05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Edmondo De Amicis’ten ‘İstanbul’ Bir İstanbul hatırası Ünlü İtalyan yazar Edmondo de Amicis’in 1870’lerde büyük bir heyecanla geldiği ve aynı duygularla kitabını yazdığı İstanbul, bu şehir üzerine yazılmış en güzel ve etkileyici kitaplardan biri. Amicis’in müthiş gözlem gücüyle ruhunu okumaya çalıştığı İstanbul, yayımlandığı günden beri pek çok yazar ve ressam için de esin kaynağı olmuş. Tuhaflığı, güzelliğinden fazla bu şehrin insanlarına ve alışkanlıklarına, iskelelerinden kuşlarına, camilerinden sokak aralarına, çeşmelerinden meydanlarına, İstanbul’un her yerine tutkulu bir merakla, hayranlıkla bakmış Amicis. Aşkla ışığına bağlandığı İstanbul’un geleceğiyle ilgili olarak kaygı duymadan da edememiş. Ë Sibel ORAL ir şehre gitmek için on yıl beklemek ve o kadar yıl bir şehrin hayaliyle yaşamak… Hayali kuran Edmondo De Amicis, hayalini kurduğu şehir İstanbul. Şimdilerde bavullu bavulsuz herkesin istediği zaman gelebildiği, kültürlerin birleştiği ve sertçe çarpıştığı şehir… Asıl sahiplerinin azınlık olduğu, çarpık çurpuk imar planlarıyla, modernleşme safsatalarına rağmen yine de ihtişamını korumayı başaran İstanbul… Muhteşem ve aynı zamanda da berbat bir şehir İstanbul… ranlık duyan Edmondo De Amicis’in İstanbul’un coğrafyasının ve kozmopolit yapısının okuyucuya çok iyi bir şekilde verdiğini bir kez daha görüyoruz ve gördüğümüz daha önemli bir şey var ki o da Amicis’in İstanbul’un yarınına yani aslından bizim yaşadığımız güne dair olan kaygıları. O kederli bölümü yazının en sonuna bırakıyor ve De Amicis’in peşinden sisler içinde bir İstanbul yolculuğuna çıkarak, tarihin eprimiş sayfalarında semt semt, sokak sokak İstanbul’u adımlıyoruz. Tabii söz konusu İstanbul olunca rehberimiz Amicis’in şehri keşfederken ve yazarken ne kadar zorlandığı açıkça anlaşılıyor: “Ey biçare, şimdi bu ilahi manzarayı anlatmaya dilin dönüyorsa, anlat bakalım kıt kanaat kelimelerinle! İstanbul’u anlatmaya kim cüret edebilir? Chateaubriand, Lamartine, Gauter mi? Onlar sadece kekelemiş. Görüntüler ve kelimeler üşüşüyorsa da insanın zihnine, iş kalemin ucuna geldi mi kaçıp gidiyor.” Ama İstanbul’un görkeminin zihnine kazıdıkları ve olağanüstü gözlem yeteneğiyle Amicis bu işin altından da şevkle kalkıyor. Amicis, İstanbul’un ne olduğunu sorana, kafamızdaki keşmekeşi dindirmek için elimizi şöyle bir şakağımıza dayamadan cevap veremeyeceğimizi söylüyor. O zamanki ilk izlenimlerini ise şöyle sıralıyor: “İstanbul Babil’dir, bir âlemdir, kâinatın yaratılmadan önceki karışıklığıdır.” Haksız değil, şimdi bugünün İstanbulu’nu düşünelim ve yazarın o zaman sorduğu soruları ve verdiği yanıtları bugüne taşıyalım: “Güzel midir? Harikuladedir! Çirkin midir? Berbattır! Hoşunuza gider mi? Sarhoş eder. Orada yaşar mıydınız? Kim bilir! (…) Eve, heyecan ve aklını başına toplamış, mest olmuş, tiksinmiş, şaşırmış, sersemlemiş bir halde, gitgide büyük bir halsizliğe, bezdirici bir can sıkıntısına dönüşen ve beyin tıkanması başlangıcına benzeyen bir zihin karışıklığıyla dönülür. Çok hızlı yaşamış ve kendini yaşlanmış hissederek.” ŞAŞIRTAN VE BÜYÜLEYEN ŞEHİR De Amicis’in sisler içerisinde gördüğü İstanbul’u anlatmasıyla başlayan kitap nefes kesen incelemeler ve tasvirlerle dolu. Amicis’in İstanbul’la ilgili bütün deneyimlerinin başını tuhaf bir şaşkınlık çekiyor. Tepe tepe, sokak sokak gezdiği İstanbul onu zaman zaman şaşkın bir çocuk ruhuyla heyecanla içine alıyor. Şimdilerde günde neredeyse iki milyon insanın geçtiği İstiklal Caddesi o zaman Caddei Kebir; Rum meyhaneleri meşhur Tatavla, yani aslında bizim Kurtuluş; Müslüman mahallesi Kasımpaşa; bozkır gibi kederli Okmeydanı; sayfalar boyu Kapalıçarşı; Levantenler, Yahudiler, Rumlar ve Ermenilerle ilgili döneme dair çok önemli saptamalarla Amicis, gördüğü nerdeyse her şeye çocuksu bir şaşkınlık ve büyülenmiş duygularla kapılıp gidiyor. O harikulade, o berbat, o büyülü, o çirkin İstanbul, Amicis’in satırlarına dökülürken sıra Ayasofya’ya geliyor. Amicis Ayasofya’ya giderken bir Türk kavas ile bir Rum tercümanı yanına alıyor. Bunun nedeni ise iki dinin, iki halkın çatışmalarını ve tarihini iki taraftan da dinlemek. İstanbul’da gördüğü her güzellik ve çirkinlikte büyülenen Amicis kendine veryansın etmekten de geri kalmıyor. Galata’da, Üsküdar’da, Serasker Kulesi’nin tepesinde aynı soruyu kendine sorup duruyor: “Nasıl oldu da Hollanda’ya sevdalandın? (…) Sonra zavallı tasvirlerim geliyordu aklıma, esef ederek şöyle diyordum kendime ‘Eh biçare! Kaç defa güzel, olağanüstü, haşmetli’ diyerek kelimeleri çarçur ettin! Şimdi bu manzara için ne diyeceksin?” B HARİKULADE VE BERBATSIN İSTANBUL Şimdi epey bir geriye gidiyoruz, yıl 1874. Henüz 28 yaşında olan genç bir adam, meraklı yolcuların olduğu bir gemide yıllardır görmek için hayalini kurduğu bir masal şehrine doğru yolculuk yapıyor. Hava sisli. Gemi Marmara üzerinde yol aldıkça şehir kendini göstermemek için gelinlik kız gibi nazlanıyor. Üzerini kaplayan sis kütlesi aşıldıkça şaşkınlık kendini büyüye bırakıyor ve 28 yaşındaki genç adam içinden şunları diyor: “Krallar, prensler, Karun, dünyanın en kudretli, en talihli insanları, işte o an size acıdım; gemideki yerim sizin bütün hazinelerinize bedeldi ve İstanbul’a bir bakışımı bir imparatorluğa değişmezdim.” İşte yıllarca beklediği heyecanlı yolculuğun ardından sisli bir sabahta Sarayburnu’nu geçerken böyle diyordu Edmondo De Amicis. Ama bu daha başlangıçtı. Daha sonra bu büyülü şehre yaptığı yolculuğu sayfa sayfa yazacak ve kuşaklar boyunca farklı dillerde okunacaktı yazdıkları. Edmondo De Amicis’in İstanbul adlı eseri şimdiye dek birçok yayınevi tarafından yayımlandı. Benim gibi meraklılarının kütüphanesinde bu kitabın çok eski ve parçalanmış baskıları olduğuna da eminim. O eski baskılar bir kenarda dururken işte yeni bir baskısı daha; bu kez İtalyanca aslından Filiz Özdem’in edebi açıdan titiz çevirisi ve Cesare Biseo gravürleriyle İstanbul. Batı dünyasında da on dokuzuncu yüzyılın en dikkat çeken şehirlerinden biri olan İstanbul namına yazılan eserlerden biri olan bu kitabı yıllar sonra yeniden okuduğumuzda şehre kişisel olarak haySAYFA 28 UMBERTO ECO’YLA AMİCİS’İN İSTANBUL’U Edmondo De Amicis o dönemde İstanbul’u anlatmak için kelimelerle savaşsa da başardığı bir gerçek. Kuşaklar boyu tüm dünyaya miras kalan İstanbul kitabı birçok Batılının zihninde İstanbul’u gizemli ve büyülü bir şehir haline getirmiş. Amicis sadece coğrafyayı ve yapıları anlatmamış aynı zamanda İstanbul’un günlük yaşantısına, kozmopolit yapısının derinliklerine de inmiş. Sadece mahalleler, sokaklar değil; Türkleri, Ermenileri, Yahudileri, Levantenleri anlatmış, bunlarla da kalmayıp sokak köpeklerinden kuşlarına, gece hayatından yangınlarına kadar pek çok şeyi en ince ayrıntısına kadar kaleme almış. Kitap dönemin ruhunu da vermesi bakımından tarihseverlerce de tercih edilen bir eser oldu şüphesiz. 2005’te İngiliz Hesperus Yayınevi’nden de çıkan İstanbul, yayımlanan tüm İstanbul kitaplarından daha büyük bir önem taşıyor. Kitaba önem ve değer katan İtalyanca aslından yapılan çevirinin yanı sıra Umberto Eco gibi kendisi de tarih ve şehir konusunda uzman olan bir yazar tarafından kaleme alınmış bir önsöze sahip olması. Eco kendisinin İstanbul’u ziyaretinden çok önceleri yazılan bu kitaba kendi deneyimlerini de ekleyerek zenginleştirmiş: “Ben de De Amicis gibi çeşitli nedenlerle İstanbul’a yapacak olduğum ilk gezimi birkaç kez ertelemek zorunda kalmıştım. Bu süreçte yine hayallerini kurduğum bu güzel şehrin eski gravürlerine, haritalarına, yeni fotoğraflarına ve hakkındaki makalelere bakmak ve onu biraz daha istemek durumundaydım (…) Ben İstanbul’a varışımdan kısa süre sonra Galata Kulesi’nin tepesinden şehri seyretme fırsatı bulmuş ve eski Yarımada’ya bakakalmıştım. Ertesi günlerden birinde ise Boğaz ve Haliç boyunca yaptığım araba gezilerinde yine De Amicis’i anmış, Galata limanı önünde akan insan kalabalığında De Amicis’in yazdıklarını zihnimden geçiriyordum; Ermeni kadınları, kaftanlı Türk erkekleri, at sırtında bir Yunanlı, astragan kalpaklı bir Acem askeri, Çingeneler, Katolik rahipleri, yaşlı bir Yahudi, harem kadınları, Afrikalı bir köle ve şarlatanlar. De Amicis bunları görmüş müydü yoksa farklı zamanlarda gördüğü ve duyduğu bu insanları bir yerde kafasında toplayıp Galata limanında mı birleştirmişti bilinmez ancak her anlatıcının şehri okuması farklıdır.” Amicis’in İstanbulla ilgili kaygılarının ta o zamanlarda yazdığını belirtmiştik. Yazarın hem gözlem hem de öngörü gücünün ne kadar yüksek olduğunu yaşadığımız İstanbul doğruluyor maalesef. Valide Sultan Köprüsü’nde İstanbul’u seyreden yazar bir iki asır içinde o güzelliğin medeniyete feda edilmiş olabilme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyor. İşte Amicis’in tahmini ve bizim bugünkü İstanbulumuz: “Tepeler düzleştirilecek, korular yerle bir edilecek, rengarenk küçük evlerin yerinde yeller esecek (…) Aklıma bu manzara düştükçe kalbim sıkışıyordu, sonra kendimi şöyle teselli ediyordum: Neden olmasın, belki de yirmi birinci asırda buraya balayına gelen bir İtalyan gelini arada sırada, ‘Yazık! Büyükannemin dolabının dibinde şans eseri bulduğum, şu on dokuzuncu asırdan kalma, kurtların kemirdiği eski kitapta anlatılan İstanbul’un yerinde yeller esmesi ne acıklı!’ diyecektir.” O İtalyan gelini İstanbul’a geldi ve “Vah” etti mi bilmiyoruz ama bizim durumumuz ortada... İstanbul/ Edmondo De Amicis/ Çeviren: Filiz Özdem/ Yapı Kredi Yayınları/ 348 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1081
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle