27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mustafa Mutlu ile ‘Rica etsem Saçımı Okşar mısınız?’ üzerine Biz gibi bir roman... Gazeteci yazar Mustafa Mutlu’nun ilk romanı ‘Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız?’ bizi anlatıyor. Romanı yaşar gibi yazdığını söyleyen Mutlu’nun kitabının bu bağlamda en önemli özelliği, romandaki onlarca kahramanın ve öykünün hiçbirinin önceden kurgulanmaması. Saç okşama metaforuna gelince; günümüz insanının, doğasından gelen gereksinimlerini karşılamakta ne kadar zorlandığını anlatıyor, modern toplumların kronik hastalığı yalnızlaşmaya sıkı bir gönderme niteliğinde ele alınıyor. Mutlu ile Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız? üzerine söyleştik. Ë Gamze AKDEMİR azetecilik ve edebiyat... Yakın olduğu kadar uzak da düşebilen iki alan. Zülfü Livaneli sunuş yazısında, sizin bu noktada iki alanın yakınlığını nasıl içselleştirdiğinize işaret ediyor. O nedenle ilk soruda romanınıza, yazına yaklaşımınızı daha doğru açabilmek adına gazeteciliğinizi irdelemek istiyorum. Bir yazıyı, bir metni kaleme alırken neleri gözetir, neleri asla atlamaz, yönünüzü nasıl tayin edersiniz? Yazınsal bir metinle haber, söyleşi, köşe yazısı gibi gazetecilik teknikleri arasında sizin de söylediğiniz gibi büyük fark var. Yazınsal metinlerle beslenmek, iyi bir gazete metni yazmanın olmazsa olmaz koşullarından. Bu, cinayet haberi yazan bir polis muhabiri için de geçerli, köşe yazarı için de. Gazetecilerin iyi bir şiir, roman, öykü okuru olmaları bana göre zorunludan da öte. Gazete yazılarımda önce anlaşılır olmaya, yani derdimi en doğru ve kestirme yoldan anlatmaya çalışırım. Sonra işlediğim konuda mutlaka farklı bir yöne dikkat çekmeye çalışırım ki yazımı okuyanlar yeni bir bakış açısı bulabilsin. Ne yazık ki bunu yapabilmek; sanıldığından çok daha zor. Bazen altı satırlık bir yazı için günlerce araştırma yaptığımı, onlarca insanla konuştuğumu bilirim ve yine benim gazete yazılarımın olmazsa olmazlarından biri de şeffaflık. Suya sabuna dokunmaktan, taraf olunması gerektiğine inandığım konularda açıkça taraf olmaktan çekinmem. Kötüye kötü, iyiye iyi diyemediğim tek bir yazım bile yok ve gazete yazıları gerek biçemiyle, gerekse içeriğiyle mutlaka “gerçek” olmak zorunda. İşte bu kaygılar, gazete yazılarımın yönünü tayin eder. ‘YAŞAR GİBİ YAZDIM’ Kitabınızda da belirttiğiniz gibi kendinizi bildiniz bileli yazıyorsunuz. Önce mektuplar, sonra kendiniz için şiirler, şarkı sözleri, öyküler. Binlerce haber, köşe yazısı... Ben de gazeteci olduğumdan bilirim, huyumuzdur “ertelemek...” Romanı, öyküyü, şiiri. Bu anlamda şeytanın bacağı nasıl kırıldı? Aslında gazetecilik bana şiiri de öyküyü de romanı da erteletmedi. Hem okur hem de yazar olarak 30 yılı bulan meslek hayatımın her döneminde yazınsal eserleri okumaktan da kendimce yazmaktan da geri durmadım. Evet, Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız? yayımlanan ilk romanım. Ama ben öyle istediSAYFA 6 G Hatta, belki bir yazarın asla söylememeğim için oldu bu, yoksa bu otuz yılda si gereken bir şey ama bazı öyküler, yayayına hazır hale getirdiğim ama kitaplızarken benim kontrolümden çıktı ve ğımın raflarına kaldırdığım çok sayıda kendi istediklere yere gitti. Yani yaşar denemeye imza attım. Kimi zaman şiir gibi yazıldı o satırlar, tıpkı hayat gibi. oldu bunlar, kimi zaman roman. Ama Hayatı nasıl kontrol edemiyorsak, ben yayımlama aşamasına geçmek için önce de bu kitaptaki karakterleri ve yolcuyazdıklarımın yayımlanabilir bir biçeme lukları kontrol edemedim. Bana bile isve içeriğe erişmesini yani olgunlaşmasıyan edip “Sen sadece yaz, biz ne yapanı bekledim. Roman, öykü, şiir okurucağımızı biliyoruz” dediler! Bu nedenle nun karşısına “ham” bir kitapla çıkmak sizin de söylediğiniz gibi tam da bizden istemedim, çünkü kitaba hissettiğim insanlar oldu o karakterler. Bizim kadar kutsi duygular buna engeldi. Türü ne çılgın, bizim kadar alıngan, bizim kadar olursa olsun iyi bir yazının gizemi, önce duygusal. yazarın kendisini ve yazdıklarını acımasızca eleştirebilmesidir. Ben gazete yazıSEÇİCİ OLMANIN BEDELİ larımda da yazınsal arayışlarımda da bunu fazlasıyla yaptım ve yapıyorum. As Saçın okşanması metaforu... Neden lında Rica Etsem Saçımı Okşar bu kadar önemli ve neyi temsil ediyor? mısınız?’ı yayımlamak için de kendimi En çok hangisi; yalnızlık, uzaklık, usançok fazla zorladım. Ama bu kitap beni mışlık, sosyal bir varlık olan insanın baaştı. Kitap yayımlanalı yaklaşık bir ay tasıca doğası? oldu ve ilk geri dönüşler, kitabın önünü Modern toplumların bana göre en kesmemekle doğru yaptığımı gösteriyor. önemli ve acil tedavi gerektiren hastalığı Sokaklarda insanlar; hayalnızlaşma. Feodal toplumlarda yatına, birbirine değerek deinsanlar ne kadar iç içe ve birlikvam eden insancıklar... Gözteyse modern toplumlarda ise o lem üstüne gözlemle bezeli kadar ayrı ve yalnız. Ekonomik bir romanın koridorlarındabağımsızlığını sağlayan, okuyarak yız. Çiçekçi, çocuk, manken, “ben”i keşfeden insanların kazatezgâhtar hepsi satırlarda benımlarının bedeli “yalnızlaşmak” zeniyor, düş oluyor, ses oluoluyor. Daha seçiçi olmanın doğal yor, fon oluyor, öykü oluyor bir sonucu bu belki de. Yalnızlabirbirlerine sıralarını devreşan insanlar da bazı duygularını derek. Sıradan hayatın, sıraçok daha zor dile getirebiliyor. dan alışkanlıklarımızın tahakkümündeki hayatımızdan olağan kesitler, ben, sen, o, hepimizin müştereki, olağanlıkları, arada sıyrılan olağandışılıklarımız, cesur, alışılmadık, ayrıksı, sürüden ayrı kararlarımız ve hareketlerimizle bizler. Bu roman her şeyden önce bunun rafinesi diyebilir miyiz? Değerlendirmeniz bana yapmak istediğim şeye yaklaştığımı gösteriyor; bu soruyla bana bu duyguyu yaşattığınız için çok teşekkür ederim. Bu kitabın en önemli özelliği, romandaki onlarca kahramanın ve öykünün hiçbirinin önceden kurgulanmaması. Okuyunca her şey kurgulanmış gibi geliyor ama aslında ben bu romanı yaşar gibi yazdım. Kahramanların tamamına yakınıyla ben de yazarken tanıştım. Birçoğuna ben de kızdım, tepki gösterdim ya da hayran oldum. Cesaretle Mustafa Uysal,modern toplumların en önemli ve acil tedavi ri karşısında ben de şaşırdım. gerektiren hastalığının yalnızlaşma olduğunu vurguluyor. “Saç okşama” metaforu, günümüz insanının, doğasından gelen gereksinimlerini karşılamakta ne kadar zorlandığını anlatıyor. Günün karmaşası ve harmanında milyonların birlikte dövüldüğü siyaset hep sezilecek denli mevcut satırlarda... Türban oluyor, aykırı görüşlerin çatışması oluyor, sonra milli şuur oluyor, bayrak oluyor, eylem, slogan, döviz, çığlık oluyor... Tandoğan’da, Anıtkabir’de buluşuyoruz ardından, memlekette bir şeyler oluyor da oluyor... Halkın koyun olmadığı cümle âleme ilan ediliyor... Derken Cumhurbaşkanı gözüne baka baka gelip çöküveriyor koltuğuna, sancılar, sancılar... Evlerimiz didik didik aranıyor sonra... Başyazarımız içeri alınıyor... Sorgulanıyoruz cümle âlem... Güven çöküyor da çöküyor... Adı roman, içeriği yakın tarih oluveriyor romanınız. Gazetecinin kalemi romancının kalemini dürtmeye başlıyor... Kaleminizde yaşadığınız bu tatlı itişmeyi anlatır mısınız? GAZETECİ VE YAZAR OLMAK Bu yazınsal bir ürüne yönelen her gazetecinin seve seve içine gireceği tatlı bir çekişme aslında. Otuz yıla yakın bir süredir hep “insan”la uğraşan, ülkesinde olup bitenleri yakından izleyen biri olarak, bu birikimlerin “yaşam”ın anlatıldığı bir kitaba büyük zenginlik kattığını düşünüyorum… Tandoğan’da ben de vardım. İçeri atılanlar arasında benim de meslektaşlarım var… Benim de haksız yere aynı şeyleri yaşama korkusuna kapıldığım dönemler oldu… Ben de hak etmediğim bir siyasi anlayış ve kadro tarafından “yönetildiğimi” düşünüyorum ve bir gazeteci olarak sahip olduğum bu duygu ve birikim zenginliğini, romanımda kullanmaktan kaçınmayı aklıma bile getirmedim. Tam tersine, biz gazeteci yazarların, diğer yazarlardan en önemli farkımızın bu olduğunu düşünüyorum. Bir bürokrat tiplemeniz var ki bir çırpıda herhalde 10 isim bulunur aynıyla vaki. Ülkenin gidişatından duyulan huzursuzluğu simgesel yansıtmada en ehil enstrümanların başında bürokratlar gelse gerek... Kitabınızın en üstünde durduğu nokta için “çelişkiler içinde boğuşan insancıkların hali ahvali” desem yanılmış olur muyum? Çok doğru bir tanı koymuş olursunuz. Öyle değil miyiz gerçekten? 12 Eylül’den önce Marksist literatürü bir çırpıda döktürüveren solcularımız, duruma ve zamana göre önce sosyal demokrat, sonra liberal, sonra da muhafazakâr olmadı mı? Otuz yıl öncenin sosyalistleri arasında bugün tarikat yuvalarına gidip çevre edinmeye çalışan dönekler yok mu? Umre turizminin en büyük şirketlerinin sahiplerinin çoğu, bu anlattığım yolculuktan geçmiş insanlar değil mi? Bugün bu ülkenin insanlarının belki de yarısından fazlası o ya da bu nedenle bir “döneklik” iç hesaplaşma yapmak zorunda kalmadı mı? Daha açık söyleyeyim; bugün ülkenin neredeyse tamamının karşı çıktığı ve ilkel bulduğu anayasaya, 12 Eylül’den hemen sonra yüzde 93 gibi müthiş bir oranla “Evet” diyen biz değil miyiz? İstesek de istemesek de gerçek bu ve hepimiz er ya da geç, tıpkı romanımdaki karakterin yaptığı gibi bu insani hesaplaşmayı yapmak zorundayız! ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız?/ Mustafa Mutlu/ Doğan Kitap/ 222 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1063
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle