29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nermin Abadan Unat’la yaşam koşusunu konuştuk ‘Anayasa işi Kurucu Meclis ile çözülür’ Bu kitaba imza atan Sedef Kabaş da öğrencinizdi… Sedef, 1992’de verdiğim “Medya ve Siyaset” dersimi alıyordu. İlk baştan itibaren dikkatimi çekti, her dersten sonra gelip, mutlaka beni bir basamakta yakalar, sualler sorardı. O sene çocuklara bir gazete yapmanın ne kadar zor olduğunu göstermek için bir duvar gazetesi hazırlanması görevi vermiştim öğrencilerime. Bu gazetede şöyle olacaktı: Herkes bir sömestr boyunca duvar gazetesinden bir gün süreyle sorumlu olacak ve o günün tüm gazetelerini satın alacak, önemli makaleleri duvara kesip yerleştirecekti. Genel Yayın Yönetmeni olarak da Sedef’i seçtik. Çünkü Sedef çok ilgiliydi, içinde vardı bir kere. “TROÇKİ KOMŞUMUZDU!” Ankara’da en son verdiğiniz dersin konusu “Medya ve Siyaset”ti. Öğrencileriniz hoş bir sürpriz yapmış size. Kışlalı da ön sıralarda oturmuş değil mi? Evet. Ahmet Taner Kışlalı, Türker Altan, Serpil Üşür Sancar, Eser Köker, Levent Köker, Deniz Baykal, Ahmet Yücekök, Oya Tokgöz, Aysel Aziz, Aydın Uğur gibi öğrencilerimle son derste buluştuk. Kitapta kariyeriniz kadar kökleriniz, büyüdüğünüz ortam, içselleştirdiğiniz çokdilliğiniz hatta Troçki’ye komşu olan çocuk Nermin’e kadar pek çok koşut bilgiyle karşılaşıyoruz. Kaçınılmaz olarak yine de hukuk ağırlıklı konuşacağız o nedenle bu soruda yaşamınızın o anlarından bahsedelim istiyorum. Tabii. Babamın ailesi Saraybosna’dan gelip, İzmir’de Kilkilik Mahallesi’ne yerleşmiş. Babam Mustafa Süleymanoviç İzmir’de dünyaya gelmiş. Annem Barones Elfirede Karwinsky, bugünkü Almanya’nın Polonya’ya terk etmiş olduğu bölgede bulunan Stettin adlı liman şehrinde doğmuş. Tarihe, müziğe, operaya ve güzel sanatlara meraklı bir kadındı, ilişkimizi hiçbir zaman sıcak olamadı malesef. Ben Viyana’da doğdum. Ailem yerleşmek üzere İstanbul’a Teşvikiye’ye taşındığında küçücüktüm. 1930 yazını Büyükada’da geçirdik, kiraladığımız evin yanındaki evin bahçesinde, bir ağacın alçak ve uzun dalında sürekli oturan bir adam vardı. O dalda oturup gelen gidene kuşku ve endişeyle gözleyen sürgündeki Troçki’ydi. Daha doğrusu ben onun Troçki olduğunu sanıyorum. Dokuz yaşımdaydım dolayısıyla onun o olduğunu çok sonra keşfettim. Acayip bir şeydi bahçede oturmuyor, dalda oturuyor. Stalin’den korkuyor, suikaste uğramaktan korkuyor tabii. Sonra bir akşam Atatürk Büyükada’ya geldiğinde, Nizam Caddesi’nde bir faytonda duran Atatürk’e babam beni göstererek “Paşam, işte kızım” diyerek tanıttı, hayal meyal hatırlıyorum. Türkçem hemen hiç yoktu. Atatürk’ün çakmak çakmak gözlerini ise hiç unutmuyorum. Hukuka geçersek, kitapta diyorsunuz ki ben bugün hâlâ ısrar ediyorum, hukuka giriş dersinin verilmesi için illa hukuk fakültesi dersi olması gerekmez. “Hukuka Giriş” dersi ufuk turudur. Toplum hayatında hukukun yerini, önemini gösterir. Rahmetli eşim Yavuz Abadan ile ilk karşılaşmam onun hukuka giriş dersini vermesidir. İçinde yaşadığımız toplumun hususi hukuk ve kamu hukuku ayrımı ne demektir yani önce onu anlatıyor. Çünkü bireyler arasındaki ilişkileri, işte hususi hukukun bütün özelliklerini anlatıyor, sonra da kamu hukukunda anayasa hukukundan başlayarak devletler hususi hukuku ve devletler hukukunu. Birdenbire bir gözlük edindim o derste. Topluma bakarken hukuk ne yapar, neyi düzenleri duyumsadım. Bence siyaset bilimi bölümlerinde, iletişim fakültelerinde bir hukuka giriş dersinin okutulması lazım. Çünkü hukuka giriş dersi okutulmadığı takdirde insanların kafasında anayasa da oturmuyor. YAVUZ ABADAN VE ULPIANUS İlk eşiniz Yavuz Abadan... Hocam, Yavuz Abadan’ın öğrencilerinden biri olan babam da nasıl lebiderya, efsane bir hoca olduğunu anlata anlata bitiremiyor. Yavuz Hocayı size tüm öğrencileri adına söyleşimizde de mutlaka sormalı. Bize derse geldiğinde kırk yaşında, Almanya’dan gelmiş, doktorasını bitirmiş, hukuk profesörü Richard Honig’in kitabını tercüme etmiş bir hocaydı. Yavuz’un okuttuğu kitap mutlaka Türkçeye çevrilip öğrencilere verilmeli. Derse ve sınıfa hâkimiyeti fevkaladeydi. Hususi hukuk nedir, amme hukuk nedir özümsetti. Hem fertler arasındaki, hem fert ile devlet arasındaki ilişkiyi merkeze alarak hukukun felsefesini çizdi hepimize, ufuk açtı. Meşhur Roma hukukçusu Ulpianus’un adalet tanımını öğretti en başta: “Adalet dürüst ve şerefli yaşamak, kimseyi incitmemek, herkese kendisine düşeni vermektir.” “Ben kesinlikle üniversitelerde siyaset psikolojisinin okutulması gerektiğine inanıyorum” sözünüzü açar mısınız? Okutulmalı çünkü liderlerin şahsiyetleri hepimize mal oluyor, bazen bedel ödüyoruz, bazen kazanım sağlıyoruz. Gelişmiş parlamenter sistemlerde dahi liderlerin şahsiyetleri şekillendirir siyaset hayatını. İletişim fakülteleriyle, siyaset bilimi okutan fakülteler için çok gerekli görüyorum. Siyaset psikolojisinde ele alınan hususlar liderlik mevkisine gelmiş olan kişilerin çocukluktan itibaren aileleri, büyüdükleri ortam, yapıları gibi unsurları inceler. Çok önemlidir, mesela Hitler’i düşünün, üvey baba dayağıyla büyümüş bir çocuğun şiddete ve otorite bağımlılığına eğilimi şaşırtmaz insanı. “ANAYASA AÇMAZI KURUCU MECLİS İLE ÇÖZÜLÜR” 1876, 1921, 1924, 1961, 1961 Anayasası’nın değiştirilmiş biçimi ve 1982 Anayasası olmak üzere altı anayasa düşünüldüğünde kuşkusuz en demokratı 1961 Anayasası. Bugün onu mumla arar hale gelmemize ışık tutması açısından bu dönemleri değerlendirir misiniz? Bir kere 1921 Anayasası bir kuvvetler birliği anayasası. Kurtuluş Savaşı’nın zorunlu gördüğü bir anayasa, orada bütün bir ulus birleşiyor. Zaten ayrı bir kabine yok, Meclis’in içinden seçilmiş bakanlar yine Meclis’le beraber çalışıyor. Bu anayasa olağanüstü durum anayasası, ulusun kendini savunma anayasası. Ama böyle devam edemezdi tabii. 1924 Anayasası eskisine göre gelişmiş bir anayasadır fakat büyük eksiklikleri var. Bir kere temel hak ve hürriyetler bahsi yok. Orada yürütmeye fazla bir yetki veriliyor ama yürütmeye çok fazla yetki verildiğini kabul etmek de mümkün değil en fazla yetki verdiği organ yine yasama, yasamaya son sözü bırakır. Burada bir parantez açmak istiyorum: Yavuz’un (Abadan) 1933’te savunduğu doktora tezi, Türk 1924 Anayasası ile Almanya’daki Weimar Anayasası’nda devlet başkanının yetkileri ve bunların karşılaştırması üzerine. O tez de şunları gösteriyor: Almanya’da Weimar Anayasası bir taraftan bütün hak ve hürriyetleri orada sıralamış hatta nisbi temsil sistemini anayasa içine koymuş yani çok daha demokratik gibi gözüküyor fakat meşhur 48’inci maddeyi Cumhurbaşkanı için yazıyor. O madde de diyor ki: Cumhurbaşkanı gerek gördüğü takdirde, ülkede büyük çalkantılar olduğu takdirde bu maddeye dayanarak Meclis’i kapatabilir, yürütme ve yargılama yetkisini üzerine alabilir ve Hitler tamamen bu maddeyle geldi yani tamamen yasal seçimden çıktı. Ondan sonra birdenbire Berlin’de ünlü Reichstag (Alman Parlamento Binası) yangını çıktı ve Hitler bunu kullanarak muhaliflerini temizlemek için kullandı, sosyalistler, yurtseverler, demokratlar hapishanelere atıldı. Cumhurbaşkanı Hindenburg ortalık karışıyor diyerek, 48’inci maddeyi uygulayarak parlamentoyu kapadı ve Hitler’i Şansölye yaptı. Böyle bir yetki asla ve asla Türk Anayasası’nda yok, Yavuz tezinde anlatıyor. Yavuz için yazmayı planladığım “Kırım’dan Gelen Bir Aydın” adlı bir kitapta bunu da yazacağım. Orada çok açık şekilde görülüyor ki 1924 Anayasası hürriyetleri sıralamadığı için eksik; fakat cumhurbaşkanına çok kısıtlı yetkiler vermesi açısından Almanya’ya göre çok demokrat. Hukuken orada Almanya çok daha diktatoryal, Türkiye çok daha parlamenter orada. 1961 Anayasası’na gelince, zannedildiği gibi milli birlikçilerin içinde haşarı gençlerle, fazla haşarı olmayan yaşlıların kotarıp pişirdiği bir şey değil. Mesela 1961 Anayasası’ndan önce insanın istediği zaman yurtdışına çıkma, girme hakkı yoktu düşünün. İşçiler hep davet usulü gidiyordu. 1961 Anayasası bir sürü hak getirdi, mükemmel değildi ama geliştirilebilirdi. Dengeleri sarsmayan, çoğulcu anlayışla yazılmıştı. Herkese ifade özgürlüğü tanıyordu, özerklik tanıdığı kurumlar vardı. TRT’yi özerk kılıyordu, üniversiteleri özerk kılıyordu. Eğitim topluma yayılmamıştı, bu anayasanın nefesini kesiyordu. Çevremerkez ilişkisinin iç içe geçmesi gerekiyor. Oysa bugün hâlâ merkez, yarı çevre ve çevre var. Harran Ovası’ndaki köyler ile Diyarbakır eklemlenmiş değil. Bunu yapamadık. Sonra 12 Mart geldi, Nihat Erim şalı örtelim dedi, şal örtüldükten sonra da tabii o anayasa çok şey kaybetti. Çok geliştirilebilirdi. Dönüp dolaşıp yine mizaçlara geliyor. Nihat Erim benim hocamdı. Çok acı bir şekilde hayatına son verildi. Her türlü suikast menfur bir şeydir. Fakat Nihat Erim fevkalade gururlu ve kibirliydi. Seçkinciydi, inanmış bir demokrat değildi, otoriter idari tedbirlere taraftardı. Ben o zaman, 1954’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne asistan olarak girdim. ABD’ye gitmeden evvel de onun doktora derslerine gidiyordum. Tabii çok fazla öğrenci yok, bir Bülent Daver isminde asistan bir de ben gidiyorduk. Bize bir şey anlatacak diye ümit ediyoruz falan ama o ¥ “Hocaların Hocası” olarak anılan Nermin Abadan Unat, hem yaşamıyla hem de akademik kariyeriyle önemli bir isim. Henüz 14 yaşında Türkçe bilmediği halde okumak için Türkiye’ye gelmeyi kafasına koymuş ve bunu başarmış. İngilizce, Almanca, Fransızca, Macarca ve Türkçe biliyor. Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerinden. Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi. Emre Kongar, Ahmet Taner Kışlalı, Ertuğrul Özkök, Deniz Baykal, Baskın Oran, Ünal Batu, Ünsal Oskay ve Hasan Celal Güzel gibi daha birçok tanınmış ismin hocası. Sedef Kabaş imzalı Hayatını Seçen Kadın: “Hocaların Hocası” Nermin Abadan Unat adlı kitapta hem mücadelesi anlatılıyor hem de Türkiye’nin 80 yılının panoraması çiziliyor. Nermin Hocaya geçmişten bugüne anayasa tartışmalarını sormadan edemezdik elbette. Sedef Kabaş’ın büyük emeğine saygıyla Nermin Abadan Unat ile yaşamını konu alan kitabını konuşurken asıl ağırlığı kaçınılmaz olarak adalet ve hukuk konularına verdik bu nedenle. Ë Gamze AKDEMİR oğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans dersleri veriyorsunuz, ondan bahsederek başlayalım söyleşimize, anlatır mısınız? Birinci sömestrde elli senedir üzerinde çalıştığım, bir sürü yayın yaptığım “Göç ve İltica”; ikinci sömestrda “Dünya Politikasının Ana, Güncel Konuları” üzerine, “Küreselleşme” ki bu yıl “Küreselleşme İçinde Devletin Rolü” üzerine yoğunlaşacağım “İslam, Çevre, Yeni Medya” üzerine bağlantılı dersler veriyorum. Hukuken yarı zamanlı bir öğretim üyesiyim. Boğaziçi’ne gelmemin nedenlerinden biri üniversitenin rektörlüğünü de yapmış olan eski öğrencim Üstün Ergüder’in daveti. Buraya geldiğim zaman daha rektör olmamıştı, bölüm başkanıydı. 1990’da benden yarı zamanlı olarak ders vermemi rica etti, ben de kabul ettim. B SAYFA 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1088
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle