Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
A. Didem Uslu’nun yeni romanı Adı ‘Ğ’ olan bir roman A. Didem Uslu’nun kaleme aldığı Ğ, Tankların Gölgesinde Biten Kırçiçeği adlı romanda 1960’lardan 80’lere dünyayı değiştirme heyecanıyla yola çıkan gençliğin serüveni anlatılıyor. Toplumsal değişimlerin yanında bireysel sorunların yansıtıldığı kitapta, insani değerlerle kuramsal yaklaşımların çatışması da öne çıkarılıyor. Ë Çiğdem KILIÇ (*) “Mutluluk nedir ki sanki? Bazen bir somun ekmek ve sıcak bir çatıaltı, bazen bir kürk palto ve mücevherler. Bazen torunlarla ağaçlı bir yolda uzun yürüyüş, kimi zaman da ılık bir günde, yaşamdan bir iki saat daha...”(1) eydi sahi mutluluk? Bir kadının kocasına duyduğu aşk mıydı? Kadın olmayı, olabilmeyi keşfetmeye çalıştığı süreçte yaşadıkları mıydı? Sahi bu süreçte mutlu muydu Gonca. Peki, ya kadın olmaya çalışan Gonca, eşinin ve erkek kardeşinin yaşama bakarken en çok kullandığı gözlerinin onlara gösterdiğini kabul veya reddederken mutlu muydu? Sahi bu, “sağım solum sobe, saklanmayan ebe” oyununun neresindeydi? N YAŞAMDA VARLIĞI YOKLUĞU BELLİ OLMAYAN BİR HARF Gonca’nın adıyla bütünleşen yaşamında, yaşama ve kadınlığa bakışında “Gonca” olmaktan, büyümeye, gelişmeye, değişmeye başlayan bir kadının yaşamından yansıyanlar, A. Didem Uslu’nun kaleme aldığı ikinci romanı Ğ. “Ğ”, öyle bir harftir ki, ne bir sözcük başlar olunla ne de tellaffuz edilir sözcüklerin içinde geçerken. Yumuşaklığındandır belki de bu kadar yok görünürken vazgeçilmez oluşu. Harflerin arasında yumuşacık geçişler yapan bu harf, yaşamda varlığı yokluğu belli olmayan kimi kadınların temsilidir belki roman içinde. Bu kadar sert politik görüşlerin arasında yaşama daha esnek daSAYFA 4 ha yumuşak bir bakıştır belki. Belki de sadece bir harf. Tanıdık gelecek yaşamların izlerini bulacağınız bu roman, bir dönemin de genelden özele doğru, özelden genele doğru değişen bakış açısını, iç içe geçmiş birçok temanın etrafında anlatıyor. Romanımızın kahramanı Gonca, fakülteden mezun olmayı dilemiş ve dileğine ulaşmışken belki de aklına hiç gelmeyen bir aşk öyküsününde içinde bulur kendini. Okan’ın, sevdiği adamın ve daha sonra eşi olan bu erkeğin, paltosuyla yüreği arasında yer edinmeye çalışan bu genç kız, yaşamı hem kadın gibi algılamaya hem de Okan’ın zaman zaman onu üzen sert çıkışlarına, sert yaşamına adapte olmaya çalışır. İncinir, kırılır ve sorgular her şeyi. Bitirmeye çalıştığı üniversiteye ve son sınavına bile korkuyla, ya başıma bir şey gelirse düşüncesiyle giren bu yürekli kız, aynı zamanda sevdiği adama günlerce ulaşamamın sıkıntısını taşır yüreğinde. Çünkü ortalık karışıktır ve Okan zaman zaman ortalarda görünmez. Ataerkil bir aile düzeni içinde yetişen Gonca, her ne kadar bu sistemin kimi kemikleşmiş yapılarının izlerine sahip olsa da, sorgulayan, merak eden, deneyimlemek isteyen kişilik özellikleriyle bulunduğu yerden sıyrılıp çıkan bir karakterdir. Romanın sonuna doğru ne istediği bilen tavrıyla eşine “bildiğim bir şey varsa, o da oğlumun karşı cinsi çok iyi tanımasını sağlayacağım. Annesini... Yani bir kadını çook iyi tanısın ve en önemlisi dünyayı benim gözümden görmesin. Benim de hatalı olabileceğimi bilsin. Benim yegâne otorite olmadığımı ama sadece onu çok, çok, hatta istemeden ona zarar verebilecek kadar aşırı seven ve koruyan bir insan olduğumu erken yaşta öğrensin. Beni eleştirebilsin ve beni aşsın. Hayatta tek istediğim bu. Bunun adı da kişisel bazda bence olgunlaşmak veya toplumsal düzeyde evrimleşmek ve kalkınmak. Hiçbir şeye gözü kapalı bağlanmasın ve tapınmasın. Her şeyi sorgulamayı öğrensin”(2) sözlerini kararlılıkla söylerken, yaşamla ilgili geldiği noktanın da özetini yapar. Yaşamı sorgulayan yapısının, en sevdiği varlıkta, oğlunda da olmasını isteyen, değişmez özelliğini gösteren bu tümceler, aynı zamanda bir kadının, babasıkardeşi, eşi ve oğlu arasında kurduğu dünyadan, erkek bakış açısıyla çevrili bir dünyadan, yaşama yürekli bakışını da yansıtır. KADIN DUYARLIĞI VE TARİH Gonca’nın iç konuşmalarıyla başlayan roman, onun yaşama bakabilmeyi öğrendiği dönemleri, okuyucusuna öncesi ve sonrasıyla tarihsel bir yönelişle veriyor. Yer yer dönem bilgilerinin dikkate alınması gereken romanda, yazarın zaman zaman kahramanları bir kenara bırakıp tarihsel olayları bir tarihçi gibi değil, bir edebiyatçı kimliği ile betimlediğini göreceksiniz. 1960’lı yıllardan başlayan bu tarihsel sürecin kimliğini, sahip olduğu tüm sözcüklerle, tümcelerle, anılarımızın kıvrımlarında dolaşan ince bir çizgiyle anlatıyor A. Didem Uslu. Hem tarihe hem de bu yoğun, kimi zaman yoran sürece bir kadının gözüyle bakmak, bir çiçeğin, tankların gölgesinde yaşamaya çalışan bir çiçeğin gözleriyle bakmak kadın duyarlığını tarihle buluşturan bir keyif veriyor okuyucusuna. Roman yazma geleneğimizin ilk örneklerinde sıkça ratladığımız bir durum olan, yazarın olay akışını kesip kişisel görüşlerini yazması Tanzimat romanıyla birlikte uzun yıllar sürüp giderken hemen hemen bu romanda da benzer bir dokuda kendini gösteriyor. Aynı zamanda, A. Didem Uslu’nun ilk ve ödüllü romanı Zamanın Ötesinde Buluşma’da da esin perisi imgesiyle ortalıkta dolaşan yazarın, bu defa tarihi gerçekleri okuyucusuna bu yolla kadın gözüyle aktarmaya çalıştığını görmekteyiz. Birçok yaşam öyküsünün, tarihsel bir süreçte kesiştiği romanın dikkat çeken Toplumun kemikleşmiş gölgesinde yaşamaya çalışan ya da ezilmemek için direnen düşünceler elbette sadece politik görüşler değil. Kimi zaman toplumun baskısını, korkutan yoğunluğunu da simgeleyen gölgeler, cinselliğe, kadınlığa, erkek olmanın yüklendiği tüm anlamlara, kendi gibi yaşayabilme düşüncesine de güneşi engelleyen gölgeler yaratır. İşte bu noktada nasıl da güzel ve doğru bir betimlemedir “Tankların Gölgesinde Biten Kır Çiçeği.” bir başka yanı da elbette, yaşadığı toplumun değerleriyle, sorgulayan kadın tarafının arasında med cezirli bir yol çizen Gonca’nın kadın olamadan anne olmaya hazırlanan yaşam serüvenidir. Sevdiği erkeğin, cinsel isteklerine yenik düştüğü an saldırganlaşan tavrıyla şaşkınlaşan, yıkılan Gonca, anne olma duygusunu da toplumla, kendi değer yargıları arasındaki çelişkide yaşamaya çalışıyor. Tüm bunların yanında, başka bir ülkenin, ülkelerin değer yargıları da karışınca kadın erkek ilişkilerine, kaçınılmaz tartışmalar, sorgulamalar başlar. Gittikleri yer bir ülke midir, bir kaçış mı, kendilerine yaptıkları bir yolculuk mu pek bilinmez ama Gonca ve Okan için başka düşüncelerin, başka kapıların, keşiflerin başlangıcıdır. Hem kardeşi Gökhan hem de sevdiği adam Gonca’yı korumaya, onun için en iyisini yapmaya çalışır roman boyunca. Peki, o halde, bu kadar iyi niyetle yaklaşımın olduğu bir yerde, neden Gonca mutlu değildir? Nasıl oluyor da korumak, gözetmek adına farklı iki görüşte olan her iki erkek de Gonca’yı bu denli kırabiliyor? Yaşama bu kadar farklı bakan iki erkeğin kesiştikleri nokta, bir kadına sert yaklaşımları mıdır acaba? Roman boyunca bu soruların yanıtlarını da siz bulacaksınız. Kadınerkek ilişkisinin her boyutunun da sorgulandığı Ğ’de, ailelerin çocuklarını yetiştirirken karşı cinse gerçekten “karşıdan” baktığını ve onları “karşılarına” aldığını da göreceksiniz. Birçok olumsuz etkiyle büyütülen bireylerin cinsel yaşamlarından, evliliklerine, kendi çocuklarına bile yaklaşımlarında bu olumsuz etkinin yoğunluğunu akıcı, sade bir dille okuyacaksınız. Tüm süslemelerden uzak, yalınlığı ile sürükleyen dil özelliği, yaşamdan kopmadan, olduğu gibi tüm doğallığıyla okuyucuya keyifli bir anlatım sağlanıyor. Toplumun kemikleşmiş gölgesinde yaşamaya çalışan ya da ezilmemek için direnen düşünceler elbette sadece politik görüşler değil. Kimi zaman toplumun baskısını, korkutan yoğunluğunu da simgeleyen gölgeler, cinselliğe, kadınlığa, erkek olmanın yüklendiği tüm anlamlara, kendi gibi yaşayabilme düşüncesine de güneşi engelleyen gölgeler yaratır. İşte bu noktada nasıl da güzel ve doğru bir betimlemedir “Tankların Gölgesinde Biten Kır Çiçeği.” Taşıdığı anlamı romanın her aşamasında hissettiren bu tanım, kadın olabilmeyi ve bir devrin tüm alışkanlıklarını fırtınası bol bir aşk içinde okuyucusuna sunuyor.? (*) Yaşar Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi. (1) A. Didem Uslu, Ğ, Tankların Gölgesinde Biten Kır Çiçeği, Sözcükler Yayınevi, 2010. (2) a.g.e. ĞTankların Gölgesinde Biten Kırçiçeği/ A. Didem Uslu/ Sözcükler Yayınevi/ 416 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1088