22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gore Vidal’den ‘Kent ve Tuz’ ‘Sağlıklı’ insanlara ‘anormal’ kitap Yayımlandığı yıllarda ABD’de büyük tartışma yaratan ve sonrasında Gore Vidal’i yazarlığa ara vermeye kadar götüren, Amerikan edebiyatının eşcinselleri anlatan ilk romanı Kent ve Tuz, kahramanları Jim ve Bob’un “sıra dışı” ilişkisi ile ardından iki arkadaşın hayatında meydana gelenleri anlatıyor. Vidal’in, yirmi bir yaşında kaleme aldığı roman, Amerikan edebiyatındaki önemli dönüm noktalarından biri olma özelliğine sahip. Ë Ali BULUNMAZ azı kitaplar okuyanın bazıları da onu yazanın başına dert açabilir. Kimileri böyle kitaplar yüzünden bazen mahkemelerde bazen de toplum önünde hesap verdi. Bu da yetmedi, yıllar boyu boyunlarındaki yaftayla dolaştı. Gore Vidal’in de buna benzer bir öyküsü var. Kent ve Tuz, Vidal’i yargılamak, onun getirdiği yeniliği alaşağı etmek isteyenler için “fırsat” yarattı. Peki, Vidal bu kitapla ne gibi bir özgünlüğün kapısını araladı? Kent ve Tuz’un temel özelliği, Amerikan edebiyatındaki ilk eşcinsel aşk romanı olması. Eşcinselliği “hastalık” diye nitelendiren son derece “sağlıklı” ve “normal” insanların bulunduğu dünyamızda, bu bile Vidal’e karşı ateşler yakmaya yetmişti. Kent ve Tuz ile eşcinselliği, eşcinsel aşkı romana sokan Vidal, “sağlıklı” Amerikalılar tarafından cezalandırıldı. Öyle ki, bu kitabı izleyen romanlarının satışı son derece komik rakamlarda kalınca, roman yayımlamayı bıraktı. Canını sıkarak insanları kışkırtmayı bir biçem olarak seçen Vidal’in bu küskünlüğü 1964’teki Empire’ı yazana kadar sürdü. Vidal’i Vidal yapan en önemli şey, hiçbir pisliğin üzerini örtmemesi. Bu huyunu, onun vatanseverliğiyle de eşleştirebilirsiniz doğru bildiğini söyleme kaygısıyla da. Hani el yakan bir adam desek, Vidal’i yanlış tanımlamış olmayız. Komünizmin “en azılı düşman” sayıldığı 1960’larda Liberal Parti’den senatör adayı olup, meydanlarda Çin’i destekleyen ve Pentagon’un gelirlerinin düşürülmesini savunan açıklamalar yapması buna güzel bir örnek. Politikada da edebiyatta da dilinin ayarı kaçık bir adam olarak nam salan Vidal, pek çok şeyin yeniden yorumlanmasını da sağlar. Buna tarihi romanlarında rastlayabiliyoruz. Kısacası Vidal, zihinleri ters yüz etmekle ünlü. Kent ve Tuz da, böyle bakıldığında Vidal’in o eşsiz çabasının ağır bir ürünü. KOVALAMACA Vidal, romanın tekdüze ve tamamen ahlaki aldatmacalarla dolu Amerikan yaşantısına bomba gibi düşeceğini hesaplamıştı herhalde. Kahramanlar Jim Willard ve Bob Ford da bu anlamda ustaca kurguladığı iki karakter. Willard, zengin değilse bile, klasik orta sınıf Amerikan ailesinin üyesi bir genç biçiminde çıkıyor karşımıza. Bob Ford ise babasının Willard’la görüşmesine sıcak bakmadığı, okulda kızların ilgi gösterdiği “Büyük Âşık” lakaplı bir genç. İkilinin lisedeki arkadaşlıkları, aniden başka türlü bir şeye dönüşünce, tuhaf mutluluğun yerini sorgulamalar ve küçük tedirginlikler alır: “Doğru değil”, “olmaması gereken şey…” Çünkü olanlar; Bob ve Jim’in “başına gelenler”, “normallerin” dünyasında yaşananlardan farklıdır. İkisi de çemberin dışına çıkıp, o güne kadar yabancı