19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İhanete Uğrayan Sosyalizm, Sovyetler Birliği tarihi üzerine bir kitap değil. Kitap birliğin dağılışının nedenlerini tarihsel bir perspektiften değerlendirip kimi sorulara cevap arıyor ve bununla birlikte çözülüşün temel nedenlerinin sosyalizmde bireyin önemi ve liderlik tarafından uygulanan politikalar ekseninde aranması tezini kanıtlamaya çalışıyor. Sonuç olarak günümüzde uygarlığın gelişmesinin bir kere daha planlı bir ekonomide mümkün olduğu ortaya konuyor. Ë Kaya TOKMAKÇIOĞLU oger Keeran ve Thomas Kenny, Sovyetler Birliği’nin dağılışını anlattıkları İhanete Uğrayan Sosyalizm isimli kitaplarında aynı zamanda Sovyetler’in son yıllarını tarihsel bir anlatı şeklinde sunuyor. Yaygın kanılara, akademi ve basının türlü dezenformasyonlarına karşın yazarlar, bir zamanlar Plehanov’un Tarihte Bireyin Rolü’nde değindiği gibi, rejimin çözülüşünün Mihail Gorbaçov’un 1986’dan itibaren yürüttüğü politikalardan kaynaklandığını belirtiyor. Kitap boyunca Stalin, Molotov, MalenË Müge KARAHAN Roger Keeran ve Thomas Kenny’den ‘İhanete Uğrayan Sosyalizm’ İnsanlığa edilmiş ihanet kov, erken dönem Brejnev, Andropov ve son olarak Yegor Ligaçev Sovyetler Birliği’ndeki sol ideolojik hattı temsil ederlerken, Buharin’den Kruşçev ve Gorbaçov’a uzanan çizgi sağ ideolojik hattı simgeliyor. Kişiler temelinde oluşturulan bu ayrımı aynı zamanda, devlet kontrolünde olan endüstriyel ekonomiye karşı (birinci ekonomi) tüketim mallarındaki karaborsada da (ikinci ekonomi) temellendirmek mümkün. Sağ kanat ile birlikte kendini ideolojik anlamda yeniden üreten ikinci ekonominin varlığı, politik ve ideolojik hayattaki durgunluk ve emperyalist baskı da Sovyetler’in çözülüşünün nedenlerinden sayılıyor. Buna rağmen yazarlar sosyalizmde öznel etkenin kapitalizme göre çok daha önemli olmasını çözülüşün temel nedeni olarak adlandırırlarken doğru bir noktaya değiniyor. Bununla birlikte yıllardır dillendirilen sosyalizmin kusurları, halk muhalefeti, dış etkenler, bürokratik karşıdevrim, demokrasi yoksunluğu ve aşırı merkezileşme gibi başlıkların tek başlarına çözülüşe birer açıklama olamayacaklarını belirtiyorlar. Bu noktada çözülüşte Gorbaçov’un oynadığı role özel bir yer ayırmak gerekli. Keeran ve Kenny’nin de belirttiği gibi Gorbaçov’un politikaları 1985 yılından sonra “sağ”a kayıyor. Aslında kendisini Buharin’den başlayıp Kruşçev’da somutlayan bu sağ politikanın Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarihinde bir ideolojik hat olarak korunduğunu ve hep var olduğunu belirtmek gerekiyor. Gorbaçov’un uygulamaya koyduğu politika sosyalizmin sosyal demokrat bir yorumu olmakla birlikte komünist partiyi daha da güçsüzleştiriyor ve devrime önderlik eden aygıtı içeriden çökertiyor. Partinin güçsüzleşmesi ve sosyalist piyasa ekonomisi tartışmaları, kapitalist özel mülkiyet ve politik reform denemeleri birliğin yavaş yavaş dağılmasına ve sonunda çökmesine yol açıyor. Aslında Brejnev sonrası kısa bir dönem Sovyetler Birliği liderliğine geçen Andropov ile tarih sahnesine çıkan glasnost ve perestroyka politikaları Gorbaçov ile farklı bir yöne doğru evriliyor. Ekonomik planlama yerine piyasanın geçirilmesi; proletarya enternasyonalizminden kopuş (son olarak kendisini Afganistan’dan geri çekilişle resmeden); Leninist parti anlayışı, sosyalist kuram ve politik eğitiminden vazgeçiş ve sosyalizmde ulusal sorun hakkında derin bir cehalet (Lenin ve Stalin politikalarında hayati bir rol oynayan) Gorbaçov dönemi politikalarını belirleyen temel etkenler haline geliyor. 80’li yılların ikinci yarısından sonraki Sovyetler Birliği tarihi, kapitalizmdeki nesnel etken karşısında sosyalizmdeki öznel etkeni daha iyi anlamamızı sağlıyor. Bu bağlamda sosyalist inşanın kapitalist gelişme karşısındaki farkı daha da ortaya çıkıyor. Kapitalizmin kanunları kör ve bilinçsizce işlerken, sosyalizminkiler (nesnel olarak) tamamen insan bilincine dayalı olarak yol alıyorlar. Bu yüzden Keeran ve Kenny’nin de belirttiği gibi Hoover’ın Amerika Birleşik Devletleri’ne verdiği zarara göre Gorbaçov liderliğinin Sovyetler Birliği’ne verdiği zarar karşılaştırılamayacak bir düzeyde oluyor. Buna rağmen, yazarlar Gorbaçov’a hain demeyi reddediyorlar. Bunun yerine entelektüel yetersizliğini, karakter zayıflığını ve fırsatçılığını, kişiliğini belirleyen özellikler olarak gösteriyorlar. Bununla birlikte kitabın başlığındaki ihanet sözcüğü nesnel olduğu kadar öznel bir anlamda taşıyor. Yazarlar ihanet ile kasıtlı bir eylemi kastetmezlerken, parti önderliğinde hayata geçirilen ikinci ekonomi ile birlikte erozyona uğratılan toplumsal sistemi bir ihanet olarak algılıyorlar. Kitabın üçüncü bölümü yazarların ikinci ekonomi olarak adlandırdığı yasadışı ekonomiye odaklanıyor. İkinci ekonomi sadece “resmi” piyasa ekonomisinin oluşmasına yol açmıyor, aynı zamanda karaborsa denebilecek tüketim mallarında yasadışı bir sektörün oluşmasını da sağlıyor. Bu yasadışı sektör ile birlikte başa baş giden çürüme ve yozlaşmadan parti ve devlet görevlileri de nasibini alıyor. Aslına bakılırsa, Sovyetler Birliği’nin son dönemini kapsayan edebiyatın, nitel olarak çok da iyi düzeyde olmasa da (Aytmatov, Yevtuşenko, Trifonov, Tendriyakov, Granin, Rasputin), bu artan çürümeyi ve yozlaşmayı konu edinmesi şaşırtıcı olmasa gerek. ? İhanete Uğrayan Sosyalizm/ Roger Keeran, Thomas Kenny/ Çeviren: Murat Akad/ Yazılama Yayınevi/ 326 s. R omanı en kabataslak haliyle özetlersek Nicolas Lobato ile Jacqueline Cascorro’nun evliliğinden yola çıkarak “evlilik müessesesini” konu ediyor. Evli çiftin yaşamının orta sınıfa özgü kodlara sahip olduğu söylenebilir. Evliliklerinin yanı sıra anlatılan, biraz da onların “sınıf atlama” hikâyesi. Bu bağlamda onların sınıf atlama süreci de bizim coğrafyada yaşandığı gibi gelişir. Jacqueline bu konuda kocasına göre daha titiz davrandığından farklı aşamalar kat eder ve işe, beğenmediği vaftiz adını değiştirmekle ailesinden uzaklaşmakla başlamıştır: “Nefret ettiği vaftiz ismi Maria Magdalena Cascorro yerine özgüvenini arttıran, katlandığı onca derdi telafi edecek Jacquline’de karar kılmıştı. Annesiyle babasını gücendirmemek için soyadını değiştirmedi, ama Fransızcaymış gibi son heceyi vurgulayarak telaffuz etmeye başladı.” Evin erkeği Nicolas ise hırdavatçı dükkânını sattıktan sonra uyanıklığı sayesinde bir atılım yaparak turizm sektöründe yatırımlar yapmaya başlamıştır ve sonrasında işleri tamamen büyütür. Nicolas parasına para katmaya çalışırken karısı Jacqueline ise kültürel sermayesine yatırım yapmak için uğraşmakta ve “kültür sosyetesi”nin bir tür “sosyetik bohemya”nın içine girmek için çabalamaktadır. Bu sırada da sürekli kocasından dert yanar, mutsuz evliliğini tanıdığı ve tanıştığı herkese anlatır. Kocasını “sadece seks ve para düşkünü olmakla” suçlar. Jacqueline’in, arkadaşı Margara’nın evindeki kültürel buluşmalara, sohbetlere katılmasıyla birlikte kitabın komedisi ve eleştirisi çoktan pekişmiştir. Çünkü Jacqueline’in “kültürel gelişimi” için yaptıkları ve hayatını değiştirmek çabası hem gülünç bir hal alır hem de bir kısır döngü içine girer. Aslında roman, kahramanının bu kısırdöngüsünden nasibini fazlasıyla almıştır. Romanın sonlarına doğru Jacqueline’in hayatının evreleriyle ilgili yapılan özet durumu anlatır: “Dehşet içinde, bildiği üç hayatı aklından geçirdi: Sefil çocukluğu, perişan ilk gençliği, üniversite yılları, kendisine biraz olsun çekidüzen verip fakülteye yazılabilmek için yarattığı mucizeler; ikinci aşama evliliğiyle başlamış ve sona erdiğinde, Polanco’da kahvaltıda tahıl gevreği servisini beyaz eldivenli bir uşağın yaptığı evin yanı sıra Margara Armengol’un evindeki kursları, okuduğu kitapları, yazdığı, yayımlanSAYFA 22 R Sergio Pitol’den Evlilik Sergio Pitol Cervantes ödülü sahibi Meksikalı çevirmen, yazar Sergio Pitol’ün Türkçe’deki ilk romanı Evlilik. Pitol’ü, Cervantes ödülüne götüren yol, daha çok yaptığı çevirilerden geçiyor. Pitol’ün Evlilik adlı kısa romanı ise alışılmışın dışındaki üslubu nedeniyle üzerinde durulması gereken bir metin. mayan öykülerini, Akademi’ye belirli aralıklarla davet edilen çok çeşitli entelektüel şahsiyetlerle, yazarlarla ilişkileri içeren, kocası ne derse desin onunkinden çok daha cazip bir atmosfere sahip zengin entelektüel çevreyi de kaybetmişti.” Roman bu vesileyle yani bu üslubu nedeniyle, yolu Meksika’dan geçmiş olan bir başka ünlü ismi hatırlatır: İspanyol yönetmen Luis Bunuel. Yönetmenin kült filmi “Burjuvazi’nin Dayanılmaz Çekiciliği”nde, sürekli plan lanan ancak bir türlü yenilemeyen bir yemek söz konusu. Benzer biçimde Pitol’ün romanı da başkarakter Jacqueline tarafından kocasını öldürmek üzere sürekli olarak planlanan ancak bir türlü işlenemeyen bir cinayet etrafında örülmüştür. Romanın ve Jacqueline’in içine girdiği kısırdöngülerden birisi de bu işlenemeyen cinayettir. Kadın her yeni âşığıyla birlikte kocasını birçok kez bambaşka sosyal çevrelerden insanlarla aldatır, kocasıysa zaten sürekli başka kadınlarla birlikte olur yeni bir öldürme planı yapar. Ancak bu planlardan, her defasında, bir şekilde kendisi zararlı çıkar. Romandaki absürd unsurlar da daha çok bu cinayet planları vesilesiyle ortaya dökülür. Bütün bu acayiplikler silsilesinin bir örneği olarak Jacqueline ve âşıklarından biri, işlenmemiş cinayetin zanlıları olarak sorguya çekilir. O sıralarda Jacqueline, daha önceden kültür sosyetesinden arkadaşı Margara’nın evinde kurulmuş bir akademide çeşitli derslere katılırken tanışmış olduğu bir İtalyan profesörle ilişkiye başlamış ve her defasında olduğu gibi âşığını da ikna ederek dâhiyane bir öldürme planı tasarlamıştır. Ancak planı uygulamak üzere uygun bir günü kolladıkları sıralarda, Margara ve onun sevgilisiyle birlikte oldukları dört kişilik bir akşam yemeği esnasında polis aniden evi basar ve henüz işlememiş oldukları cinayet nedeniyle onları sorgular. Çünkü kocası Nicolas ortalarda yoktur. Birtakım dolandırıcılık işlerine bulaşmış ve kayıplara karışmıştır. Bu nedenle de polis Jacquliene ve âşığını “bir türlü işlenemeyen” cinayet nedeniyle sorguya çeker. Bu sırada paniğe kapılan nevrotik İtalyan profesör, dâhiyane planlarını itiraf ederek başlarını derde sokar ve roman yeni bir kapıdan başka absürdlükler dizisine girer. Pitol’ün romanında adından da okunduğu üzere evlilik eleştirisi odakta. Ancak türlü absürdlükler ve insan hayatının gerçekliği dışına taşan bazı olaylar nedeniyle romandaki eleştiri zaman zaman kapalı kalır. Aslında roman, Bunuel gibi bir ustanın ellerinde film olsa açılacağı izlenimini verir. Evlilik, Bunuel’i tanıyan okurlara, yönetmen çıkıp gelse de romanı film yapsa dedirtecek kadar güçlü bir çağrışıma yol açar ama yazık ki Bunuel roman yazılıncaya kadar kalamaz. ? Evlilik/ Sergio Pitol/ Çeviren: Roza Hakmen/ Yapı Kredi Yayınları/ 84 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1047
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle