24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Celil Oker’le ‘Yenik ve Yalnız’ üzerine ‘Popüler kültür ürünleri içinden çıktığı toplumla ilgili ciddi şeyler söyler’ Celil Oker’in antikahraman gibi görünüp kahramanlığı beceren dedektifi Remzi Ünal’ın yedinci macerası Yenik ve Yalnız yayımlandı. Hava yollarından (mecburen) emekli pilot, müzmin yalnız, kadınlarla arası parlak olmayan, bilgisayar oyunları ve aikido ile oyalanan Remzi Ünal’ın yeni macerası Yenik ve Yalnız, yine sıradışı bir polisiye örneği. Oker’le yeni kitabını konuştuk. Ë Zeynep AVCI llerinize sağlık, Remzi Ünal İstanbul’da, Etiler, Akatlar, Levent ve çevresindeki semtlerin insanlarına yardım etme konusunda yine pek başarılı. Kendini “yenik ve yalnız” hissetmesine karşın, galiba aikidonun da yardımıyla, yaşlandığı evhamlarına yenilmiyor. Bana öyle geliyor ki, Remzi Ünal biraz sizi taklit ediyor. Buna kızmıyor musunuz? Yani, aranız nasıl? İyi. Zaman zaman Bebek Kahve’de oturup çok fazla konuşmadan denize bakıyoruz. Benim gibi o da eskiden, burası tam bir mahalle kahvesiyken gelip oturur, kâğıt oynayanları seyredermiş. Kendisinden, başından geçenlerden bahsetmeyi çok sevmez, ağzından dirhemle laf alırım. Yazdıklarım yazamadıklarımın yanında Erciyes Dağı’yla Ali Dağı gibi kalır. Edebiyatta, sinemada özel detektiflerin yalnız olmasına alışığız da yenik olmaları çok rastlanan bir durum değil. Belki de benim yazı karşısında dört buçuk yıllık yenikliğimin bir kısmının ceremesini çekmek, maceralarını uydurduğum kahramana düştü. Hesap düz gelsin diye sonunda yine yapacağını yaptı ama yolculuklarda her zaman en kısa, en dolambaçsız yollardan geçemiyorsunuz. Yenilgilerin, dürüst çarpışıldıysa onuruna, öğreticiliğine inanırım. Bu insanlar için de, roman kahramanları için de geçerli bence. Yaşlanmaya gelince, bakıyorum hiç saçSAYFA 10 ları seyrekleşmiyor keratanın. Gerçekle kurgu arasındaki güzel farklardan biri de bu. “HER POLİSİYE YAZARI OKURLA YAPTIĞI GİZLİ ANLAŞMAYI BİR KEZ BOZABİLİR” Remzi Ünal’ın yardım elini uzattığı hatunun türbanı da ilginç. Hele türbanı çıkarış sahnesi daha da ilginç. Remzi Ünal türban konusunda ne düşünüyor, pek çaktırmıyor. Sizce nedir bu konudaki düşünceleri, duyguları? Virginia Woolf’un hayran olduğum bir lafını hiç aklımdan çıkarmamaya çalışıyorum: “Felsefe bir romana yedirilmemişse, bir tümcenin altını kurşun kalemle çizebiliyorsak, güvenle diyebiliriz ki ya felsefede bir yanlışlık vardır ya romanda ya da ikisinde birden.” Buna Remzi Ünal’ın söylediğiniz gibi ne düşündüğünü pek çaktırmamasını, hatta bazı şeyleri düşünmeye bile gerek duymamasını eklersek, sorunuza tam olarak ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Başlarını türban denilen tarzda örten kadınlar toplumumuzun bir gerçeği. Bir polisiyede de olması doğal. Nice küçük, orta boy esnafın karısı ya da birlikte yaşadığı kadın takıyor onlardan. Başı sıkışınca çıkarması da durumun kritikliğinden doğan bir tercih. Kim ister polis nezaretinde bir gece daha geçirmeyi? Yeni çıkmışken. Yenik ve Yalnız’ın iki sürpriz finali var. Birini Remzi Ünal ortaya çıkarıyor, ötekini de siz. Sizin sürpriz finalinizdeki duygularınızı biraz daha açar mısınız? Acaba zaman zaman yazar tembelliğine mi kapılıyorsunuz? Öyleyse, sebebini biliyor musunuz? Eğer dediğiniz gibi “yazar tembelliğine” kapıldıysam, sebebini bilirim. Açık açık söylemek ister miyim, o ayrı mesele. Her polisiye yazarının okuruyla yaptığı gizli anlaşmayı bir kez bozmaya hakkı var diye düşünüyorum. Sıramı savdım. Ancak yine de olabildiğince adil davranmaya çalıştım. Çok ama çok dikkatli okurlar ne yaptığımı anladılar diye düşünüyorum. Soruyu böyle sorduğunuza göre, siz de anlamışsınız. Ancak kitabı daha sonra okuma ihtimali olan insanları korumak için daha açık konuşmaktan kaçınıyoruz. Ancak ikinci kez okunduğunda yeni, taze lezzetler alınma şansı varsa Yenik ve Yalnız’dan, bir kısım okura da kitabın ortalarında “Vay alçak, numara buralarda bir yerde gizliymiş” dedirtmek de hoşuma gider. Hadi bir ipucu daha vereyim, o numara sanki ilk kitaptan beri hazırlanmış gibi. Daha ilerisine elim varmaz. Ernest Mandel’in Hoş Cinayet adlı E kitabında toplumlar bir çöküntü dönemi yaşadıklarında polisiyelerin, cinayet romanlarının, bunları yazanların arttığı savına (bazı belgeler eşliğinde) yer veriliyordu. Mandel’e göre insan toplumun çözümsüzlüğünden bezip olayın mutlaka çözüldüğü polisiyelere merak