oldukları bir yola girer. Yol demişken, Bob’un açık denizlere doğru başlayan yolculuğunu not edelim. Önce Bob, arkasından da, onu bulma umuduyla yollara düşen Jim. Her ikisinin de açık denizin kollarına düştüğü satırlarda Vidal, romanı aşktan arayışa doğru kaydırır. Jim’in Bob’u arama yolculuğu, ona yeni bir dünya ve insanların da kapısını açar. Bu, başka şehirlerde yaşanacak bir dolu macera demektir. Ancak sözü geçen macera, Jim’in uzun zamandır “peşini bırakmayan” bir “sorununu” yine su yüzüne çıkarır: Kızlarla arasında soğuk bir duvar vardır; bu duvar, gezip dolaştığı pek çok limanda sürekli karşısına dikilir. Vidal, okuru merakta bırakmaz o anda: “Olması gereken şey olmak üzereyken, Bob’un görüntüsü kızla arasına girmiş, yapacakları şeyi müstehcen ve imkânsız kılmıştı. Ne yapmalıydı? İsGore Vidal B tese de silip atamayacaktı Bob’un hayaletini. Ama bu insanlık tarihi kadar eski ve gerekli ikili oyuna katılmadan, erkeklerle kadınların dünyasında ayakta durmanın zor olacağının da farkındaydı. Katılabilecek miydi bu oyuna? ‘Evet’ dedi, ama başka koşullarda.” Vidal’in, Jim’in ruh haline ilişkin de birkaç sözü var: “Nehir kıyısındaki o güneşli günde, Bob’un güneş ışığında boğulmuş görüntüsü dışında tarihsizdi. Belleğinde, babası uzak bir lekeydi; annesi de; ikisi de kül rengi, gölgeler içindeydi. En karanlık ve belirsiz olan da denizdi.” Jim’in kafasında yeniden bir yolculuk şekillenir. Gemiden sonra çalışmaya başladığı tenis kulübünü dolduran aktör ve aktrislerin mekânı olan Hollywood, Jim’in rüyalarındadır artık. Roland Shaw da bu rüyanın kilidini açacağını düşündüğü bir anahtardır onun için; Bob aklındayken kendini Shaw’a isteksizce bırakır. Hollywood’un kapısı, Jim için yeniden başka bir evrene açılmak demektir. Vidal, bunu şöyle sezdirir: “Kapının ardında başka bir dünya vardı, ahalisi kostümlü figüranlar, idareciler, teknisyenler ve işçiler olan bir dünya. Aynı anda yirmi film birden çekiliyordu. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu.” Jim, hayatındaki tüm harekete, sürüklenişe ve edindiği pek çok deneyime rağmen sık aralıklarla Bob’u düşünür. Acaba o da, kendisi gibi bir hayat mı sürüyordur? Hedefsiz, içinden geldiği gibi yaşamaktan memnun, ertesi günün yeni bir gün olacağını düşünen ve bu halinden hoşnut olan Jim’in kafasını kurcalayan bir sorudur bu. AKILDIŞININ ZAFERİNE KARŞI Aşkın nasıl bir duygu olabileceğine ilişkin sorgulama da aynı günlerde Jim’in aklına düşer. Bir bakıma Bob’un kendisidir aşk; Vidal bunu, şu şekilde aktarır: “Jim aşk denen şeyin ne olduğunu bildiğinden pek emin değildi. Bob için hissettikleri gibi bir şey olmalıydı, sanki Bob’un yanında olmayışı o duygunun bir biçimde tertemiz kalmasını sağlıyormuş gibi yaşı arttıkça daha da güçlenen bir duygunun. Bir de dile getirilemeyen bir şey olmak gibi bir erdemi vardı aşkın, tamamen kendisine ait bir sırdı.” Aşk sorgulaması, yolculuklar, Bob’u arayış ve bu sırada herkesi içine çeken savaş… Jim’in orduya katılma kararı tam anlamıyla yeni bir hayat demektir. Ordudaki ilk günleri zor geçer. Çünkü eşcinselliği, sivil yaşamdaki gibi bazen ona güç anlar yaşatır. “Normal” askerler arasında “anormal” biri olmak, nereden bakılırsa bakılsın, katlanması hayli emek isteyen bir şeydir. Jim’in isteği Bob’u bulmak. Zaten Vidal, roma nın çeşitli bölümlerinde bunu sık sık vurguluyor. “Bob’u bulup, o gün nehir kıyısında başlayan şeyi tamamlayacak” gibi cümleler gözümüze takılıyor. Hayatının çeşitli zamanlarında Shaw ya da Sullivan ona eşlik etse de Jim’in aklında hep Bob var, bir de nehir kıyısında başladıkları işi sonlandırmak. Jim, annesinden Bob ve hamile eşinin şehre geldiğini haber veren mektubu alınca biraz sarsılır, çünkü yıllardır görmeyi arzuladığı Bob nehir kıyısındakinden farklıdır. Jim kendini değişime inandırmamak için aklından türlü şeyler geçirir. Eve dönüp annesiyle yüzleştikten sonra ona gerçeği söylemek ister. Lafın dönüp dolaşıp “doğal sürece” dayanması Jim’e bunu düşündürür. Özgürlüğün cesaret gerektirdiği fikri Jim’in zihninde çalkalanır öbür taraftan. Peki, ya Bob; nasıl olmuştu da evlenmişti? Jim, her şeye karşın umutludur, Bob’la ilişkisinin süreceğine kendini inandırır. Uzun zaman sonra Bob’la karşılaşınca gerilimi de artar. Belleğinde onun görünüşünü unuttuğunu da fark eder. Denizcilik üzerine konuşmalar, Jim’in zihninde parıldayan geçmişe geri dönüşler ve evliliğe dair lakırdılar, Jim ile Bob’un karşılaşmalarının ilk dakikalarını doldurur. Nehir kıyısı ve kulübe Jim’in he aklındadır; bunlar onu tetikte tutar. Ancak yumruk gibi; hatta ondan daha sert biçimde verilen tepki Jim’de derin bir iz bırakır. Fakat Jim, zorla da olsa, arkadaşlıklarının bozulacağını bile bile istediğini elde eder. Ne nehir kalır ne de kulübe; Jim’in içki içtiği bar dahi kapatmak üzeredir, denize karışacak bir nehir gibi yola koyulur. Vidal romanda, bir bakıma “doğru” ve “yanlışı”; “doğru” ve “yanlış” kabul edileni açığa vururken, bunlara dönük derin şüphelerle okuyucuyu baş başa bırakıyor. Her ne kadar bazıları için rahatsız edici bir konuya yoğunlaşsa da anlatımının edebi rengi hiç yorucu ve bunaltıcı değil. Pek çok insanın hayatındaki olağanlığı, son derece zor bir şekilde, yani yalınlıkla ifade ediyor. Vidal, Kent ve Tuz’la ilginç ve o güne kadar denenmemiş bir yola saparken, yaptığı çok daha önemli bir şey var: Zamanında bu kitap yüzünden eleştirildiğinde, kendi üslubuyla verdiği yanıt dikkate değer. Romanına yönelik eleştirilere eklenen ve Vidal’in eşcinsel olduğunu imleyen ifadeler için o, “Amerika’nın insanları sınıflayan tuhaf yapısının harekete geçtiğini” söyler. Kişileri “eşcinsel” ve “heteroseksüel” biçiminde ikiye bölen bu yapı Vidal’e göre “akıldışının zaferi”dir. Kent ve Tuz, bu galibiyete çomak sokan ve her şeyi; ya da hiç olmazsa olan bitenin önemli bir bölümünü ortaya serdiğinden, zamanında bu kadar sıkıntı yaratmış olamaz mı? “Sağlıklı” insanların, “normal” hayatlarına bir parça “anormallik” serpiştiren Vidal, romanıyla kişileri rahatsız etme amacına ulaşmış görünüyor.? bulunmazali@hotmail.com http://bulunmazali81.blogspot.com Kent ve Tuz/ Gore Vidal/ Çeviren: Fatih Özgüven/ Helikopter Yayınları/ 212 s. SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1059
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle