Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
T L 23 ŞUBAT SALI ondra İstanbul uçağında Türkçe konuşulduğunu pek duymadım; hiç Türk yok gibiydi. Türkler Türk olmaktan, Türk sanılmaktan, utanıyor mu, nedir? Uçak İstanbul’a inince Türkler ortaya çıktı; Türkçe duyulmaya başladı. Yine uzun süren, insanı serseme çeviren bir yolculuktu. Yol boyunca farkları düşündüm. En büyük fark, yüzlere yansıyan duygulardaydı sanki. ABD’de huzur, özgüven; Türkiye’de tedirginlik, öfke… Böyle duyumsamakta bir Amerikan kasabasından geliyor olmamın da etkisi var kuşkusuz. İnsanlar rahat, yüzlerde hep bir gülümseme. Ekonomik kriz orada da var; ama gündelik yaşamı pek etkilemiyor gibi. Belki de eğlenme olanaklarının kısıtlılığı daha gergin yapıyor bizi. Başka bölgelerde de böyle midir, bilmem; benim bulunduğum bölgede her kasabada haftanın bir gecesi, bir çeşit pazar kuruluyor. Yeme içme ve eğlence pazarı… Dev mangallarda etler pişiriliyor, bir yanda Akdeniz mutfağı, karşıda Meksika, öte yanda Çin, burada Japon yemekleri… Yaş sebze meyve tezgâhları. Bir sokağın başında tuhaf giyimli bir adam, bilmediğim bir müzik aleti çalıyor. Çevresinde toplananlar alkışlarla eşlik ediyorlar ona. Başka bir yerde küçük bir orkestra kurulmuş. Kalabalıktan sıyrılan kızlı erkekli küçük gruplar bir süre o müzikle dans ettikten sonra ayrılıp gezmeye devam ediyorlar. Çoluk çocuk herkes neşe içinde. Rahatlamış olarak dönecekler evlerine, ertesi gün işlerini daha iyi yapacak, bu arada gülümsemeyi de ihmal etmeyecekler. Belki de en büyük eksiğimiz budur: Eğlenemiyor olmak. Yalnızca geriliyoruz biz, gerginleşiyoruz; en küçük bir esintide çığlığa benzer sesler çıkaran elektrik tellerine dönüyoruz ya da basınçlı buhar kazanlarına. O buharı hafifletecek supaplarımız yok. Sonra kimi yerlerde, düğünlerde, futbol karşılaşmalarının sonunda buhar kaçakları oluyor. Sevinçlerimiz silah olup havaya sıkılıyor. Sevinmeye çalışırken onarılamaz acıların batağına düşürüyor bizi. ürkçe Günlükleri FEYZA HEPÇİLİNGİRLER yeni bir sevinç olacaktır nasılsa. “Bir trende gidiyorum.” diye başlayan “Yol Yorgunu” öyküsünü Eskişehir Ekspresi’nde okumak ayrı bir zevk oldu bugün. Az önce okuduğum öykünün etkisi o kadar baskındı ki aldığım çayın, sıcaktan yamulan kaşığı, plastik bardağı, ipli, kâğıtlı poşeti, yapaylığını her zamankinden çok daha yüksek sesle bağırdı sanki. Değişen, değişirken insandan uzaklaşan bir dünyayı anlatıyor Nalan Barbarosoğlu; ama bunu, anlatımıyla o katı gerçekleri yumuşatarak, tüllere sararak yapıyor. Modern diye can atılan yaşamın insanı nasıl yalnızlaştırdığını, “ihtişamın sefilliği”ni anlatıyor: “Herkes ne kadar huzurlu ışıklı vitrinlerin önünde; gelenlerle gidenler birbirilerine bu kadar bakmazken, vitrinlerin önünde durup cansız mankenlere, incik boncuğa hayatlarında ilk kez görüyorlarmışcasına uzun uzun bakıyorlardı.” Barbarosoğlu’nun öykü kişileri, birbirilerini görmeyen insanların oluşturduğu bu kalabalıkların içine “kaçıyor”, orada saklanıyor. “Asfalt, şehrin kuytularına kadar uzanan siyah smokinli bir ölümdü nice zamandır” dendiğinde daralan ruh, kırlara açıldıkça ferahlar; ama medeniyetin çelik kuşları yılkı atlarının huzurunu bozmaya kadar vardırmıştır işi: “Yılkı atları ıssız dağ yamaçlarında üstlerinden geçen çelik kuşların gürültüsünden ürküp birbirinin üstüne çıkıyor.” Ancak o çelik kuş gittikten sonra doğal rengine, kokusuna bürünecektir atlar: “Çoğunun parlaklığını yitirmiş kıllarının arasında nice bağbozumunun tozu, toprağı, nice harman sonrasının anız kokusu.” Süslemekten başka amacı olmayan süs, hemen gösterir kendini, sırıtır. Nalan Barbarosoğlu da benzetmeler yapıyor, çarpıcı sıfatlar kullanıyor; ama bunlar, süs olarak kalmıyor; ne için yapılmışsa o amaca hizmet ediyor. emra Özal İngiltere’de, Kanuni Sultan Süleyman’ın “S gezen sergisinin açılışında bulunuyorlar. Prenses Diana da orada. Semra Özal: ‘Sultan Süleyman was a great love maker.’ diyor. Tabii ki ‘Sultan Süleyman was a great law maker.’ demek istiyor, ama çoğumuzun yaptığı telaffuz hatasını yapıyor. Diana da dayanamayıp, protokolü bozarak kıkırdıyor.” Ne bu olayı unutmuştum ne de İngilizlerin, “aşk yapma nın” ustası ilan edilen Muhteşem Süleyman sergisine gösterdiği olağanüstü ilgiyi. ODTÜ Öğretim üyelerinden O. Yavuz Ataman anımsattı yeniden; çünkü benzer bir hatayı da ben yapmışım. Bizim “dünür” karşılığı Amerikalıların kullandıkları, ‘yasada anne, yasada baba’ ifadelerinin İngilizce karşılığı olarak “motherinlow, fatherinlow” diye yazdım; oysa “motherinlaw, fatherinlaw” olacaktı. “Umarım bir dizgi hatasıdır.” diye yazmış Yusuf Tuvi. Değil ne yazık ki! Bu bir Feyza hatası! Av. İbrahim Altan yalnızca “inlaw” demiş. Bu kadarı yetti; anladım ne demek istediğini. O. Yavuz Ataman, birbiriyle karıştırılan şu üç sözcükle ilgili ek bir bilgi de vermiş. Ben (umarım) bir daha karıştırmam; ama İngilizce öğrenmekte olan gençlere yararlı olur diye buraya da alıyorum açıklamayı: love (anlamı: aşk) okunuşu: lav low (anlamı: düşük, alçak) okunuşu: louv law (anlamı: yasa) okunuşu: lo Sesli Sözlük’ün adresini de vermiş O. Yavuz Ataman. Aynı yararı umarak onu da aktarıyorum: http://www.seslisozluk.com Ankara’dan Seza Danışoğlu, hiç sevgi sözü etmeden sevgilerini sıcacık ilettiği mektubunda, Amerikalıların bir yabancıya (bana), pek de söylemeyecekleri bir bilgiyi iletmiş. Sık sık kullandıkları “Oh, my God” yerine, “Oh, my gosh” demeleriyle ilgili olarak, “Benim bu konuda sizinkine ek olabilecek ama biraz farklı bir bilgim var; onu sizinle paylaşmak istedim.” diyor. “Amerikalıların çoğu sizin de değindiğiniz gibi oldukça tutucu Hıristiyanlar ve Allah’ın adını öyle sık sık, vara yoğa kullanmanın doğru olmadığına inanıyorlar. Dolayısıyla her şaşkınlık, sevinç ya da üzüntü duyduklarında ‘Oh my God’ demek yerine ‘God’ sözcüğünün dejenere olmasıyla dillerine yerleşen ‘gosh’ sözcüğünü kullanmanın daha saygılı bir konuşma biçimi olduğunu düşünüyorlar. Hatta aynı nedenle benzer durumlarda kullanılan ‘Jesus Christ’ ünlemi yerine de ‘Jesus’ sözcüğünün ilk harfinin sesiyle benzeşen ‘geez’ sözcüğünü kullanmakla yetiniyorlar.”? www.feyzahepcilingirler.com / feyzahep@gmail.com Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili Bölümü Çukursaray Binası Kat: 2, Barbaros Bulvarı34349 Yıldız/İst. 2 MART SALI N 28 ŞUBAT PAZAR alan Barbarosoğlu, benim has öykücülerimdendir. Son öykü kitabı “Yol Işıkları”nı (Everest Yayınları) adına yaraşır biçimde yollarda okudum hep. Öykü de böyle aralıklı okumalara ne kadar elverişli bir türdür aslında. Günümüzün hızlı temposunda, zamanınız kısıtlıysa bir öyküyü okur bırakırsınız. Her yeni okuma, yeni bir başlangıç, B U L M A C A Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını; bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru Yitik Anlam Peşinde adlı şiir kitabının çıktığı yayınevinin adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse, aynı şiir kitabından dizeler ve şairin adı ortaya çıkacaktır. 1 D 2 D 3 H 4 D 5 F 6 A 7 G 8 D 9 K 10 D 11 E 12 B 13 C 14 G 15 D 16 G 17 K 18 E 19 D 20 J 21 K Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU H. Neodimin simgesi. 3 71 I. Letonya para birimi. 22 I 23 D 24 L 25 A 26 L 27 D 28 A 29 D 30 I 31 D 44 30 22 32 G 33 B 34 G 35 D 36 J 37 J 38 D 39 D 40 D 41 D 42 C J. “... İpekçi” (öldürülen gazeteci). 43 E 44 I 45 L 46 L 47 G 48 K 49 G 50 G 51 B 52 B 53 D 37 20 36 72 54 E 55 E 56 E 57 D 58 D 59 K 60 F 61 D 62 K 63 C 64 D Tanımlar ve sözcükleriniz: A. Zorlu, katı, şiddetli. K. “Edmond ... “ (Cyrano de Bergerac adlı oyunu yaratan Fransız yazar). 65 F 66 D 67 C 68 L 69 D 70 G 71 H 72 J 73 G 74 D 75 G 17 9 59 83 21 62 48 76 C 77 A 78 D 79 C 80 A 81 G 82 F 83 K 84 L 85 F 77 28 25 6 80 L. Hafif ışık. B. Bestecinin, besteleniş sırasına göre numaralanmış müzik yapıtı. 51 52 12 33 38 39 23 41 53 8 2 10 61 15 4 31 64 1 66 78 F. Yutmak işi. 24 68 46 84 45 26 C. “Perihan ...” (yazar). 65 85 60 82 5 1046. sayının çözümü: A. BÜLBÜLÜ, 67 76 13 63 79 42 D. Susanna Tamaro’nun ünlü yapıtı. E. “Tam bir düşünce denemezdi buna. Sakız gibi uzayan, ... bir düş gibiydi bunlar” (Oktay Rifat). G. Pratik Usun Eleştirisi adlı yapıtı olan Alman filozof. 34 81 70 49 7 14 16 73 75 32 47 50 B. İRDELEME, C. RDP, D. İLA, E. NÖBET, F. CAYDIRILIŞ, G. İŞARETLEME, H. AKINTIYA KÜREK, I. YILANLARIN, J. İZZET YASAR, K. NOVEL. 27 58 29 19 40 69 35 74 57 54 55 11 43 18 56 Şiir: “tozla ve rabbin telaşıyla/ kaldırılırken ölüler/ bir yüzün tercümesine/ takılıp yaşamayı denediler” SAYFA 35 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1047