salıyormuş. Ne dersiniz? Sizin polisiye yazmaya karar verişinizde etkin olmuş mudur bu sav? Mandel’in bu savına katılırım. Bilim kurgunun 196070’lerde yükselmesini de tersten açıklar bu sav. Zaten popüler kültür ürünlerinin içinden çıktığı toplum ve zaman hakkında çok ciddi şeyler söylediğine şiddetle inanırım. Ancak doğru da olsa, bireysel kararları her zaman bire bir açıklamaz bu tür değerlendirmeler. On iki yıl önce polisiye romanlar yazmaya karar verdiğimde farklı bireysel motivasyonlarım vardı. Bir çöküntü dönemindeyiz, insanlara “çözümler mutlaka vardır” hissi vereyim diye hiç düşünmedim elbette. Ancak ben de hepimiz gibi bir toplumun ve bir zamanın içinde yaşıyorum. Kendi motivasyonumu şekillendiren kimi unsurlar mutlaka Mandel’in değerlendirmesinden payını almıştır. Kaktüs Kahvesi çevresindeki bir grup polisiye meraklısının bir yarışma düzenleme fikrine varması gibi, Oğlak Yayınları’nın polisiye edebiyata özel bir önem verip, yarışmada kazanan kitabı basmayı üstlenmesi gibi, sayabileceğim, sayamayacağım bir dolu etken kararımı güçlendirmiştir mutlaka. Kitaplarımın, içinde yaşadığımız toplum hakkında bir şeyler söylediğine inanmak isterim kuşkusuz. Ama ne söylemeye çalıştığını sıralamak benim işim değil diye düşünüyorum. “KATİLLERİM PEK SIRADAN İNSANLAR” Yazdığınız tüm romanların kahramanları, baş kahramanımız Remzi Ünal gibi, oldukça masum insanlar. Katillerinizde bile bir acemilik, saflık var; sanki umarsız kalmasalar kötü yollara başvurmayacaklarmış, sorunlarını başka bir yolla çözmeyi becerseler onu yapacaklarmış duygusu veriyorlar. Şiddet, vahşet, kötü niyet, ağır saldırganlık sergilemeyen bir ortamda yaşıyormuşuz gibi geliyor insana. Remzi Ünal da kendine saldıran, onu öldürmeye çalışan insanlara yumuşacık davranıyor, onlarla barış sağlamaya çalışıyor. Bir itiraz mı bu? Genel gidişatı protesto mu? Nasıl yorumlayalım? Sorunuz yukarıda söylediklerimin bir tür doğrulaması gibi. Polisiyegerilim etiketi taşıyan kimi kitaplardaki aş kın şiddet, kan, insanın kanını donduracak entrikalar ve bütün bunların üstesinden tereyağından kıl çeker gibi gelen kahramanlar, polisiyede mutlaka olması gereken gerçeklik duygusunu zedeliyor bence. Edebiyat sakatlanıyor. Şiddeti, kötü niyeti, ağır saldırganlıkları başka boyutlarda yaşıyoruz elbet. Güzel bir hayat yaşamıyoruz. Yakın tarihimizde de yaşamadık. Ancak tespitiniz elbette doğru. Katillerim pek sıradan insanlar. Özel konumlara sahip olanları bile. Kahramanım en çok kendine kızıyor farkındaysanız. Bunun bir protesto, bir itiraz olup olmadığına gelince. Aynı damarın içinde olmaktan gurur duyduğum, yirminci yüzyılın ilk yarısında yükselen “hard boiled” yazarlardan biri için: “Raymond Chandler cinayetleri şatoların, malikânelerin kütüphanelerinden, gerçekten ait olduğu yere, sokaklara taşıdı” mealinde bir tespit yapılmıştı. Ben de bunca yıl sonra, kurgu denilince evrensel karanlık örgütlerin dünyayı ele geçirme planlarının, cinayet denince Papa’nın ya da Amerikan başkanının öldürülmesinin anlaşıldığı, gizemin görkemli bir palavra haline getirildiği türe itiraz ediyorum. Niyetim içinde yaşadığımız dünyada, Türkiye’de, bugün, gerçekten bir özel detektif olsa, ne tür işlere bakardı, ne tür insanlarla karşılaşırdı, ne tür çözümler üretirdi onun peşinde koşmak. Bu tasavvur belki de elimde olmadan tarif ettiğiniz “acemi, saf” katillere ulaştırıyor beni. Şikâyetçi değilim. Remzi Ünal özel yaşamında da mekânında da reformlar peşinde anlaşılan. Bundan böyle ne yapacağına ilişkin bir ipucu istesek yazarlık hayatınıza müdahale olur mu acaba? Ne de olsa o artık aileden biri, biraz merak etmeye hakkımız var diye düşünüyorum. Ufak ufak üzerinde çalışmaya başladım. Son seferinde olduğu gibi gecikmeye niyetim yok çünkü. Ancak neler olup biteceğini tam olarak bilmeden bir şey söylemeye hakkım yok. En çok Remzi Ünal (RÜ) kızar buna. Şunu söyleyebilirim ama. Epey önce yazdığım bir tanıtma yazısında, Türk polisiye edebiyatının ilk kahramanlarından Amanvermez Avni’nin maceralarının birinde uğradığı bir otel, günümüzde de konuk ağırlıyor durumda olduğu için, RÜ’nün de yolunun o otele düşeceğini vaat etmiştim o yazıyı okuyanlara. Yenik ve Yalnız’da gerçekleşmedi bu. Sekizinci kitapta bu sözümü tutmaya kararlıyım.? Yenik ve Yalnız/ Celil Oker/ Turkuvaz Kitap/ 288 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1086
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle