19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Guilleragues Kontu’ndan ‘İstanbul Mektupları’ İstanbul’da bir elçi hayaleti ya da Portekiz Mektupları’nı kim yazdı? Guilleragues Kontu’nun İstanbul Mektupları, yalnızca yazarı büyük klasiklerden birini, Portekiz Mektupları‘nı kaleme aldığı için önemli değil bizim açımızdan: Bu mektuplar, on yedinci yüzyılın son çeyreğinde, İstanbul’dan Fransa’ya doğru, Kral’a ve Racine ayarında muhataplarına yazılmış, Osmanlı başkentiyle, buradan yurtdışına gönderilen eski eserlere ilişkin ayrıntılarla, kıymetli gözlemlerle dolu belgeler. Ë Enis BATUR alnız mektup edebiyatının değil, aşk edebiyatının da en delidolu, coşkulu, çarpıcı örneklerinin başında Portekiz Mektupları gelir. Mariana Alcoforada adlı Portekizli bir rahibenin, gönlünü kaptırdığı genç bir Fransız subayına yazdığı beş mektup, Paris’te alçakgönüllü bir yayınevi tarafından 1669 yılının ilk günlerinde yayımlandığında, herhalde kimsenin aklına toplam 40 sayfa bile tutmayan bu küçük kitabın inanılmaz ölçüde yankı bırakacağı gelmemişti. Portekizceden çevrildiği ileri sürülen mektupların aslı bulunamadı hiçbir zaman; yazarı ve çevirmeni konusunda ortak bir görüşe de varılamadı üç yüz yıldır süren tartışmaların sonunda: Ne olursa olsun, Stendhal’den Rilke’ye sayısız şair ve yazarı derinden etkileyen bu beş metup, yaratıcılarını saran sisi delerek günümüze dek ulaştılar ve klasik edebiyatın önde gelen örneklerinden biri olarak kabul edildiler. Fransızların kendi Shakespeare’leri saydıkları tiyatro dehası Racine’e, bundan tam 300 yıl önce, 9 Haziran 1684 günü İstanbul’dan bir mektup postalandı. Bugüne dek çevrildiğini sanmadığım, hatta sözünün edildiğine de rastlamadığım bu mektup, Fransa Kralı’nın Osmanlı başkentindeki elçisi Comte de Guilleragues’den geliyordu. Kimdi bu adam ve Portekizli Rahibe’yle ne ilgisi vardı? ya çeviren Rilke, birden fazla yerde bu sınıra dayanmaktan dolayı duyduğu hayranlığı ve korkuyu dile getirir: Mariana Alcoforada “mutlak sevda”nın merkezine inmiştir.(*) Oysa çok daha önce, on sekizinci yüzyılda, JeanJacques Rousseau bu mektupları ancak bir erkeğin yamış olabileceği görüşüne varmıştır. Baudelaire ondan da kesin ve keskin bir üslupla bu olasılığı öne çıkartır. Ama ilk ciddi çalışma 1926’da, The Modern Language Review’da yayımlanır: “F. C. Green Portekiz Mektupları’nın Yazarı Kimdi?” başlıklı incelemesinde, metnin yazarının bir erkek olduğu yolundaki savı filolojik bir düzlemde destekler: Guilleragues’ın adı bir kez daha sahneye çıkmıştır. “Portekizli Rahibenin Mektupları”nın onun tarafından yazılmış olduğunu kanıtlamak, daha doğrusu buna bir kesinlik vermek güç. Gene de, ne olursa olsun, bu konudaki egemen görüş, Kont’un “yaşanmış bir olay”a dayanarak söz konusu mektupları kaleme aldığı yolunda artık. Üçyüz yıl önce Galata sokaklarında yürüyen, Kâğıthane’de kayık sefasına çıkan, Topkapı’da Sultan huzurunda kabul gören bu adam İstanbul’un neresinde gömülü acaba? Geceleri, şimdi Tünel ile Galatasaray arasında kalan bölgede yer alan “Palais”nin bahçesinde dolaşan hayalet, hâlâ “tutkulu sevda”nın en büyük elçilerinden biri olduğunun farkında mıdır? Guilleragues’ın hazin sürgünü, İstanbul’un bir köşesinde birkaç yüzyıl boyunca unutuluşa terk edilmiş anısı bana yıllar boyu Avrupa’da sürgünde yaşadıktan sonra ölüp orada gömülen, sonradan kemikleri İstanbul’a getirilen Mahmud Celâleddin Paşa’yı çağrıştırır. Artık bir tek oğulları (Prens Sabahaddin ve Lütfullah) nedeniyle adı anılır olan bu gururlu adamın son derece ilginç bir şair olduğunu ve bir zamanlar Abdülhamid’e karşı ağulu şiirlerin yanısıra yakıcı birkaç aşk şiiri yazdığını kim umursuyor şimdi?? (*) 194041 yıllarını Gerçeküstücülerin pek çoğu Marsilya’da geçirdiler. Ara sıra AirBel Şatosu’nda buluşup toplu etkinliklerini sürdürüyorlardı. Toplantıya katılanların arasında Breton, Char, Tzara, Adamov, Max Ernst, Marcel Duchamp, Masson ve Péret önü çekiyordu. “Marsilya Oyunu” adını verdikleri 52’lik iskambil destesini de o dönemde hazırlamışlardır. Klâsik iskambil destesinin dağıtım mantığını izleyen oyunda, Gerçeküstücüler, simge düzlemini bütün bütüne değiştirmişlerdir. Breton, “artık Karo’nun şehirlerdeki parke taşlarını simelediğini ve bir anlamda tacir sınıfının yükselişini vurguladığını bilen kalmamıştı” diyor. Kupa, Karo, Maça, Sinek yerine Alev, Karayıldız, Tekerlek ile Kilit geçti böylece. Papa yerine Dehâ’yı, Dam yerine Siren’i, Vale yerine Büyücü’yü koydular. Her biri için de kültürel portreler benimsendi: Alev için Baudelaire, Novalis ve Portekizli Rahibe; Karayıldız için Lautrémont, Alice (Harikalar Diyarında!) ve Freud; Tekerlek için Sade, Lemiel ve Panço Villa; Kilit için ise Hegel, Helene Smith ve Paracelsus. Bir de Joker vardı tabii: Alfred Jarry’nin kaleminden Ubu! Y İSTANBUL’DA BİR ELÇİ Dostlarının yardımıyla İstanbul’a elçi gönderilmeden önce, “Güneş Kral”ın çevresinde ve edebiyat toplantılarında soylu kadınların en büyük gözdesi sayılan Guilleragues’ı SaintSimon “ağzının tadını bilen, tatlı dilli, dostlarının gelirini kullanan ama kibar” bir zat olarak tanımlıyor. Dönemin iki büyük yazarının, SAYFA 8 Racine ve Boileau’nun, yazdıklarını günışığına çıkarmadan önce ona danıştıklarına, eleştirilerini ciddiye alarak yapıtlarında küçümsenemeyecek değişiklikler yaptıklarına bakılacak olursa, kurusıkı bir salon soytarısı değil Kont: Boileau ünlü “Epitre”lerinden birini ona adıyor, Madame de Sévigné her biri Lichtenberg’in iğneli aforizmalarıyla boy ölçüşebilecek ölçüde incelik yüklü söz oyunlarını öve öve hâl oluyor (bunlardan biri: “Beyefendi insanların çirkin olma hakkını kötüye kullanıyor”), bestelediği şarkılar kralın ağzından düşmüyor, dönemin önde gelen yayın organlarından La Gazette de France’a yepyeni bir üslup getiriyor. Tek telif ürünü Les Valentins 1668’de yayımlanıyor. Birkaç ay sonra da onu “geleceğin yazarı” kılacak çevirisi, Portekiz Mektupları çıkıyor. Guilleragues’ın arada, İstanbul’a atanana kadar geçen on yıl içinde ne yaptığı pek bilinmemekle birlikte, salon hayatının onu iyiden iyiye yıprattığını ileri sürmek yanlış olmasa gerek: 1675’te iflas ediyor, varını yoğunu elden çıkarıyor. Anlaşılan, ritmine ayak uydurmayı beceremediği saray çevresinden uzaklaşmak için, yakından tanıdığı Antoine Galland’ın da etkisiyle İstanbul’a elçi olarak gönderilmek istiyor ve 1679’da, kafasında ve gönlünde bin bir hülya, Yakındoğu’nun gizemli cennetine geliyor. Bu seçimde Racine’in payı da az değil herhalde: Konusunu Osmanlı Sarayı’nın entrikalarından ve kişilerarası tutkuiktidar paylaşımından alan Bayezid adlı oyunu, o yıllarda, Paris ve Versailles’ın sanat çevrelerinde gündemde ilk sırayı tutmamış mıdır uzun süre? Açık söylemek gerekirse, Kont’un 1979’da Cenevre’de bir yayınevi tarafından iki cilt halinde toplanan mektuplarını görme fırsatını bulamadım bugüne dek. İstanbul’da geçirdiği altı yıl boyunca nasıl yaşadığı konusunda geniş bilgi edinmemi sağlayabilir miydi mektupları bilemiyorum ama Racine’e 300 yıl önce gönderdiği o tek mektup yaşadığı hüsranı yeterince ortaya koyuyor sanıyorum: Neredeyse bütün bütüne kurak, havasız, boğucu bir portre çiziyor Guilleragues, İstanbul ve çevresinden söz ederken. Eski tarihçilerin anlattığı büyük fetih öykülerinin inandırıcı olmadığını, mitoloji olaylarının geçtiği Ege Adaları’nın da Kıbrıs’ın da yaşanılması ola naksız yerler sayılabileceğini, aklıbaşında hiçbir hükümdarın binlerce askeri buraları ele geçirmek için telef etmeye kalkışmış olamayacağını anlatıyor Racine’e. Günleri, haftaları, ayları Osmanlı sarayının debdebeli törenlerinin görkemli sıkıcılığıyla dolu; biriki önemli antlaşma görüşmesi bir yana, Fransa Kralı’na götürebildiği hizmet, onun koleksiyonlarını zenginleştirecek parçaları toplamakla sınırlı! Bu mektuptan sonra pek fazla sürmüyor Guilleragues’ın hayatı: 3 Mart 1685 günü, yüzyılın “moda teşhisi”yle (garip bir biçimde pek çok Fransızın aynı nedenle ölmüş olması bana pek inandırıcı gelmiyor doğrusu) beyin kanamasından ölüyor. Yirminci yüzyılın başına gelinene dek unutuluyor adı. Ama “Portekiz Mekupları”nın etkisi gitgide derin bir biçimde Avrupalı şairleri, yazarları sarıp sarmalıyor. Öyle ki, Guilleragues’dan sonra İstanbul’a gönderilen elçilerden birinin İstanbul’da esir pazarından satın aldığı Ayşe adlı bir cariyenin Fransa’ya gittikten sonra yaşadığı aşk serüveniyle ilgili olarak kaleme aldığı mektuplar, Rilke’nin de “Malte”de vurguladığı gibi, sanki Alcoforada’nın yazgısını tekrarlamak istiyor. MEKTUP ROMANIN KAPISINI ARALAYAN KİTAP On sekizinci yüzyıldan başlayarak bu küçümen kitap, “Mektupla Roman” türünün doğup serpilmesine yol açıyor: Marivaux, ünlü Clarissa’sıyla Richardson, Diderot, Goethe, Restif de la Bretonne, Ataç’ın dilimize kazandırdığı Tehlikeli İlişikiler’in yazarı Laclos iz sürücülerinden yalnız birkaçı. Aynı dönemde Montesquieu Acem Mektupları’nı, Madame de Grafigny Perulu Bir Kadının Mektupları’nı, Rousseau Yeni Héloïse’i kaleme alıyor. Bu konuda Jean Rousset, Portekiz Mektupları’nın etkisinin on dokuzuncu yüzyılda da boy verdiğini gösterir: Balzac’ın, Hölderlin ve Dostoyevski’nin, Musset ve Gautier’nin, George Sand ve Henry James’in romanları ilk akla gelen örneklerdir. Yalnızca biçimsel bir kılavuzluk belirlemez Portekizli Rahibe’nin mektuplarının bunca yazar üzerindeki etkisini: Bu ufacık toplamın barındırdığı tutku dozu değme şairin duyarlık sınırını zorlamaktadır: Mektupları Almanca İstanbul Mektupları/ Guilleragues Kontu/ Çeviren: Yaşar Avunç/ Kırmızı Yayınları/ 176 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1088
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle