin birliğinden kaynaklanıyor. Tek tek şairlerin şiirlerinin irdelendiği yazılarda da durum bu, belli bir sorunsal çerçevesinde, belli imgelerin neliğinin irdelendiği yazılarda da durum aynı. Kuşkusuz, şiire felsefeyle bakmak ayrı bir şey, şiire felsefeyle bakmanın ne demek olduğu ayrı bir şey. Şiire felsefeyle bakmanın ne demek olduğunu, eşiksözde belirttiğim gibi, yazmakta olduğum ve “Eleştirinin Ontolojisi” adını vereceğim kitabımda irdeliyorum. Altbaşlık meselesine gelince, öncelikle söylemek gerekirse ben başlangıçta, şiire felsefeyle bakacağım, felsefeden hareketle şiiri irdeleyeceğim diye yola çıkmadım. 1989’dan beri, kesintisiz olarak yazıyorum. Bugün geldiğim bu noktada, yazdığım bu toplama baktığımda ve o toplamdan bir seçme yaptığım halde onun bir bütünlük içinde görülmesini sağlayan şey felsefi bakış. Neden ikinci bir başlık? Bunun için benim net bir şey söylemem pek mümkün değil gibi. Felsefi Şiir’in de, “tinsel poetika” diye bir alt başlığı vardı biliyorsu nuz. Ama şu kadarını söyleyebilirim. Üst başlık, benim durumunu dile getiriyor: Şair kritiğin toprağında gibi. Alt başlık ise, bakış tarzımın durumunu dile getiriyor. Zihinsel dedektiflik diye bir kavram geliştiriyorsun. Şiirsel imgelemdeki kurmaca kişilerin zihniyetlerinin ne olduğunu irdelerken, şairin şiirinin dışındaki söz ve eylemleri, onların zihniyetini anlamada bir veri değil midir? Çünkü özellikle kitabının ikinci bölümündeki yazılarında böyle bir alt katman da söz konusu. Ben “şiirsel imgelem” yerine “şiirin tinsel evreni” ifadesini kullanıyorum, “kurmaca kişi” ifadesi yerine de “şiirin tinsel evreninde konuşankişi” ifadesini kullanıyorum. Öncelikle şunu söylemeliyim. Benim asıl ilgilendiğim metin, şiirin kendi varlığı. Şairin hayatıyla, eylemleriyle veya sözleriyle ilgilenmiyorum. Özellikleri şairlerin sözleri, yani demeçleri, özellikle son yıllarda, asıl problemlere yanıt vermekten, hakikati dile getirmekten çok stratejik bir kaygı taşıyor. Şimdi şöyle bir fenomen var. İkinci Yeni’den sonra gelen hemen hemen bütün şairler, istisna çok azdır, edebiyata girişini veya edebi çıkışını siyasal ya da ideolojik kimliği üzerinden yapmıştır. 80’de, edebiyata girişlerini, şiirleri üzerinden değil, eşcinsel veya lezbiyen kimlik üzerinden yapan şairler de söz konusu. Şiirin kendisinden kaynaklanan bir okur kitlesi değil bu, siyasal kimliklerden kaynaklanan bir hedef kitle söz konusu. Burada bir sorun var mı, benim açımdan poetik bir sorun var ama o ayrı bir sorun. Ama asıl sorun, onlar açısından aşılmaz sorun şurada ortaya çıkıyor. Türkiye toplumu, iktisadi ve toplumsal, siyasal ve ideolojik dönüşümünü, İkinci Yeni’den sonraki yıllarda yaşadı son elli yıl içinde. Şimdi, son yıllarda çok daha net görülüyor, belli bir siyasal kimlik üzerinden edebiyata giren şairlerden bazıları, toplumdaki ideolojik dalgalanmaya paralel olarak, kendi ideolojik kimliğinde de bir değişime giriyor. Solculuktan İslamcılığa sonra milliyetçiliğe evrilmek veya solculuktan liberalizme, oradan fetullahçılığa evrilmek ya da toplumcu gerçekçilikten dinsel çevrelere referansta bulunan belirsiz bir kimlik şiirine evrilmek gibi. Söyleşilerde açığa çıkan strateji, stratejik kaygı dediğim, işte bu evrilme durumunu gizlemeye yönelik geliştirilen stratejiler. Bugün Türk şiir eleştirisinin, şiir kritiğinin demiyorum dikkat, önündeki en önemli sorunlardan biri bu. Söz konusu şairin şiirini bu ideolojik kamufleyi hesaba katarak mı yorumlayacak, ki böyle yorumlayacak ise hangi ideolojik kamufleyi hesaba katacak, 70’lerde toplumcu gerçekçi kamufleyi mi yoksa bugün dini çevrelere seslenen ideolojik kamufleyi mi? Şaire sorarsanız o artık geçmişteki ideolojik kimliğinin dile getirilmesini istemiyor, örneğin kendisine “komünist şairdi” denilmesini istemiyor, kızıyor adam. Eleştiri, bu ideolojik kimlikleri hesaba katacak mı, katmayacak mı? Bu kimliklerin bir önemi yoksa yani söz konusu şairin şiiri ile bu kimlikler arsında varlıksal bir bağ yoksa o halde neden, şiirleri üzerinden değil de, bu kimlikler üzerinden çıkış yapıldı? Son bir soru, neyden ödün vermezsin? Parrhesia’dan, doğruyu söylemekten ödün veremem.. ? Kritiğin Toprağında/ YücelKayıran/ Yapı Kredi Yayınları/ 352 s. SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1066