Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
David Boratav’dan bir yurttaş hikâyesi: ‘Beyoğlu’nda Fısıltılar’ ‘Kelimelerin bir ağırlığı, önemi ve doğurduğu sonuçlar vardır’ Londra’da kronik uykusuzluk çeken, eşi tarafından terk edilmiş, oğlu ilgisiz bir adam… Romanda “zahir” diye nitelenen kronik bir uykusuzluğa tutulmuş. Yaşamdan koptu kopacak ama bu öyle kolay değil onun için de aslında yumruğu hâlâ sıkılı bir karakter. Babasının ölümüyle tereddütler içinde 11 yaşından bu yana adım atmadığı memleketine, İstanbulBeyoğlu’na dönmek zorunda kalıyor. İyi ki de geliyor ve iyi ki de kafası karışıyor, beklenmedik içsel yolculuklara çıkıyor yoksa bu romanı okuyamazdık! Köklere dönüş, dünya yurttaşlığı, sürgün ve iltica izleklerinde de evrilen roman yakın tarihimize de hümanist açıdan bir bakış. Hem bir yetişkinin hem de bir çocuğun gözünden anlatılmış. Pertev Nail Boratav’ın torunu olan David Boratav’ın romanı yer yer ailesinin yaşamından kişisel izdüşümler de taşıyor. Çevirmenimiz Ayça Sezen’e içten teşekkürlerimizle, David Boratav ile Beyoğlu’nda Fısıltılar‘ı konuştuk. daki karakterlerin çoğu gerçek insanlardan, gerçeklikten esinlenilmiştir evet, fakat bu o yaşamış olan gerçek kişiliklere bir tür saygı niteliğinden öteye gitmemiştir benim için. Amca karakterinden bahsettiniz, romandaki amca karakteri çok sevdiğim bir karakter. Ve diğer birçok karakterin bileşkesinden oluşur, bir tür kolaj karakterdir diyebiliriz. Romanda dikkatimi çeken bir nokta da hiçbir karakteri idealize etmemiş olmanız. Hatta onlara bilinçli olarak kusurlar atfetmeniz. Eğer söylediğiniz gibi yapmamış olsaydım, yazar olarak idealize karakterler çıkarmış olsaydım hiç inandırıcılığı olmaz, karton karakterler olurdu. Bir romanın inandırıcı olması gerektiğine inanırım. Yazar olarak ben idealize etmediysem de romandaki bazı karakterlerin idealize edilmiş olduğu doğru, bunu yapan da çocuk karakteridir. Bu da çok normal çünkü çocuklar böyledir yani etraflarındaki kişileri gözlerinde büyütürler, öyle hayal ederler. ÜÇ KUŞAK BORATAVLAR ya başladım. Asla doğrudan cevap vermeyeceğini bildiğim için çok kişisel soruları sormadım. Bu herkes için geçerlidir, insanların böyle kendi özleriyle ilgili sırları vardır. O nedenle babama çocukluğuyla ilgili sorular sordum ve o sorulara da ayrıntılarıyla cevap verdi. Bu da romanda, çocukluk döneminin anlatıldığı 1950’lerdeki yapıyı, o dokuyu kurmama ve beslememe çok yardımcı oldu. Şöyle örnek vereyim; benim babam bir Ankaralı. Ankara’da oturduğu sokağın ismi Erzurum Sokağı kitapta da Erzurum Sokağı var. Daha önce gidip gördüğüm bir yer olan o sokağı romandaki çocuk karakterinin yaşadığı yeri oluşturmak için Ankara’dan İstanbul Beyoğlu’na taşıyıp İstiklal Caddesi’ne komşu yaptım gibi… Çocuk karakter bir yönüyle babanız mı? Bu kitabı yazarken bu soruyu kendime çok sordum? Ama bu kadar karmaşık bir çocuk karakteri yaratmaya çalışırken insan ister istemez sürekli kendi çocukluğuna, kendi deneyimlerine dönüyor. Hangi çocuğu daha iyi tanıyorum diye bakarsak tabii ki kendi çocukluğumu daha iyi tanıyorum. PERTEV NAİLİ DEDEKORKUT AMCA Hazır sizi yakalamışken Pertev Naili Boratav’ı ve amcanız Korkut Boratav’ı biraz daha sormazsam bana gazeteci demezler. (gülüyoruz) Son yıllarında yakınlaşabilseniz de büyükbabanız deyim yerindeyse kafa bir karakter olmuş sizin için. Ruhunuz uyuyor birbirine. Onlardan ne feyz aldınız? Büyükbabam hayatta tanıdığım en zarif, en kibar adamdı. Neşeli bir insandı. Olayları çok fazla karmaşık hale getirmeden olduğu gibi yaşayan mutlu bir adamdı. Hayata yalın bir bakış açısı var dı. Aramızda tamamen güvene dayalı bir ilişki vardı. Başlangıçta dediğim gibi kaybolmuş bir dünyanın içinde yaşıyordu ama aynı zamanda da çok da reel bir dünyanın içinde yaşıyordu. Onu her gördüğümde o içinde yaşadığı dünyanın çok canlı bir dünya olduğunu fark ediyordum. Aslında çok da farkında olmadan bana bir şeyler geçirdiğine inanıyorum, çok doğalca ve sessizce zihinsel bir aktarmada bulunduğuna inanıyorum. Büyükbabamın ve amcamın yaptığı, ortaya koyduğu entelektüel çalışmalara çok büyük saygım var. Özellikle amcam için politikayla sözcüklerin aynı kefede olduğunu düşünüyorum. Benim ailemde entelektüel anlamda çalışmakla politikayı, yazıyı birbirinden ayırmak çok mümkün değil. Yazan ve entelektüel olan insanlar doğrudan politikayla da ilgilenmişler. Aslında her ikisi de önce büyükbabam sonra amcam terk etmek zorunda bırakıldıkları bu ülke hakkında, bu ülke için yazmaya, çalışmaya devam etmişler. Bu hâlâ etkileri olan bir durum… Ki bütün bu olup bitenler de bu romana, bu romanın yüzeyine yansıyan olgulardır. Romanda kayıp bir mektup metaforu var mesela... Sır olayı... Evet, Adnan Menderes’e yazılmış, babasının kendisine teslim ettiği o kaybolan mektup... Ayrıca babasının o kayıp mektubu, karakterin Türkiye’ye dönmekle ilgili daha sonra alacağı kararı etkileyen şey oluyor. Çok düşünüyor bu konu üstüne... Birdenbire kendisine mektup iyi ki kayboldu diyor, çünkü ona göre, varoluşçuluk ya da komünizm gibi konular hakkında değerlendirmeler ve görüşlerle dolu bir mektubun resmi makamların eline geçmemesi çok daha hayırlıdır. Şu bir gerçek ki kelimelerin bir ağırlığı, önemi ve doğurduğu sonuçlar vardır. ZAHİR’E TUTULMAK! Romanda “Zahir” şiiri Seine rıhtımlarında bir Türk sahafın raflarında keşfedilmiş ilginç bir şeydi. Sahaf üstüne basa basa “şiiri ezberlemeye kalkmak gibi kötü bir fikre kapılanların uyku yüzü görmeyeceğini söylemişti” diye bir bölüm var. Bu “Zahir’e tutulmak” durumunu anlatır mısınız? Zahir anlatıcı açısından romanda çok önemli, tutulduğu hastalık. Anlatıcı bir laboratuvarda çalışıyor, istatistik veriler topluyor. Gece çalışıyor, uyku bozukluğu çekiyor. Bir sürü doktora gitmiş, avuçla ilaç içmiş. Zahir’e tutulmuş yani... Düzenli olarak bir psikoterapiste gidiyor. Aslında bu hastalığın sebebinin Zahir olduğunu düşünmesi anlatıcının mistik bir yorumuydu. Herkesin tutulduğu bir zahiri var... Müzikteki motifler gibi aslında bu söylediğiniz. Ben farkında olmadan, benim dışımda geldi onlar. Sanıyorum roman yazarken müzikteki o motif gibi bir motif arıyor yazar, çünkü bir ritim arıyor. Zahir o ritmi mistik olarak da, ruhsal olarak da veriyor sanıyorum. Mektup da aslında bu anlamda bakınca, anlatıcının uyumasını engelleyen o mektup da bir anlamda Zahir’dir. Başka örnekler de var. Atatürk’ün çok önemli bir tartışmanın nesnesi olan silahı motifi de öyledir. Yine bir nesneden büyülenmek motifi anlamında Ankaralı Ömer’in ve çocuğun elinde tuttuğu silahla İstanbullu çocuğun rekabetinde de görüyoruz. Dolayısıyla bu Zahir örneği bu noktada tabancada da oluyor ve yine etrafında büyülü, tılsımlı bir hava yaratıyor. Vatan imi... Romanın ana imi bu vatan, toprak, kökler, kökenler... Buna kaçınılmaz bağlılık... Siz ¥ Ë Gamze AKDEMİR omanınızın, kurgusu bir yana kişisel izdüşümleri bağlamında hayli yönleriyle içsel bir günlük olduğunu söyleyebilir miyiz? Buna eğer kişisel, mahrem bir günlük diyecek olursak buna ancak bir kahramanın İstanbul’a yaptığı yolculuğun günlüğü denebilir. Bunun İstanbul’dan gitmek ve tekrar İstanbul’a dönmek üzerine yani bir ayrılık ve kavuşmanın günlüğü olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu kesinlikle kurgusal bir roman, o nedenle işin kurgusal yanındayım daha çok. Evet, ama birçok yönüyle ailenizin otobiyografik geçmişinden anıştırmalar da var. Bu bağlamda kendinizle ana kahraman, babanız, amcanız, büyükbabanız izdüşümlerinizi açar mısınız? Bu roman kişisel, benimle ilgili meselelere giriş yapmamı çok kolaylaştırdı. Bu bağlamda tabi ki öyle bir yanı var. Başka türlü yazamazdım, bir denemeci ya da röportaj yapan bir gazeteci değilim dolayısıyla romanı yazmaya girişmeme, romana girmeme işin bu yanı çok yardımcı oldu. Romanda yaptığım bir tanıklık değil. Bir tarihin, birtakım insanların tanıklığını yapmadım. RomanSAYFA 14 R Türkiye’yi babanızdan ziyade büyükbabanız ve amcanızdan mı öğrendiniz? Babanızın bu noktadaki yaklaşımı nasıldı? Bu tam olarak doğru değil. Aslında kitaptaki Türkiye ve İstanbul üzerine bazı bilgiler bana babam tarafından verildi. Romanı ilk okuttuğum kişilerden biri de babamdı. Çok beğendi. Ve çok etkilendi biliyorum. Romanın hazırlık aşamasında amcamdan ve büyükbabamdan da yararlandım. Ülkenin 1950’li yıllardaki politik durumunu, ülke politikasını, o sırada yaşananları, işin o kısmının büyük bölümünü Korkut amcamdan öğrendim. Kitabı yazmaya başladığımda babama da sorular sorma CUMHURİYET KİTAP SAYI 1081