Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ akademik kariyer yapacaksanız çok kitap okuyacaksınız, okurken de not alacaksınız, fiş çıkaracaksınız, fişleri de konulara göre yerleştireceksiniz, sentez yapacaksınız gibi tavsiyeler dışında bir şey vermiyordu. Fakat kabul etmek lazım Nihat bey aslında Türkiye’ye çok büyük bir hizmet yapmak istedi ama başaramadı. Kendisi Şemsettin Günaltay kabinesinde de bulundu. Bir kıyaslamalı seçim sistemleri kitabı yaptı, pembe kapaklıydı o nedenle de pembe kitap olarak adlandırıldı. Bir Başbakanlık yayınıydı. O kitapta nisbi temsili, çoğunluk sistemini uzun boylu anlattırdı bir ekiple ve Türkiye’ye nispi temsili de tavsiye eder oldu. Halk Partisi’nin o zamanki yetkili kurulları yani 1950 seçimlerine giderken seçim sistemine nisbi temsile oturtmak istemedi. Türkiye’nin gelmiş geçmiş bir sopalı seçimleri vardı 1913’te. 1946’daki ise müthiş hileli bir seçimdi. Onu önlemek için DP haklı olarak yaptığı eleştirileri de hesaba katarak yargı teminatı getirildi. Yargı denetimi getiriyor seçimlere. 1950 seçimlerinin en büyük kazancı bu. İsmet Paşa her türlü eleştiriyi önlemek için sandıkların yani oyların tasnifinin yargı denetimi altında yapılmasını yani Yüksek Seçim Kurulu o zamandan kalma. Ama sistemi değiştirmek istemedi. Halbuki hiç beklemedikleri üzere memleket neredeyse A’dan Z’ye DP’ye oy verdi ve Halk Partisi çok küçük bir grupla ancak Meclis’e girebildi. 1954’te daha büyük bir temizlik oldu, Avrupa’daki siyaset bilimciler bunu da izledi. Çok tanınmış Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger Türkiye seçimleri üzerine yazarken ezici oylama nitelemesini kullamış, çoğunluk sistemini muhafaza ederseniz çok kutuplaşmış bir ülkede buldozer gibi ezer geçer diye yazmıştı. 1957 seçimlerinde muhalefet var kuvvetle buna karşı koymaya çalıştı, birçok olay oldu. Bu arada yalnız çok ilginç bir şeyi mutlaka anlatmalıyım, çünkü tamamen tesadüfen bildiğim bir şey. Ben Hukuk Fakültesi’nde okurken askerlik dersi görüyorduk, askerlik hocamız gel zaman git zaman askerlikten emekli olduktan sonra siyasete atıldı ve Kırşehir’den milletvekili oldu. Çünkü Kırşehir il olmaktan çıkarıldı. Seçim kanununda şöyle bir madde vardı: Teksir edilmiş olan aday pusulaları hesaba katılmıyordu. Parti teksir ediyor pusulasını ama bağımsızın teksir edilmişini kabullenmiyor. O zaman bu adam ne yaptı biliyor musunuz bütün Kırşehir’deki ilkokul öğrencilerini oturtup oy pusulasına adını yazdırttı böylece bir sürü oy pusulası var her birinin yazısı ayrı yani baskıya karşı koyma buraya kadar geldi. Ama bunun bedelini Kırşehir’i il olmaktan çıkartarak ödettiler. Biz bu şartlar altında 1961’e gittik. 1958’de Columbia Üniversitesinin Kilyos’ta düzenlediği, yalnızca akademisyenlere açık, Türk ve Amerikalı anayasacıları buluşturan üç haftalık meşhur Kilyos Semineri’nin etkisiyle bana göre 1961 Anayasası en demokratik anayasaydı. Ondan sonra 12 Mart ile kuşa döndü, 1980’den sonra gelen anayasa çok otoriter bir anayasaydı, malum. Bunu bir kere yapılışında çok büyük fark var. Eğer hatırlarsanız 1961 Anayasası, bir Kurucu Meclis ile hazırlandı, yani kapatılmamış siyasi partilerden, sendikalardan, çeşitli sivil toplum kuruluşlarından, barolardan, üniversitelerden de delegeler istendi. Görece demokratik bir niteliğe sahipti. 5 Ocak 1961’de Kurucu Meclis toplandı ve 27 Mayıs 1961’de anayasa taslağı bitti ve aynı yıl referandum yoluyla kabul edildi. 1980’den sonra gelen anayasada ise bir Danışma Meclisi söz konusuydu. Bu Danışma Meclisi beş kişilik, komutanların uygun gördüğü kişilerden oluşan bir kuruldu. Aşağı yukarı Orhan Aldıkaçtı’nın ürünüydü. Orada Türkiye için uygun görülen bir siyasi parti sistemi hazırlanıyor. Üç parti olacak, bunların içinde bir parti güçlü çıkacak, öbür parti muhalefet yapacak, üçüncü partiye ya yer var ya yer yok nitekim işte Erdal İnönü’nün kurmak istediği SODEP kabul edilmedi. Sonra bu anayasa da çok değişikliğe uğradı. Son anayasa tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP’yi anayasa konusunda nasıl yorumluyorsunuz? AKP değişik meslektaşlara görev verdi bir tanesi yıllardır anayasa dersi veren Ergun Özbudun, onunla beraber Serap Yazıcı sonra benim öğrencim olan Levent Köker var. Bu anayasa uzmanlarına anayasa taslakları hazırlatıldı. Birçok meslektaş, lehte ve aleyhte görüş belirtti. Türkiye’nin bugün demokratik, gerçek bir anayasaya ihtiyacı var. AKP bu anayasayı elindeki çoğunlukla geçirseydi de kendi içinde dünya görüşleri konusunda birçok farklılıklar var bu göz ardı edilmemeli. Bir kısım daha MHP bir kısmı daha çok Milli Görüş eğilimi. Bunların bir kere kendi içlerinde anlaşmaları zor, o yüzden olmadı. Fakat bence daha önemlisi Kürt meselesi, PKK meselesi... Bu bir çözüme ulaşmadığı için anayasada bu özerklik talepleri ne ölçüde karşılanır, işte üniter devlet mi yoksa üniter olmayan devlet mi, federal devlet mi tartışmaları. Bu konular o kadar büyük konular ki bunların tartışmasını yapamadı AKP, yaptırmadı da. Dolayısıyla iş tamamen askıda kaldı. Benim şahsi görüşüm, Türkiye bunu ancak ve ancak bir Kurucu Meclis ile çözer. Bu yolla yeni anayasa yapılmadığı takdirde güç yıllar gözüküyor önümüzde. Çünkü bundan sonraki seçimde bugünkü kadar kuvvetli bir destek çıkmazsa daha zor olur, bugünkü kadar güçlü çıkarsa yine zorlanılır. Bu anayasayla bir taraftan ekonomi anlamında dünya piyasalarında müthiş bir patlama içinde Türkiye, süper devletler bilgi toplumu oluştururken biz işte onlara gerekli olan endüstri mallarını sağlayacağız. Bu arada tarım gürültüye gitti, o en büyük hatalardan biri bence. Çünkü tarım ülkesi demek hem çevreye özen vermek hem de tarımı endüstrinin vermiş olduğu olanaklarla güçlendirmek demek. Öyle mi oldu, olmadı, oldurmadılar. İnsan hak ve hürriyetlerini korumak için Anayasa Mahkemesi krizini yaşadık. Anayasa Mahkemesi krizi iktidar partisinin kendisine daha sempatiyle bakacak insanlarla o mahkemeyi oluşturmaya çalışması. Fakat ne kadar çalışırsa çalışsın eğer bu küreselleşmiş dünyada biz büyük aileden kopmazsak ki kopamayız, hiçbir ülke tek başına değil artık, mutlak bağımsızlık ilkesi bugünkü şartlar altında bir göreli bağımsızlığa indi. AKP de göreli bağımsız unutmamalı. Dolayısıyla göreli bağımsızlık içinde biz bir iç hukuk düzenlemesi yaparsak eğer AİHM’e başvurma hakkını iptal etmezsek o zaman ne olur insan hak ve hürriyetleri yine çiğnenir, bütün mahkemelerden karar alınır ama sonunda yine Strazburg’a gidilir. Oradan da tazminatını alır. Yani, dünyanın gidişi yavaş mavaş ama demokratik hakların korunmasına yöneliyor ve bunu özümsemek kaçınılmaz. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Gamze Akdemir ile Nermin Abadan Unat... Hayatını Seçen Kadın: “Hocaların Hocası” Nermin Abadan Unat/ Sedef Kabaş/ Doğan Kitap/ 338 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1088