Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş İ iir Atlası CEVAT ÇAPAN Eugenio MONTALE/ Şiirler/ Çeviren: Cevat ÇAPAN talya’nın 20. yüzyıldaki en önemli şairlerinden Montale 1896’da Cenova’da doğdu. Müzik çalışmalarını sürdürebilmek için Cenova Üniversitesi’ndeki öğrenimini yarıda bıraktı. 1922’de Torino’da yayımlanmaya başlayan Primo Tempo adlı derginin kurucuları arasında yer aldı. İlk şiir kitabı Ossi di Seppia 1925’te Torino’da yayımlandı. Occasioni (1939), La Bufera e Altra (1956). Satura ve Diario del 71 e 72 kitapları izledi. İtalyan lirik şiirine ezgisel bir zenginlik kazandıran Montale 1975’te Nobel edebiyat ödülünü aldı. 1981’de Milano’da öldü. MOTETLER’DEN Motetlerden Neden bekliyorsun? Çam ağacındaki sincap kuyruğunu ağacın kabuğunu dövüyor. Yarım ay sivri ucuyla doğan güneşte silikleşiyor. Ve gün başlıyor. Bir esintiyle çöken sis ürperiyor, yalnız seni saran bölümü direniyor. Hiçbir şey değişmeyecek ya da her şey bulutların arasındaki şimşeğin çakarsa eğer. * Bulutlu dağlarda gezerken alnında biriken buzları siliyorum: tüylerin fırtınalardan yolunmuş, sıçrayarak uyanıyorsun. Öğle vakti.: muşmula ağacının kara gölgesi vuruyor cama, soğuk bir güneş asılı gökte, ara sokağa giren öteki gölgeler bilmiyorlar senin burada olduğunu, * Tuz mu, dolu mu bu yağan? Darmadağın ediyor çan çiçeklerini, kökünden söküyor mineleri. Senin başlattığın bir su altı çan sesi yankılanıyor ve uzaklaşıyor. Cehennemin otomatik piyanosu temposunu yükselerek buzlu kürelere ulaşıyor… senin Lakme’den Çanlar aryasını söylerkenki trillerin gibi Pırıl pırıl. * Baharda usul usul kırmızı yelpazesini açan şu kamış; üzerinde yusufçuklar uçan kara akıntının yanındaki hendeğe inen şu patika, ve ganimeti dişleri arasında soluk soluğa evine dönen köpek, bugün burada tanımak zorunda değilim onu; ama orada, yansıyan parıltısının tutuştuğu alçalan bulutun altında, ikiz göz bebeğinin ötesinde, haç biçiminde iki ışık şeriti. Ve geçiyor zaman. * Biliyorsun: gene terk etmem gerekiyor seni, ama edemiyorum. Her hareket, her çığlık hedefe giden bir kurşun gibi irkiltiyor beni. Rıhtımdan esen ve Sottoripa’nın baharını karartan o tuzlu meltem bile. Demir yığını ve gemi direği ormanı bir dünya akşamın tozunda.. Açıktan duyulan uzun bir uğultu cama sürtünen bir tırnak gibi kulak tırmalıyor. O yiten işareti arıyorum, bana bağışladığın o tek kanıtı. * Camlar buz tutmuş, hastalar her zaman Bir arada, gene de her zaman ayrılar birbirlerinden; masalarda kâğıt oynarken durmadan kendi kendine konuşmalar. Senin sürgünündü bu. Benimkini de hatırlatıyor bana o sabah patlayan el bombasının kayalar üzerinde yankılanışını nasıl duyduğumu. Sürüp duruyordu havai fişek gösterisi bir şenlik gecesiymiş gibi. Sert bir kanat eline sürtünüp geçti, ama boşuna, kâğıdını oynama sıran gelmedi daha. * Seni nasılsa gene görürüm umudunu yitirmek üzereydim; sordum kendime, beni her anlamda senden ayıran bu düşsel perde ölümün bir belirtisi miydi, yoksa geçmişten kalma senin çarpıtılmış, eksiltilmiş bir ışıltın mı (Modena’da, kemerler arasında, üniformalı bir uşak tasmalı iki çakalı gezdiriyordu). * SURİYE Şiirin Tanrıya yükselen bir merdiven olduğunu söylermiş eskiler. Belki de böyle değildir sen beni okurken. Ama ben anlamıştım bunun böyle olduğunu senin aracılığınla sesimi yeniden bulduğum gün, bir bulut ve keçi sürüsüyle yamaçtan aşağı dağılırken gün böğürtlen ve sazları kemirtmek için ve ayla güneşin ince yüzleri birbirinde erirken, arabam bozulmuştu, kayanın üstünde kanlı bir ok Halep’e giden yolu gösteriyordu. ? SAYFA 43 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1081