24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K âmuran Şipal (d.1926), yazınımızda kendine özgü seçkin yeri olan adlardan biri… Daha çok Almancadan yaptığı önemli çevirilerle tanındığını söyleyebiliriz onun. Oysa Şipal, bir ölçüde bunun altında gölgelense de güçlü bir kalem aynı zamanda, üzerinde durulması gereken bir öykücü, romancı. İleride onun iki romanına; Demir Köprü (Afa, 1998) ile Sırrımsın Sırdaşımsın (YKY, 2010) adlı yapıtlarına da uzanmak düşüncesindeyim, ama bu hafta toplu basımla önümüze gelen tüm öykülerinden kalkarak özellikle Kâmuran Şipal öykücülüğü üzerinde duralım istiyorum “Kitaplar Adası”nda. Nitekim daha 1950 başlarında dergilerde adını duyurmuş, sonrasında 1950 Kuşağı öykücülerine koşut, onların erkesine denk, arka arkaya ürün vermiş bir öykücü olması da Şipal’in bu alandaki birikimini ortaya koyuyor. 1960’larda yayımladığı üç öykü kitabını analım ilkin yazarın: Beyhan (1962), Elbiseciler Çarşısı (1964), Büyük Yolculuk (1969). Sonrasında bunların ardına eklediği iki öykü kitabı daha: Buhurumeryem (1971), Köpek İstasyonu (1988). Andığım kitaplarda yer alan öyküler, yazarın geri çektiği biri dışında Gece Lambalarının Işığında (YKY, 2009) başlığı altında bir toplu basımla yeniden gündemimize gelmiş bulunuyor. Otuz yedi öykü… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Kâmuran Şipal’in öykülerine toplu bakış... açan” “yersiz yurtsuz” (92) öykü kişileri bu bağlamda örneklenebilir. Öykü kişilerinin, içinde yaşadığı “cam fanus” da (97) bu yönde bir gösterge biçiminde alınabilir pekâlâ. ŞİPAL’İN ÖYKÜCÜLÜĞÜNDE EVRELER, EVRENLER... Şipal’in “Toplu Öyküler” aracılığıyla buluştuğumuz beş öykü kitabı iki ayrı evrede ele alınabilirmiş gibi geliyor bana. İlkinde 1960’lar boyunca yayımladığı üç kitap düşünülebilir sanıyorum, ikinci evreye ise 197080’lerde verimlediği son iki kitaptaki öyküler yerleştirilebilir. Bu iki evre öyküleri, aralarındaki ilmeklere karşın görece ayrı öykülermiş gibi dursa da öykü evreni ile kişilere, dil ve biçeme bakıldığında bunların bir bütün oluşturduğunu söylemek olası yine de. Ancak bu iki evre verimlerinin görece farklılıklar taşıdığı sezilebiliyor. Sözgelimi ilk evrede başladığı anlatım biçimini, biçemini sürdürürken bir yandan gerçeküstücü tutumla kol kola giriyor yazar, öte yandan gerçeklik algısını karartmaya, bulandırıp puslandırmaya, gölgeleyip sislendirmeye dönük çaba harcıyor. Bu tutumu, onun ilk ağızda göreceli öykü evreni kurmasını daha bir pekiştirip kolaylaştırıyor belki, ne ki göreliliği başka temellere dayandırarak sürdürüyor yazar. Temel öykü kişisindeki görece yarılmaya dayalı yaklaşım sürüyor belki, ancak bu kez de kırık aynalar yoluyla gerçeklik alabildiğine parçalanıyor denebilir. Bunun sonucunda bu algının neredeyse boşluğa düştüğünü söylemek bile olası. Nitekim kültleşmiş, kaskatı halde, hep kendi iç magmasının yönlendirmesinde yaşayan kişiler öyküdekiler. Bir tek Köpek İstasyonu’nda görece iyimserlikten söz edilebilir sanıyorum. Gizem, ilk evrede nesnel dünyanın konumlanışı karşısında bireyin ona bakışından kaynaklanıyor, oysa ikinci evrede kimileyin daha kuruluş aşamasında görev üstleniyor. Dinsel öğelere dönük çoğulcu kullanımıyla yazar, öykülerini enikonu evrensel düzleme de oturtuyor. Çünkü onun birbirinden kopuk gibi duran dinsel metinleri, bütünlenen öyküler halinde, yeni evrede farklı biçim, biçem arayışlarıyla sürdürdüğü söylenebilir. Bu da ikinci evreye özgü bir yaklaşım kanımca. İlk evrede diyaloglar çok az. İkinci evrede, hele son öykülerde konuşma örgüleri geniş yayılışlar gösteriyor. Sonra ilk evredeki öyküler tam bir türdeşlik sergilerken ikinci evrede hem dağınıklık hem parçalanmışlık içeriyor. Ama yazar, her iki evredeki öykülerinde de acıya dönük yoğun katmanlaşmayla örgülüyor öykülerini. Bu nedenle öyküler türdeşlik içindeymiş izlenimi bırakırken sıkı ilmekli, yoğun dokulu, zengin artalanlı verimler olarak çıkıyor karşımıza. İki evrenin de öykülerinde kişilerin ya da anlatıcıların çocukluklarına döndüğü görülüyor sıklıkla. Çocukluk, anımsayışla, göndergelerle tam bir mutluluk aracı değilse de hepten mutsuzluk, acı çağrışımı, düş kırıklığı da değil. Yine de güzellikler çocukluktan süzdürülüyor elbette. Bu çerçevede öykü temel kişilerinin beslendiği kaynakların başında çocukluktaki sokaklar, evler, tatlıcılar, öteki nesnelerle öğeler vb. geliyor. Yine de Kâmuran Şipal öykücülüğünün özgünlüğünü, biçemsel yaklaşımda, dilde aramak daha doğru görünüyor bana. KÂMURAN ŞİPAL’İN ÖZGÜN ÖYKÜCÜLÜĞÜ... Belki de asıl üzerinde durulması gereken yan, onun kendi kuşak arkadaşları sayabilece K ŞİPAL’İN ÖYKÜ KİŞİLERİNDEN YANSIYAN... Kâmuran Şipal, öykülerinde, ikinci savaş sonrasının yoksunlukla geçen günlerinden, ekmeğe muhtaç insanlarından kesitler getirip, toplumların adeta sınava çekildiği zor zamanları anlatıyor. Ancak bunu, kör kör parmağım gözüne biçiminde yapmıyor da derinlerde duyurarak, öykünün katmanlarına bu darlığı, karamsarlığı, çaresizliği sızdırarak bunun altından kalkıyor. Öykülerdeki anlatıcılar veya temel karakterler olayları dıştan izleyen, bunlara pek karışmamakla birlikte olup bitenleri yeniden kuran, kurmaya çabalayan kişiler. İzlenimci bir anlatımla kameragöz gibi dıştakilerin peşinde, ama güvensizlik duygusu içinde sıkışıp kalmış bu insanlar benzer benzemez yanlarıyla birbirine örgülenirken içte kuruyup kalmış bir su damlası gibi iz bırakıyor sanki öykülerde… İnsanların görünürde durgun bir yaşamı var belki, ama azıcık deşildiğinde, dipte, derinlerde gizilgüç halinde bir gerginlik hemen dikkati çekiyor. Aralarında hiçbir sorun yokmuş gibi görünse de bunun etkisi, yönlendirmesi altında kişiler. Zaten Şipal’in kahramanları genelde okuyup yazan, öğretmen, küçük memur vb. genç adamlar. Ne ki eşleriyle bu bağlamda alışveriş içinde görünmüyorlar. Erkeklerin tümü de eşleriyle sorunlu. Durmadan okuyup yazdığı halde hotzotçu, buyurgan erkekler karşısında başını hep eğen, bu arada romanlar okurken her işe koşan emekçi yanlarına vurgu getiriyor kadınların Şipal. Kadınlar şaşırtacak ölçüde yumuşak, iyi huylu da olsalar, erkekler bir türlü içtenlikli ilişki kuramıyor onlarla. Ayrıca çocukluklarında yaşadıkları, yetişkinlikte de zaman zaman su yüzüne vuran bir küçük kızla ilişkileniş dikkati çekmiyor değil. Kendi fanuslarında mutsuzluklarını sürdürüyor bu yüzden erkekler, fanus içinde geziniyorlar sürekli. Onun için de cılız, yaşamın kıyısında şöyle bir ilişmişlik yansıtıyorlar. Yaşamla bağları açısından da iğreti, ayrıksı, uzak duygular içinde oldukları izlenimi bırakıyorlar okurda. Ama dış dünyayı, nesnel gerçekliği kendi iç dünyalarında kurgulamaktan da bir an olsun geri durmuyorlar. Hep kuşku içindeler. Bu tutumları, başkalarının da kendilerinden kuşkulanabileceğini duyumsatıyor elbette onlara. Tüm öykü kişileri, çözümsüz yaşamlarıyla ilginç bir konum sergiliyor. Çünkü Şipal, kendi gerçeklikleri içinde yapılandırırken, bunun ardına geçen bir yaklaşımla buruk, yalnız, münzevi dünyalarıyla öyle canlı kılıyor ki onları, kişilerin sergilediği devamlılık da, sürece yayılarak izlenebiliyor böylece. Bu nedenle ev içlerinde, dairelerde kapalı kapılar ardında kendisi olamadan yaşamaya hüküm giymiş biriyle karşılaşıyoruz. Kendisi, eşi kadar çevresiyle de didişiyor sürekli. Bu doğrultuda kahvehane müdavimliği, evmahalle komşuluğu vb. ilişkileniş biçimiyle karşılaşılmayabilir günümüzde. Ancak ikinci savaş sonrasının pek çok öyküsünde, yalnız bizde de değil, dünyanın öteki dillerinde de yalnızlıkların çoğaltıldığı, buluşmalar kadar dayanışma duygularının da paylaşıldığı kahvemahalleevkomşu ilişkileri toplumsal tabanlı önemli bir yansıtım olarak kabul edilebilir. Sahip olduğu alanı genişletmeye girişmeyen, var olanın sınırlarıyla yetinip kendini böyle yaşamaya koşullandıran bu kişiler, ortaya çıkabilecek bir eylemliliğin de üstünü örtüyor böylece. “Başkalarının isteklerine karşı koyamayan, yaşadığı toplumun insanlarıyla bağdaşamayıp kıyıda köşede kalmışlara kucak ğimiz Kemal Bilbaşar, Haldun Taner, Tarık Buğra, Yusuf Atılgan, Vüs’at O.Bener, Oktay Akbal, Kemal Bekir vb. öykücülerden kendini belirgin olarak ayrı tutabilmesinde, kimbilir… Ancak adlarını andığım öykücülerin, kendilerini diğerlerinden ayırabilmiş olduğu olgusunun da şaşırtıcı bir başarı olarak kayda geçmesinde yarar var. İkinci Dünya Savaşı döneminde tek parti baskısının yol açtığı yoksunluk, mutsuzluk, iletişimsizlik andığım bütün öykücülerde birbirine benzer izlekler, birbirinin içinde gelişen evrenler halinde ele alınıp geliştirilirken her birinin kendi öykücülüğünü özgün bir temele dayandırmayı başarabilmiş olması üzerinde nece durulsa yeridir herhalde… Ne var ki Kâmuran Şipal, hem kendi kuşağından sayacağımız öykücülerden, hem önceki yazarlarla daha sonra gelen, ama aynı dönem içinde birlikte ürün verdiği 1950 kuşağı öykücülerinden ayrılmayı hakkıyla başarmış, kendine belirgin yatak açmış bir yazar olarak alınmak zorunda. Şipal öykücülüğünün özgünlüğüne dönük düşünce üretirken biraz da biçemsel yaklaşımıyla dili örgüleyişine bakalım onun… Bu öykülerde kişilerin, kendilerini örtmeye çalıştıkları ya da boşluk duygusundan kurtulmayı umdukları yinelemeli sözler kullanmalarını ustalıkla başarıyor yazar. Bilinmezlere doğru ilerleyen öykü evrenlerinde raylarda makas değişimine benzer uygulamayla, bunları dile yükleyişi, dilde yeniden kuruşuyla dikkati çekiyor. Kaldı ki başlangıçta öyküyle şiiri birlikte sürdüren Şipal’in öykülerinde bu şiir işçiliğinin önemli katkısı olduğu söylenebilir. Nitekim şiirle kol kola yoğun eksiltili, kesikli, yinelemeli, sıçramalı anlatımlar bu yönde örneklenebilir. Bir açıdan denebilir ki Kâmuran Şipal’in öyküleri, “mustarip”liği meslek edinmiş temel öykü kişisine yönelik birer kara anlatı çelengi. Bu doğrultuda öykülerdeki biçemsel yapı üzerinde bunun son derece etkili olduğunun göz ardı edilmemesi gerekiyor. Yazar, bu bağlamda dilini bunun kilidi olarak kullanıyor. Sözlükçesini oluşturan kimi sözcükler, nesnelere dönük göndermeler, ondaki kara anlatıyı daha da öne çıkarıyor. Böylelikle öykü kişilerinin kararsız, uyumsuz, mustarip dünyalarını ele vermede biçemsel olarak hem etkin hem işlevsel bir yol bulmuş oluyor kendine. Sözgelimi kimi sözcükleri sıklıkla kullanarak anlatımına kendine özgü görelilik kazandırıyor. Gerisingeri, derken, doluksama, ama, ve, ne vb. sözcükler örneklenebilir. Ayrıca mektup, kahve, okul, daktilo, kitap, sokak, bavul, ev, oda, Mushaf, Kuran, kuyu, kova, pencere, ayna, havuz, avlu, kent içi otobüs, tren, otel, pansiyon vb. anlatısal öğeler arasında ardışık ilişkilenişler de düşünülebilir. Öykülere yayılan soru tümcelerinin de yine bununla işlevlendirildiği kestirilebilir. Şipal, dil üretimini bir kuyum işçisi gibi öyküye yayarak sürdürürken zengin seçimli, kendi içinde ezgili, zaman zaman esinli yankılara yol açan, birbiri üzerine kapanan içerlek tümce düzeniyle dil emeğini de apaçık gösteriyor. Bulandırıp netleştirmeyle kaydırmalar yaptığı, ayrıca kimi anlatı öğelerine yaslanarak büyülü bir gerçeklik kurup anlatısına akışkan eylemlilik kazandırdığı öne sürülebilir yazarın. Kâmuran Şipal öykücülüğünden yayılan özgünlüğün kökenlerini aramaya girişmek, genç öykücüler, öykü severler için bir ödev değil yalnız, heyecan kaynağı da aynı zamanda. Düşünün bir, öykü ustası Şipal, bu arada öyküler çeviriyor. Gelin haftaya da onun çeviri öykülerine göz atalım birlikte… ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1086 Kâmuran Şipal
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle