22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K yfer Tunç, kimi çoksatar kitaplarıyla, senaryosunu hazırladığı yapımlarla kitlelerin yakından tanıdığı bir yazar… Ancak yazın entelijansiyasının ilgi alanına bu nedenle giriyor değil o. Tunç’u soy yazıncı yapan, öykücü yanı denebilir gönül rahatlığıyla. Gerçekten Tunç, yalnız doruk öykü örnekleri vermekle kalmıyor, yanı sıra yirmi yılı aşkın süredir bu alana taşıdığı erkeyle, alandaki süreğenliğiyle de dikkati çekiyor. Bu arada Ayfer Tunç’un, arka arkaya yayımladığı üç romanla roman sanatının farklı açılımlarına yönelik ayraçlar açabileceği de anlaşılmış oldu… Tümü de Can Yayınları tarafından yayımlanan bu üç romanı sayalım: Kapak Kızı (2005), Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi (2009), Yeşil Peri Gecesi (2010). itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Ayfer Tunç’un romancılığında üçleme... A Kapak Kızı’nı, ilk yayımlanışı üzerinden yıllar sonra yeniden gözden geçirmesini, yazarın roman kavrayışına uyan bir “yeniden yazma” eylemi bağlamında alırsak, son beş altı yıl içinde verimlenen bu üç romanın, getirdiği eşik anlayışıyla gerek yazarın romancılığında gerekse roman sanatımızda önemli bir düzlem oluşturduğu öngörülebilir. Üç açılı eşiğin üç köşesinden söz etmek gerektiğinde bunları şöyle sıralamak olanaklı: 1. Romandaki temel kişiyi, başkalarının bakışıyla, ama öteki olarak roman evrenine yerleştirmek; Kapak Kızı buna örnek gösterilebilir. 2. Roman kişilerini yazarın üst bakışla ele alıp olayları, kişiler arasındaki ilişkiyi roman evrenine bu şekilde yerleştirmek; Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi bu yönde örneklenebilir. 3. Roman evrenini, tüm kişilerin bakışı yönünde yapılandırıp, buna dayalı, ama özöyküsel anlatımlı evren kurmak; Yeşil Peri Gecesi de bunun örneği. TUNÇ’UN ROMAN ÜÇLEMESİNDE KISA BİR GEZİNTİ... Andığım romanlar, bir açıdan “roman üçlemesi” olarak alınabilir elbette. Ne var ki bunları herhangi roman üçlemesi yerine farklı düzlemde ele almak gerekiyor yine de. Çünkü bu romanlar aynı gerçekliğin dönülüp yeniden, ama bir kez de farklı açıdan işlenmesiyle soyutlayım, dönüştürüm temelinde yapılandırılışıyla ortaya çıkıyor da ondan. O halde üç roman aynı bir gerçeklik çevresinde gelişen olaylar eşliğinde, bunlara koşut zamandizinsel, ardışık bir yerleştirilişle oluşturulan, karakterlerin süreğenlik içindeki serüvenlerine yaslandırılan yapıtlar bağlamında alınmamalı. Kapak Kızı’nda Ayfer Tunç, erkek dergilerinden birine foto modellik yapan bir “kapak kızı”nı tanıtmıştı bize. Söz konusu dergi elden ele geçerken geçmişte bu mankenle uzak yakın ilişkileri olanların ya da rastlantıyla dergideki çıplak güzele ilgi duyanların bakışıyla, ama toplumsal oluntuların tam odağında bir karmaşanın ipuçlarıyla karşılaşıyorduk. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi romanında, bu gerçekliğin egemen olduğu coğrafyaya bütünsel yaklaşım getirmişti yazar. Böylece ister istemez bir üst dile yöneliyor, bu çerçevede bir tanrı romancı olarak roman evrenine, karakterlere yukarıdan, bütünü kucaklayan bakışla yaklaşıyordu. Yeşil Peri Gecesi’nde ise bu kez gerek roman evreninin gerekse roman kişilerinin temel karakter konumundaki anlatıcının bakışıyla geliştirildiğine, sonuçta romanın bu bakışla kurulup çatıldığına tanık oluyoruz. Buna göre üçlemenin yayımlanırken de karmaşık diziliş sergilediği söylenebilir kuşkusuz. Üç açıya dayalı olarak, insan önce kendisiyle dış dünya arasında ilişki kurar yollu bir önermeden kalkılarak ilkin Yeşil Peri Gecesi’nin, ardından tanrı yazar bakışına dayalı Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi’nin, daha sonra bu roman evrenindeki kişilerin öznel bakışlarıyla örüntülenerek temel karaktere yönelmiş Kapak Kızı’nın okunmasının daha doğru olacağı düşünülebilir. Ancak bu sıralamanın kesinlik taşımayacağı da göz ardı edilmemeli. Sözgelimi yukarıdaki sıralamaya (321) benzer biçimde 312; 213; 231; 132 gibisinden bir sıralama getirilebileceği ya da yazarın yayın sırasına (123) koşut bir okuma öngörülebileceği gözden uzak tutulmamalı. 200510 arasında altı yıl içinde tamamlanan roman üçlemesi, buna benzer biçimde zengin okuma olanakları sunabilir elbette. Böylesi okumaların yazınsaldeneysel bir laboratuvar çalışması niteliği taşıyacağı açık. Ancak şu da eklenmeli; nasıl bir okuma serüveninden içeri girilirse girilsin söz konusu üçlemede, son çeyrek yüzyılın, hatta bütün bir cumhuriyet tarihinin sorgulandığı görülebiliyor. Bu sorgulamanın sonuçta bizi tam anlamıyla bir toplumsal çürümenin orta yerine savurduğu da kesin… AYFER TUNÇ ROMANLARINDAKİ İRKİLTİCİ İRONİ... Gerçekten de Ayfer Tunç, söz konusu roman üçlemesiyle 1980 sonrasına yönelik keskin bir bakışla ironik bir sorgulama, ardı sıra bir dizi eleştiri getiriyor. Bunun dolaylı bir anlatımla hemen hemen tüm cumhuriyet tarihine yayıldığı da görülebiliyor. Toplumsal değişimlerin özellikle son dönemde romancılığımıza yansımadığını dile getirenler, Tunç’un romanları üzerinde ne ölçüde durmuşlardır bilemem tabii. Ancak bu romanlardaki evren, kişiler arası ilişkileniş biçimleri, sınıfsal hareketlilik, bunların yönü üzerinde nece durulsa yeridir bana sorulursa. Şöyle ya da böyle Ayfer Tunç romanlarıyla ilgilenenler ya da bunlara göz atanlar, sıradan bir okuma eyleminde bile söz konusu roman üçlemesindeki toplumsal değişimin ipuçlarını yakalamakta zorlanmayacaktır herhalde… Tunç, Yeşil Peri Gecesi’nde özöyküsel anlatımla kurduğu roman evreniyle bizi bu çürümenin doğrudan kalbine sürüklüyor da denebilir. İlk romanda “Kapak Kızı” olarak tanıdığımız genç kadını, bu kez kendi anlatımıyla çok daha içeriden tanırken, yaşadıkları, buna karşılık gelen toplumsal ilişkiler ağı, toplumdaki bu çürüme olgusuyla bizim de doğrudan burun buruna gelip yüzleşmemize yol açıyor. Bu çerçevede yazar, kahramanının önüne geçmeden, onu çizgiselleştirmeden, üstelik anlatıcıya özgü bir dil, mantık yapısıyla bizi söz konusu çürümenin kapısından içeri buyur ediyor. Yeşil Peri Gecesi’nin temel karakteri, konuşkan, delimsirek, her yana saldıran, bir ölçüde malumatfuruş, çok zengin okuma kültürüne sahip, ama bu arada yaşamında derin vuruklar yemiş biri. Anne, baba, amca, babaanne, annenin ikinci kocası vb. onun için hep bir yıkıma karşılık gelir. Sevdiği, destek gördüğü, anne, kardeş, dost bellediği yoksul Ermeni komşu Vatuş, fotoğrafçı Gün’le Berrin gibi kadınlar, âşık olduğu, olduğunu sandığı Ali, Osman gibi erkekler dışında neredeyse bütün ülkenin yükünü, ağırlığını taşımış gibi sırtında. Buna erkeklerin cinsel nesnesi olmak da eklenebilir. Yediği vuruklar ise derin yarılmalara yol açmıştır onda. Bu nedenle bütünlüklü bir karakter olarak önemli, dikkat çekici bir roman kadını kazandığımız söylenebilir yazınımızda. Söz konusu toplumsal çürümenin yansıtıcı olarak… Ayfer Tunç, anlatıcının bu çok acılı yaşamını tüm yığma veya dolgu ayrıntılarıyla birlikte, ama bir film makarasından kaydırırcasına akıtırken, okurun kitabı soluksuz okumasını sağlıyor. Ne ki bu çerçevede okur yaratıcılığına sırt döndüğü, iğne deliği boşluk bırakmadığı söylenebilir yazarın. Anlatıcının kişiliğini belirginleştiren bu biçemin romana can alıcı değer kazandırdığı açık. Nitekim anlatıcının bir ölçüde bıçkın dil kullandığı, ancak bunun zaman zaman avamlaşıp entelleştiği, ötesinde şiddetlenip arabeskleştiği, hırçınlaştığı da görülebiliyor. Bu biçemin toplumsal doku, çürüme anlamında hem dil, hem söylem bağlamında anlatıyı sıkıladığı açık. Tüm toplum kesimlerine, tek tek bireylere yayılan, herkesi içine, etkisine alan bir çürümüşlük çünkü söz konusu olan… Ayrıca türedi bir sınıfın, daha doğrusu tabakanın varlığı, yaşama kavrayışı da önemli bir izlek olarak okur önüne getiriliyor. Yeşil Peri Gecesi’nde aristokrat, burjuva yok, onlardan söz ediliyor, kendileri ise pek görünmüyor. Bir kıyıda titrek, silik, ürkek bir iki entelektüel, sonrası köşe dönmeci ya da hiççi türedi, türedi, hep türedi… Anımsayış, çağrışım yoluyla yazar bunları öne çekip çürümüşlük içine iteklerken bizi, anlatıcının anne babasıyla çocukluğundaki en saf haline ulaşmaya çalıştığı da vurgulanabilir bu arada. Yığma ayrıntıların, uzamı ortaya çıkarmanın ötesinde bir işlevsellikle örüldüğü seziliyor romanda. Yazar bütün bunları birer ironik anlatım gerecine dönüştürüyor böylelikle. Gerçekten burnumuzu tıkayıp öyle okuyoruz sanki romanı bu çürümüşlük ortamının içinde. Bu alaysamalı kara anlatı çelenginden kopamayışımızın nedeni burada aranabilir belki. Çünkü bu bir “düşmüş melekler kumpanyası” (199) gösterisi aynı zamanda. Ayrıca aşka yönelik arayışlar, sorgulayışlar da önüne geliyor okurun. Parlak düşünce filizleri taşıyan, cinliklerle örülü anlağıyla bu anlatıcı kadın, yaşama karşı, onca acı, keder içindeyken bile alaysamayı elden bırakmayan tutumuyla, burnundan kıl aldırmayan biri olduğunu gösteriyor sürekli. Romanın temel karakteri kadın anlatıcının klasik Türk müziğinden şarkılar mırıldanmasını bir yana bırakalım, ama pek çok şairden ezbere şiirler, kitap adlarıyla film sözleri fısıldaması, hatta kimileyin sözcükler üzerinde düşünce gelgitleri üretmesi ona entelektüel yük bindirdiği kanısı uyandırmıyor değil yapıtta. Bu kadarı gerekir miydi diye düşünmeden edemiyor insan… Bir hüzünlü entelektüel yansıtımının ötesinde zorunlu işlev de taşımazken bu… Ama yazarın bu yöndeki döşemesinin gerçektenlik duygusunu düşürmediğini de eklemem gerek. ROMANCILIĞIMIZIN YÜKSELEN ADI: AYFER TUNÇ... Ayfer Tunç’un roman üçlemesinde dramatik bağlar, dolantılar önde görünüyor. Bu çerçevede bu gücü arkasına alarak sürükleyicilik kazandırıyor romanına; okurda serüven duygusunun köpürmesine yol açıyor. Yazar, bunu yakın tarihin hüzünlü satır başları biçiminde, okurun tefrika ya da dizi düşkünlüğünü de karşılayacak yaklaşımla yerleştiriyor yapıtına. Ancak günümüzdeki roman dalgalanmaları içinde bu üçlemenin etkisinin nerelere, ne ölçüde uzanacağını düşünmeden edemiyor insan. Öyle ya, Ayfer Tunç öykücülüğü karşısında Ayfer Tunç’un yukarıda andığım üçlemesi ne kadar dayanabilir acaba zamana? Ayrıca Tunç’un, bu romancılığını buradan nereye doğru taşıyacağı da merak uyandırıyor insanda… Bunu ileride birlikte göreceğiz… Ancak Ayfer Tunç, bütün bunların yanında son on yıl içinde öne çıkarılan, bu öne çıkarılışlarının dayanılmaz esrikliğine kapılmış halde kendilerini roman sanatının aynası içinde sözümona erişilmez gören kimilerinin yanında, doğrusu ya vakur duruşuyla da göz kamaştırmıyor değil. Onun bir yazar konumunda öykücülüğü ile romancılığını kesin çizgilerle ayırmayı başarmış az sayıdaki yazıncımızdan biri olduğunu da eklemeliyim burada. Yalnızca bu bile, öykücülüğümüzde olduğu kadar son dönem romancılığımız içinde de Ayfer Tunç’un, kendine yer açabileceğini vurgulamak, yüz akı yazarlarımız arasında kendine özgü yer edineceğini söylemek bu açıdan önemli. Bunun kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde belirginleşip öne çıktığını söyleyebiliriz gönül rahatlığıyla. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1088 SAYFA 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle