Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA öykünün uzunluğu kısalığından çok, hedeflenen etki gücüne ulaşıp ulaşmaması. Kimi zaman ok gibi hedefine ilerler, kimi zaman bir ip cambazı gibi sağlam adımlarla yürümek gerekebilir. Nasıl bir yol izleneceğine öykünün kendisi karar verir. Bir yer var, oraya gelindiğinde öykü bitiyor. Ustaların söylediği gibi ne bir sözcük fazla, ne bir sözcük eksik yazamazsınız, taşımaz.” Yukardaki sözler Birsen Ferahlı’nın. Ferahlı ‘O Yaz...’ adını taşıyan öykü kitabı üzerine yaptığımız söyleşide söylüyor bunları. ‘İnceliklerle dolu, kalemin tığ gibi işlediği bir ilk kitap ‘O Yaz...’ İçe dokunan, sarıp sarmalayan’ öykülerde ne bir sözcük fazla ne bir sözcük eksik. Ferahlı, iç dünyalara, masum duyarlıklara ustalıkla eğiliyor. Birsen Ferahlı ile kitabını konuştuk. Londra’da kronik uykusuzluk çeken, eşi tarafından terk edilmiş, oğlu ilgisiz bir adam… “Zahir” diye nitelenen kronik bir uykusuzluğa tutulmuş. 11 yaşından bu yana adım atmadığı memleketine, İstanbulBeyoğlu’na dönmek zorunda kalıyor. Köklere dönüş, dünya yurttaşlığı, sürgün ve iltica izleklerinde de evrilen roman yakın tarihimize de hümanist açıdan bir bakış. Hem bir yetişkinin hem de bir çocuğun gözünden anlatılmış. David Boratav’ın romanı yer yer ailesinin yaşamından kişisel izdüşümler de taşıyor. David Boratav ile ‘Beyoğlu’nda Fısıltılar’ı konuştuk. Mustafa Balbay’ın Silivri toplama kampının spor salonundan bozma duruşma salonunda ve hapishane kısmının F12 koğuşunda kaleme aldığı ‘Silivri Toplama KampıZulümhane’ adlı kitabı yayımlandı. Balbay kitapta Ergenekon davasını, yargılama sürecini ve demir parmaklıklar arkasındaki yaşamları anlatıyor. Balbay’ın kalemi anlatım olanaklarını yine mükemmel kullanmış. Gelin birlikte okuyalım Balbay’ı. Kitabı Gamze Akdemir değerlendirdi. Bol kitaplı günler... “Bence asıl belirleyici olan P M a Nuit chez Maude 1969 tarihini taşıyor ama, çekim hazırlıklarını 68 Mayıs günlerinde yürütüyormuş Rohmer. Bu ayrıntı önemli görünüyor bana, bugünden bakınca: Yeni Dalgacıların yarısı o kalkışımın göbeğindeydi, keskin bir protest duruşla: Godard, Truffaut, Chabrol’un dikleniş konuşmalarını anımsıyorum. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Eric Rohmer için bir çift söz Öbür yarısı işlerin başındaydı: Rivette, Rohmer, Resnais. Bu taban tabana zıt tavırlar, recto ve verso, Fransız sinemasına yön vermeyi sürdürdüler, biribirilerini tamamladıklarını düşünüyorum. Godard pek benim gibi düşünmüyordur. ‘Öykü sineması’na yüklenişinden biliyoruz bunu. İşte Ma Nuit chez Maude, bir açıdan bakıldığında tipik bir öykü sineması örneği, oysa ters açıdan bakmayı bilmek gerekir: Nasıl da atipik bir yaklaşım getirmiş Rohmer. Mayıs 68’in müthiş kalkışımının ardından sular dindiğinde, şüphesiz devrilen pek çok şey bırakılmıştı geride; gelgelelim Düzen, yeniden yatağına oturmakta gecikmemişti. Godard’ın seçtiği kesimler başkalaşım yanlısıydı; Rohmer’in ise “derin Fransa’yı”, taşrayı nasıl doğru okumuş olduğunu görüyoruz bugün: Üniversite ve sanayi şehri ClermontFerrand’da kavruk, altüst olan değerler ile muhafaza edilmek istenenler arası sıkışıp kalmış insanlar. Rohmer her vakit büyük ahlakçıların izinde kaldı, sinemasını kurarken. Bunu, yalnızca “Contes Moraux” üstbaşlığına bakarak söylemiyorum. Ma Nuit chez Maude, sözgelimi, Pascal ve Jansénisme üzerine bir deneme de. Katolik ahlak, ikiyüzlülük, modern hayatın zeminine ola ki boş yere inanç denklemlerinin döşenme çabası ağır basıyor filmde. Kırk yıl sonra, üçüncü izleyişim Ma Nuit chez Maude’u, eskidiği kolaylıkla söylenebilecek kimi özelliklerinin tazeliği üzdü beni. Büyük olasılıkla, geride kalmış, unutulayazan bir dönemle karşılaştırılamayacak ölçüde cavalacoz bir başka dönemin ortasında yapayalnız kaldığımız içindir. Bugün, hiçbir filimde, bu kadar ve böyle konuşulması düşünülemez örneğin. Filmin bir bakıma asıl gövdesini oluşturan, tek bir mekânda geçen upuzun konuşma sekansını ne geveze, ne de teatral buluyorum, şimdi bile. Aynı değerlendirmeyi yapacak kaç kişi çıkacaktır? Hele yeni kuşaklardan? Fransız sinemasında, son derece zengin bir yazınsal/düşünsel mirasın da etkisiyle, Dil’in, retorik hazzın, konuşma şehvetinin ciddi payı görülür: Bresson ve Rohmer gibi yönetmenlerle sınırlayamayız bunu, Godard’da da can alıcı bir boyut taşıyor söz ve yazı dili. Hep ikilemde kaldığım bir konu. Sinemanın söze çok yaslandığı örneklerde bir zaaf gördüğüm doğru da, geveze yönetmenlerin bir kısmına (Bergman, Tarkovski, Godard) bayılıyor, bir kısmına (Woody Allen) tahammül edemiyorum. Ola ki bir gün, şu çelişkimi aydınlatacak gücü bulurum! MONTY PYTHON “EB nasıl olsa bu konuda bir şey yazmıştır”, doğal olarak latife: Ne ‘her şey’ üzerine yazmak elimdedir ne de böylesine tuhafın tuhafı bir hedefim olabilir(di); yaygın bir ilgi alanı, ket vurulamaz bir merak duyma dürtüsü söz konusu edilse bile, benden ‘kapsayıcı yazı terminator’u imgesi üretilmesine güler geçerim. Buna karşılık, benzetmek gibi olmasın, Perec’in “ölmeden yapılası işler” listesini andıracak bir döküme yönelebilirim: “Yazmak, yazmış olmak isterdim”ler çetelesi. Hayatımda tuttukları yeri yazıma yansıtamadığım kişiler, yapıtlar, nesneler ya da olaylar peş peşe sıralanacak olsa, bir tür “sürüncemede ukde” bilançosuna varılabilir de. Gece izlediğim, künye bilgilerine erişemediğim bir Monty Python belgeseli düşündürdü bunları bana. Doğrudan topluluk üyeleri ve lojistik destekçilerle yapılmış görüşmelere, son derece iyi kotarılmış bir “antoloji” eklemlenmişti belgeselde; öyle ki, ister istemez, benim kuşağımın her üyesi, ilgili üyesi için bir tür bellek taraması ve tazelemesi işlevini görüyordu çalışma; neredeyse her birimize, geçmişimize düzenlenen bir yolculuğun bileti kesilmişti. Monty Python’ı, Leslie Anagnan dostum aracılığıyla, 1970’lerin ortasında keşfetmiştim. Zaman içinde, biri dışında bütün filimlerini gördüm, kimi televizyon skeçlerini izleme olanağım oldu. Anglosakson kara mizahının, Swift çizgisinden gelen en amansız, atak temsilcisiydi topluluk. Sinema ve ekran tarihinde benzersiz üsluplarıyla unutulması olanaksız yerlerini açtılar. Bu gaddar mizah, insanın özel hayatına sızarak kendi enerjisini yaymayı biliyordu. Rabelais’yle, evet Swift’le, Lichtenberg’le, Alphonse Allais’yle, Reiser’le, Chaplin’le boy ölçüşebilecek özgünlükte sekanslar birikmiş belleğimde; belgeseli izlerken, bıraktıkları derin izleri ucundan ölçme olanağı buldum. Şiddetli zekâ bambaşka şey. Zekânın öteki tezahür biçimleriyle kıyaslanamaz biricik gücü. Kendisinde tabu kırıcı özellikler bulan herkese sınırlarını göstermiş olsa gerektir Monty Python: Neyi ne kadar sallayabildiğimizi fark ettirecek okkalı denek taşı. İçimden, yeniden onlara dönmek, onlara doğru taze bir hamle daha yapmak isteği hem de nasıl geçiyor şu an ola ki davranır, bir iki DVD’lerini edinirim. Şimdi, şu kıpkısa içbükey parçayla yazmış mı oldum Monty Python’ı? Bunu böyle koymak, yazmayı ‘başından savmak’la bir tutmak anlamına gelir: Ben hiç harflere bu gözle bakmadım. Yazmadım: Dokunup yanlarından geçtim. 21 Ekim tarihli “Üç Cımbızlama” yazısına gecikmiş dipnot: Bu “cımbızlama”yı defterime düşeli bir yıl, Cumhuriyet Kitap’a yollayalı iki hafta olmuştu, şeytan dürttü sanırım, Cemal Süreya’nın Günler’ine uğradım, ne göreyim: Yusuf Atılgan’ın kitabından, üstelik yazarın sağlığında söz etmiş o zaten! Yoksa herkes farkında(ydı) da kitabın, mal bulmuş magrıbi miyim ben? ? Eric Rohmer Anglosakson kara mizahının, Swift çizgisinden gelen en amansız, atak temsilcisiydi Monty Python. TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya/ Reklam Müdürü: Petek Öztürk?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1081 SAYFA 3